Deliliğinin nedeni olarak özel öğretmenlik yaptığı Frankfurt'taki zengin bir evde geçirdiği korkunç zaman gösteriliyor. Yumuşak, cana yakın ve mutsuz bir kadın, şairin yüksek zihnini, hor görülen ve yanlış tanınan gencin saf ruhunu takdir etmiş, bundan masum bir dostluk doğmuş. Ne var ki bu dostluk, çok kaba kuşkulara neden olmuş ve Hölderlin kötü muamele gördüğü gibi, kadın dostuna da kötü davranıldığına tanık olmuş! Bu, şairin gönlünü kırmış. Acısını, Sophokles çalışmasına gömmek istemiş.
Ahlâki eğitimim bir anlamda ters mi tepmişti acaba? Eğer arzuyla dolmuş bakış, arzunun doyurulması kadar kötüyse; eğer isteyerek hayal kurmak, hayal edilen edim kadar kötüyse - o halde neden doyurulmasın o arzu ve neden hayal edilmesin o edim? Günahkâr düşüncelerimden kurtulamadığımı her geçen gün görüyordum. O zaman günahkâr edimi de arzular oldum.
Böylelikle ebeveynini seven çocukların yaşadığı o masumiyet durumunu paylaştığıma kendimi inandırmaya çalıştım. Ama ebeveyne karşı beslenen sevgi, insanın sorumluluğunu taşımadığı sevgidir.
Kızları kız gibi erkekleri erkek gibi yetiştirmek üzerine.
"Yaratıldığı gibi yaşama sorumluluğunu alabilen insan, imtihanını kolaylaştırır, kendine zulmetmez " diyor Banu Yaşar kitabında. Biz kadınlar hem evde hem dışarda her şeyi mükemmel yapabiliriz duygusunun gereksiz yükünü taşımak zorunda kaldık. Erkek sorumluluk almaktan kaçtığında, kadın eşinin yaratılışına uygun rolleri kendi üzerine almak zorunda kaldı, güvensizlik yaşadı. Kendi gücünü kazanmak için kadın olmaktan ve kadın gibi davranmaktan uzaklaşması gerektiğini düşündü. Ve bir kısırdöngü başladı..
*Kitap "Kızları kız gibi, erkekleri erkek gibi yetiştirmek" *Yazar Banu Yaşar *Zafer yayınları
Eti arslanı. Roma sütunu, Bizans bazilikasından kalma taş,Timurlenk ve Yıldırım muharebesi, hepsi sizi dönüp dolaşıp yirmi yıl evvelin çetin günlerine ve şifalı ağrılarına götürüyor, onun tabiî neticesi olan büyük meselelerle karşılaştırıyor
Bazen sonu acı verdiği için bile mutluluğa sadık kalmaz bellek. Gerçek mutluluğun yalnızca sonsuza kadar sürmesi beklendiği için mi? Bilincine ve farkına varılmamış bile olsa, ancak daima acı vermiş bir şeyin acıyla sona erebileceğine inanıldığı için mi? Ama bilincine ve farkına varılmamış acı nedir ki?
(...) Tanrım, gözlerimizin olmaması bizi ne hale getiriyor, görmek, görmek, belirsiz gölgelerden başka bir şey olmasa bile bir şeyler görmek, bir aynanın karşısına geçmek, koyu renk yayınık bir lekeye bakıp, işte oradaki benim yüzüm, ışıklı şeylerse bana ait değil, diyebilmek.
Hemen hemen her toplulukta eşine rastgelebileceğiniz bir karakterdir Hacı Ağa. Iran'daki meşrutiyete karşı çıkıp diktatörlüğü ister başta, sonra demokrasi gelince de öncekini ister. Aslında bu yönetim şekillerini istediğinden ya da sevmediğinden değil de milleti nasıl kandıracağının derdindedir. Hangi yol bu konuda kendisinin işini kolaylaştırırsa hemen onu savunmaya başlar. Kitap boyunca değişen düşünceleri de etrafındaki kimseyi rahatsız etmez. Çünkü etrafındakiler zaten onun fikirlerine değer verdiğinden değil, parası olduğu için yanına gelirler.
Hacı Ağa her sayfada namustan ve ahlaktan bahseder. Her sayfada ise başka birine kötülük yapar. Aynı sayfada kendisini bile ne kadar iyi biri olduğuna dair kandırır.
Sadık Hidayet'i biraz geç keşfetmişim gibi geliyor. Okuduğum üç kitabını da çok beğendim. Böyle konular insanı sıkar ve sık sık ara verme ihtiyacı duyarsınız. Ancak Hidayet'in eserleri, öz bir anlatımla aklından geçenleri okuyucunun önüne seriyor.
Sevgili Dost, Kim kazandı Atom bombasını Hiroşima’ya atan mı Everest’in tepesine ilk kez varan mı Doksanıncı dakikada maçı alan mı Diriler mi, ölüler mi Çobanlar mı, sürüler mi Efendiler mi, köleler mi Kim kazandı
Sevgili Dost, Herkes kaybetti. Ölüm kazandı. Mezar taşlarına: “Huve’l-Bâki” kazındı.