İncelemeler

add_boxPaylaş
@faikyilmaz9
İnceleme
2s
Zamanımızın Bir Kahramanı


Kitabın Adı: Zamanımızın Bir Kahramanı
Yazarı: Mihail Lermontov
Yayınevi: @canyayinlari
Türü: Roman
Basım Yılı: Ağustos 2021
Sayfa Sayısı: 187 Sayfa

Düşünceler: Lermontov tuhaf bir tesadüf sonucu az önce bitirdiğim kitapta bolca gördüğüm üzere bir düelloda öldürüldüğünde sadece 27 yaşındaydı. Çok kısa yaşamına kendisine üne kavuşturan şiirler ,öyküler ve oyunlar sığdırmayı başarmıştır. Bu kitap ise yazarın ilk ve tek romanıdır.

Kitap Peçorin adında kötülük timsali bir karakter üzerinde şekilleniyor. Kadınlara, arkadaşlarına ve herkese oldukça kötü davranan bu karakter yazarın kendisi gibi bir Rus Subayı. Ve hayatı ile büyük benzerlikler taşıyor. Ya kendinden izler taşıyor ya da yazarın iç dünyasını.

Yazıldığı dönemden beri kötülüğün sınırı konusunda tartışmalara neden olan eser karakterinin varolup olamayacağı hususunda inançları da sorgulatıyor içimizde. ( Ben aslında çokta şaşırmadım okurken çünkü insanın kötülüğünün sınırı olmadığını düşünüyorum)

Kendine has yoğun tasvirlerle , öznel çıkarımlara dayalı duygusal anlatımı ile , dönemin dünyası ve toplumsal tabakaları da inceden eleştiren üslubu ile çok farklı bir yazım tarzı var bu eserin.

Kadın erkek ilişkilerine, maddi manevi değerlerin ilişkiler üzerindeki etkisine , dönemin sosyal yapısına da sık sık vurgu yaparken iyilik - kötülük çatışmasını da es geçmemiş.

Değişik bir tarzdı. Farklı bir tad aldım. Çeviriside Ülkü Tamer 'den olunca zevkle okudum. Hemen olmasada sindire sindire okuyup zevkle bitirdim.

Yazarın, şairin tek romanı olmasıyla ve tarzıyla da tek olan bu eseri tüm kitap dostlarına tavsiye ediyorum
Zamanımızın Bir Kahramanı
Mihail Yuryeviç Lermontov - Can Yayınları - 2023
17
#Edebiyat - @gulisce
İnceleme
4s
Altı Harfli Bir Tatlı
Yazarla tanışma kitabım.Ne yalan söyleyeyim büyük bir beklentiyle okumadım.Çerezlik bir kitap olsun,aksın,gitsin istemiştim.Tam da öyle oldu.Çerezlikten kastım,derin bir edebi anlatımının olmaması.Konusu itibariyle duygusal yoğunluğu olsa da kolay okunan,akıcı,gündelik bir dil.Bu nedenle hikayeye kolayca dahil oluyoruz.Sanki Selime Teyze'yle parkta ya da pazarda karşılaşmışız gibi.

Bir köy evinde yolları kesişen iki kadın;Selime Teyze ve Meltem...Daha önce kimselere söyleyemediklerini karşılıklı birbirlerine dökülürler..Bir tarafta yaşlılık yalnızlığı,bir tarafta genç bir kimsesizlik.Hikayeyi ikisinden de sırayla dinleriz.

Selime Teyze çocuklarından habersiz sığındığı bu köy evinde,kimselere yük olmadan,bahçe işleriyle vakit geçirir.Ölüm kapısını çalana kadar oyalanmalıdır.Meltem ise kimsesizliğine sıkı sıkıya tutunmuştur.
İkisi için de umut var mı?
Yazar bir kişi için cevabı net verirken,diğerini okuyucuya bırakır.
Altı Harfli Bir Tatlı
Şermin Yaşar - Doğan Kitap
41
@faikyilmaz9
İnceleme
4s
Yemen Sızısı


Kitabın Adı : Yemen Sızısı
Yazarı: Mehmet Sami Şepitçi
Yayınevi : @bilgeoguzyayinevi
Türü : Tarihi Roman
Basım Yılı : 2014
Sayfa Sayısı: 232 Sayfa

Düşünceler:

Yazık ki fazla okuyan bir millet değiliz. Tarihimizi istisnalar haricinde öğrenmiyor gerçeklikten yoksun , saçma sapan dizileri tarihimiz zannediyoruz.

Kendimize ait fikrimiz olmuyor. Başkalarının fikirlerini papağan gibi tekrar etmekten ,bunlara sorgusuz sualsiz inanmaktan öteye gidemiyoruz.

Elimden gelse bu kitabı ve bunun gibi eserleri herkese ama öncelikle öğrencilere okuturdum.

Yemen şarkılara dahi konu olmuş, acı dolu hatıralar diyarıdır. 1869-1914 yılları arasında sayısız asker şehit olmuş, sakat kalmıştır bu Kızıldeniz'in dibindeki stratejik ülkede. ( Dönemin yazılı kaynaklarına göre kayıp Sayısı 1 milyon civarıdır) İngiltere ve İtalya 'dan destek alıp isyan eden Arap Kabileleri ile sayısız kez savaşan Osmanlı Devleti 'nin bu savaşının içeriği pek bilinmez.

Dedesi Yemen Gazisi olan kitabın yazarı hatıralar, günlükler, arşiv belgeleri ,harp raporları ve diğer kaynakları tarayarak bu güzel eseri yazmış.

Müslüman Arap kabileleri ile ,tifo ile ,kolera ile , susuzluk ile ,sıcak ile ve daha bir çok sıkıntı ile mücadele eden Osmanlı Askerleri adını, şanını dahi bilmediği coğrafyada şehit olur

Dizilerdeki propaganda donelerinden ayrı olarak savaşın gerçeklerini anlatan bu eseri ve bunun gibi eserleri okumasını elzem buluyorum. Herkese tavsiye ediyorum
Yemen Sızısı
Mehmet Sami Şepitçi - Akçağ Yayınları - 2019
25
#fikir ve düşünce - @mervekaba
İnceleme
15s
Karavana
Kitap bir oturuşta okunabilecek incelikte görünebilir ama cümlelerin sizi götürdüğü derinlik ve kendinizi sorgulama durumu buna biraz engel oluyor.

Alman filozofun kırk beş maddelik hayat kuralı avcumuza sihirli bir anahtar bırakmıyor, bize mutlu olmanın zor değil aynı zamanda imkânsız olduğunu söylüyor. İmkânsız bir şey için çabalamaktan ziyade anı yaşamanın, sağlığın ve neşenin mühim olduğunu hatırlatıyor. En çok dikkatimi çeken bize hayal gücünü dizginlemekten ve özkısıtlamadan bahsediyor olması oldu.

Kitabın en sevdiğim cümlelerinden: “Sağlık olduğunda her şey bir zevk kaynağıdır. Bu nedenle sağlıklı bir dilenci, hasta bir kraldan daha mutludur.” s.44

Bu kitap bana bir hedef tahtasına tutturulmuş mutluluğu vurmaya çalışan bir ok gibi hissettirdi. Oku atan el de yabancı değil tabii..
Mutlu Olma Sanatı
Arthur Schopenhauer - Can Yayınları - 2023
130
#Edebiyat - @callmeishmael
İnceleme
15s
Daha önce öykü kitaplarından Otlakçı ve Mendil Altında ’yı okuduğum Memduh Şevket Esendal’ın bu sefer bu öykü kitabını okudum ve YKY’nin yayımladığı ve edindiğim tüm Esendal kitaplarından incelediğim kadarıyla en erken tarihli öykü kitabı bu. Otlakçı’da 1920’li yılların başında yazılmış öyküler, Mendil Altında’da 1925-46 arası yazılmış öyküler bulunuyordu. Hürriyet Gelirken’de ise (1908-1925 arası) 25 yaşından 40’lı yaşlarına kadar yazdığı öyküleri yer alıyor.

Daha önce Esendal’ın yaşam öyküsünü ayrıntılı bir şekilde okumuştum ve bu kitabı okuyunca şunun daha iyi farkına vardım, Esendal’ın ileriki yaşlarında yazdığı öykülerin sürekli hayattan, hayatın içerisinden, kendi yağında kavrulan insancıkların yaşantılarından bir fotoğraf karesi gibi olmasına karşın, bu ilk yazdığı öyküler daha çok Osmanlı’nın içinde bulunduğu o son dönem sıkıntılarının, sancılarının ve insanlarının dertlerinin öyküleri olarak karşımıza çıkıyor. Öyle bir dönemde yazıldıkları için de çok fazla ama çok fazla bugün anlamı bilinmeyen eski kelime barındırıyordu.
Bu kitabı okurken, başta adını andığım iki kitap kadar rahat değil, yanınızda daima bir sözlük bulundurarak okumak zorunda kalacaksınız.
Hürriyet Gelirken
Memduh Şevket Esendal - Yapı Kredi Yayınları - 11.2023
114
#Felsefe - @mehmetbenibil
İnceleme
16s
Yazarlığın en zor patikası olan kurgusallıkta, yeni bir ruhsal gerçeklik işlemektense genel gerçeklik içindeki zenginliği, fark edilemeyeni, örselenmiş olanı ortaya çıkaracak görüş açılarının çoğaltılması daha kıymetli. Bu roman bu zengin görüş açısının bir sonucu...
Yazar Mehmet Benibil'in, çok fazla yan olay yaratmadan merkezi bir olayla bu kadar fazla duygu durumunu ve toplumsal sorunu işleyebilmesi aynı zamanda başarılı imgeler kullanması takdire şayan...

Bir Tahribat Müessesesi...
Sürekli bir arayış hâlinde olan, farkındalığı yüksek, yaşama sevincini kaybetmiş yalnız bir adamın; sitemkâr bir koleksiyoner olan Zevat Tarumar'ın hikâyesi... Lenfoma kanseri teşhisinin konmasıyla birlikte artan yüzleşme ve kırılganlığın; sorgulama, arayış ve sürekli şikâyet hâlini su yüzüne çıkarması...Eşyanın insan hissiyatındaki canlılığını ve ruhunu, kahramanın geçmişe duyduğu özlemi okuyoruz romanda. Arayışın gark ettiği sancılı bir algı ve ağır bir yalnızlık...

Deneme türü ile romanın katıştığı bir eser. Yazar bununla kalmıyor "bireyin iç dünyasını yansıtan roman" ve "toplumcu gerçekçi roman" anlayışlarını da birleştiriyor. Bireyin bugün geldiği ruh durumu ile toplumdaki bozukluğun geldiği nokta arasındaki pozitif korelasyon...
Genç nesil eleştirisi, kurumlardaki insanların iletişim şekli, çıkar ilişkileri, şekilcilik, eğitimdeki derin sorunlar ele alınmış. En değerli varlığı olan koleksiyonu, olay örgüsündeki aslan payını alıyor.

Güzelliklerden, iyilikten payını alamayanların kurduğu bu düzende önemli sorular soruyor roman başkişisi:
-Bu çabuk doyumun sebebi nedir?
-İnsanlar acılarını düşlerine gömmez mi?
-Dünyanın bir ziyaretgâh olduğunu ne zaman anlayacağız?
-Yüksekteki alçaklar için yaşadığımızın farkına ne zaman varacağız?

Dört olgunun tanımını şiirsel bir şekilde yaparak bir itiraz getiriyor Zevat Tarumar:
Dünyayı insan yıpratma enstitüsü, nefsi ağzımızdaki takılı gem, parayı dünyaya bağlılık izni, düşü ise gerçeği terk etme tehciri olarak tanımlıyor. Romandaki 15 bölümün her bir ismi var ve bu isimleri çok seveceksiniz.

Zevat Tarumar iki şeydir ama iki şey de değildir. Münzevidir ama müptezel değildir. Melankoliktir ama sarhoş değildir.
Bir Tahribat Müessesesi
Mehmet Benibil - ELPİS YAYINLARI - 24.06.2025
101
@Yildizzz
İnceleme
17s
İstanbul Hatırası
Ahmet Ümit - Yapı Kredi Yayınları - 2024
87
@rabiarslan
İnceleme
19s
Doğan Cüceloğlu’nun Var mısın? kitabı aslında bize şunu anlatıyor: “Hayat senin, gerçekten ne istediğine karar ver ve onun için adım at.” Kitap boyunca insanın kendini tanıması, içindeki sesi duyması ve başkalarının düşüncelerine göre değil kendi değerlerine göre yaşamayı öğrenmesi gerektiği söyleniyor. Bazen korkuyoruz, özgüvenimiz düşüyor, sanki hiçbir şey beceremeyecekmişiz gibi geliyor ama kitap tam da burada diyor ki; “Korkman normal ama pes etmek zorunda değilsin.” Kendine küçük hedefler koyup adım adım ilerlediğinde hem güçlü biri oluyorsun hem de hayatın daha anlamlı geliyor. Yani kitabın mesajı şu: Kendi hayatının sorumluluğunu alır ve gerçekten ne istediğini bilirsen, kimsenin seni durdurmasına gerek kalmaz. Var mısın?
Var Mısın?
Doğan Cüceloğlu - Kronik Kitap - 2021
115
@faikyilmaz9
İnceleme
20s
Bekle Beni
2025 - 43. Kitap

Kitabın Adı : Bekle Beni
Yazarı : @zlivaneli
Yayınevi : @canyayinlari
Türü : Roman
Basım Yılı : 2025
Sayfa Sayısı : 189 Sayfa

Düşünceler : Zülfü Livaneli ülkemizin çok yönlü değerlerinden birisidir. Değişik alanlarda unutulmaz eserler vermiş ülkemizin medarı iftharı olmuştur. Müziklerini defaatle dinlediğim gibi kitaplarını da zevkle okudum ,okuyorum.

Genellikle yumuşak bir üslubu vardır yazarın. Yumuşak ve sadece tarzı ile okuyucusunu daha ilk sayfada kitabına hapseder. Herhalde en son kitabı olan bu dönem romanı yazarın tek istisnası oldu.

Üstat " Yazmakta en zorlandığım kitap oldu " şeklinde açıklamıştır bu eseri. Zordur çünkü gerçekler anlatılır. Zordur çünkü kurgu bir eserde gerçek insanlar acı çekmez.

Eşim @_withfeza_ ile hemen okumaya durduğumuz roman 68 kuşağı diye anılan bir kesimin darbe döneminde yaşadığı zorlukları anlatır. Zülfü Livaneli 'nin kitabın tamamı olmasa da belirli bölümlerinde kendi hayatından izleri de yansıttığı eserin çokça hüzün içermesi ,umudun giderek azalması bana Sabahattin Ali ile eşinin mektuplarından oluşan ' Canım Aliye Ruhum Filiz ' kitabını anımsattı. Dönem farklı olsa da okuyan insanların çektiği sıkıntılar ve zulümler hep aynıdır.

Selim ile Leyla 'nın çektiği sıkıntılar ekseninde tutsak insanların yaşadığı zorluklar ,ruhlarında oluşan yıkım ustaca resmedilmiş.

Oldukça etkileyici ,sorgulatıcı bir kitaptı. Zülfü Livaneli 'nin alışılagelen tarzından farklı ama mutlaka okunması gereken bir eser bu. Tavsiye ederim
Bekle Beni
Zülfü Livaneli - Can Yayınları - 2025
92
@melisaarslan
İnceleme
1g
Neşe Cengiz’in Gün Doğmadan Neler Batar kitabını okuduğumda, kısa sayfa sayısına rağmen ne kadar yoğun bir anlatım sunduğuna şaşırdım. 104 sayfa ama her cümlesi üstüme düşünce gibi çarpıyor.. hayatın karmaşıklığını, insan hatalarını ve toplumdaki gözlemleri öyle bir sembolik dille anlatıyor ki, farkında olmadan kendimi Fahri’nin yerine koyuyorum.
Fahri, yaptığı bir hatayı düzeltmek istiyor ve bu arayış onun vicdan muhasebesini gözler önüne seriyor. Okurken “Acaba ben de böyle bir durumda ne yapardım?” diye düşündüm. Yazar karakterleri ve toplumsal tipleri öyle zekice sunmuş ki, “insan suretiyle gezen canavarlar” metaforu gerçekten etkileyici. Safdiller, sinsiler, temizlik hastaları… Her biri hayatın farklı yönlerini yansıtıyor ve bazen kendimden parçalar bulduğum karakterler oluyor. Kitabın dili de ayrı bir keyif. Mizah var, ama sorgulayıcı bir tonla. “Bak, şuradaki aynı ben” dediğiniz anda anlıyorsunuz ki, yazar sizle konuşuyor, sizi gözlemliyor, hatta belki biraz da sizi test ediyor. Kısa sayfa sayısına rağmen düşündürmeyi başarıyor, bazı cümlelerde durup içimde tekrar tekrar dönüp düşündüğüm oldu.
Okuduktan sonra hissettiğim şey, Bu kitap küçük ama derin. Hayatın, hataların ve ikinci şansların üzerinde biraz daha uzun düşünmek isteyen herkesin okuması gereken bir kitap.
Gün Doğmadan Neler Batar
Neşe Cengiz - Metinlerarası Kitap - 2024
1 273
#Edebiyat - @callmeishmael
İnceleme
1g
Sırça Köşk'ün peşine okuduğum ikinci öykü kitabı oldu Değirmen. İtiraf etmeliyim ki bu kitap ile birlikte onun öykücülüğü, romancılığının yanında benim gözümde çok daha yükseklerdedir artık.
Yahu bu nasıl bir kitap, onlar nasıl öykülerdi öyle aman ya rabbi… Sanki kalbim camdanmış da bu öykülerdeki aldığım hisler de o camdan kalbin çekiçle parçalanması gibi bir hissiyatmış…
Böyle bir kitaba ne denilebilir daha fazla bilemiyorum.
Değirmen
Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları - 2024
144
#Edebiyat - @callmeishmael
İnceleme
1g
İlk defa bir öykü kitabının son sayfasını da çevirdikten sonra bu kadar tatmin olduğumu, bu kadar zevk aldığımı duyuyorum. Hem öykülerin kalitesi, içerdikleri mesajlar, kısıtlı sayfalarında başarıyla barındırdığı yoğun duygular hem de Sabahattin Ali'nin Türkçeyi çok lezzetli bir şekilde kullanması, benim bu kitaptan olağanüstü bir zevk almama ve çok sevmeme neden oldu.
Özellikle kitaba da adını veren sondaki Sırça Köşk öyküsü, dünya öykü tarihinin en iyi birkaç öyküsünden biridir bana göre. Hâlâ okumamış varsa daha fazla vakit yitirmemeli.
Sırça Köşk
Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları - 2024
134
@berrybutcher
İnceleme
1g
Halil Cibran'dan okuduğum ikinci kitap oldu. Ilki gibi kısa ve anlamları, metaforlar arasında bulunmayı bekleyen türde öyküler yer alıyor.

Yüzeysel bir okumayla hafızadan silinecek, bir mesajı olmayan, sığ karakterlerden oluşan hikayeler bunlar. Fakat şahsen severek okudum Meczup kitabını da Gezgin'i de. Yine toplumsal konularla ilgili pek çok dokundurma vardı. Bunlar o kadar iyi saklanmış ki, bilinçsiz bir şekilde iletiliyor aslında. Anlamlandırıp, düşünceleri bir şekle büründürmek, çıkarımlar yapabilmek için alt metni dikkatle okumak gerekiyor.
Gezgin
Halil Cibran - Maviçatı Yayınları - 2019
106
@berrybutcher
İnceleme
1g
Hayatın farklı birçok noktasına değinilmiş olsa da ana temalar; topluma yabancılaşma, yalnızlık, anlaşılmamak, kendi varlığını kabullenmeme üzerineydi. Yani bana, bu kısa kitabı okurken sirayet eden izlenimler bu yöndeydi. Özellikle Meczup, Uyurgezerler, Çarmıhtaki Adam ve Kusursuz Dünya bölümleri, benim de bir zamandır aklımı kurcalayan konuları içerdiğinden çok dikkatimi çekti.
Meczup
Halil Cibran - İş Bankası Kültür Yayınları - 2024
88
@faikyilmaz9
İnceleme
2g
Haziranın Yirminci Günü


Kitabın Adı : Haziranın Yirminci Günü
Yazarı: Cenap Şahabettin
Yayınevi : @isbankasikulturyayinlari
Türü: Hikâye
Basım Yılı: Ekim 2023
Sayfa Sayısı: 128 Sayfa

Düşünceler: Cenap Şahabettin Servet-i Fünun Döneminin en büyük şairlerinden birisidir.

Genellikle şiirleri ile tanınan yazar nesir türünü de ustaca kullanması ile bilinir

Çok yönlü eserler veren yazarın şiirleri, seyahat ,mizah ,eleştiri gibi pek çok konuda yazıları olduğunu ve bunların çoğunun henüz basılmadığını biliyoruz. Ama hikaye türünde eserler verdiğini yeni basılan bu kitap ile ilk.kez duymuş oldum.

Dokuz hikaye içeren bu kitapta genellikle insan ilişkileri, aşk gibi konular işlenir. Önce çevresel tasvirler ve olaylar açıklanır daha sonra ise hikayeye geçilir.

Pastoral tasvirlerin yoğunlaştığı kullanıldığı hikayelerde ayrılık gibi temalarda unutulmamış.

Hiķâyelerin orijinal metinleri de kitabın sonuna eklenmiş. Bilgi birikiminize göre iki farklı şekilde okuyabilirsiniz eseri.

Türünün örneklerinden birisi olan bu eseri tüm kitap dostlarına tavsiye ediyorum
Haziranın Yirminci Günü - Toplu Hikayeleri
Cenap Şahabettin - İş Bankası Kültür Yayınları - 2024
115
#Edebiyat - @callmeishmael
İnceleme
2g
“Bir dakika sonsuzluk doldu taştı gönlümden…”
Birkaç ayda bir bunun gibi, böyle delilik ile dâhilik sınırlarında gezinen bir sanatçı ürünü bir kitap okursam veya film izlersem kendimi kâra geçmiş tüccar gibi hissediyorum.


Mesela ilk aklıma gelenlerden, Mary Shelley’den ‘ Frankenstein’, Francis Scott Key Fitzgerald’dan ‘Benjamin Button`ın Tuhaf Hikayesi’ yahut ‘Altıncı His’, ‘Geliş’, ‘Kaynak’ filmleri gibi… Okuduktan/izledikten sonra “bu fikir sizin aklınıza nereden, nasıl, hangi kâbusun hangi rüyanın ardından geldi” demekten kendimi alamadığım bazı yapıtlar var ki bu novella da onlardan biri oldu. Dahice mi yoksa delice mi olduğuna karar veremediğim mereklandırıcı ve boşluğa düşürücü bir senaryo. Bir yerden sonra sonlara doğru artık sıkılmaya başladığımı da itiraf etmeliyim tabii ama bunun altından ya saçma sapan bir son ya da artık bu sıkıcılaşmaya değecek baş döndürücü bir sürpriz çıkacak diye düşünmüştüm ki öyle de oldu. Sabırla, dikkatle, şiddetle okumanızı öneriyorum.

***

İlk 5 sayfada, Holenia ile Zweig arasında geçen üç adet mektup bulunuyor.
Sonraki 60 sayfada ise Baron Bagge adlı novella yer alıyor.
En sonunda da 40 sayfa kadar, yazarın bir nevi öz yaşam öyküsü yer alıyor. İşin açıkçası bu son 40 sayfayı okumak, kitabın ilk 67 sayfasını okumaktan daha zorlayıcıydı. Hatta bu kitabı şiddetle önerirken son kısmınıysa şiddetle okumamanızı tavsiye ediyorum, size pek bir şey katmayacaktır.
Baron Bagge
Alexander Lernet-Holenia - İş Bankası Kültür Yayınları - 2024
187
#Edebiyat - @callmeishmael
İnceleme
2g
Cumhuriyet kurulduktan 11 yıl sonra, 1934 yılında, -muhtemelen- Ankara’da, pansiyon gibi kullanılan 9 odalı bir evde yaşayan 9 farklı hane, 9 farklı hayat, eve yeni taşınan -ve adı hiç geçmeyen- genç bir bankacının bakış açısından anlatılıyor. Kitabın özeti kısaca bu.


İnsan bazı zamanlar, uzun süre kalacağı, çalışacağı, yaşayacağı bir ortama, kendini mecburi olarak giriş yapmış bulur ve o ortama uyum sağlamakta ilkin zorluk çeker, belki fırsatını bulsa hemen orayı terk etmek de isteyebilir fakat zaman içinde uyum sağlamayı başardığında artık o ortama ısınır ve orası insan için hoş, keyif aldığı bir yere dönüşmeye başlar. Niye bilmiyorum, bu kitap bende bu duyguları uyandırdı. İlk bi' 50 sayfa kadar, odalar, karakterler, beni kendilerine yaklaştırmadı gibi. Fakat roman ilerledikçe, anlatılanlar dallanıp budaklandıkça, farklı karakterleri, farklı hayatları, Esendal’ın o güzelliği sadeliğinden gelen kalemiyle tanımaya başlayınca her gün her gün kitaba daha da bağlanmaya, karakterleri ve yaşamlarını daha da merak etmeye başladım.

~

#y:682, romanı, yeni kurulan Ankara’nın atmosferinde, ülkedeki seviye ve zihniyet farklarını güçlü bir biçimde gösteren bir yapıt olarak yorumlarken Karekök Yayıncılık 7. Sınıf İngilizce Soru Bankası da benzer bir biçimde, romanda Cumhuriyet’in ilk yıllarının bütün olumlu ve olumsuz yanlarının ve rastgele bir araya gelen insanların serüvenlerinin anlatılarak gözler önüne serildiğini belirtir.

Eleştirmenler, Memduh Şevket Esendal’ın, Türk edebiyatına, anlatıdaki serim-düğüm-çözüm sıralamasını dikkate almayan, “Çehov tekniği” olarak bilinen anlatım biçimini getirdiğini belirtirler.

***

Kitabı bitirdikten sonra TRT’nin 1989 yapımı aynı adlı 5 bölümlük diziyi de izledim ve onu da kitap kadar beğendim. Tavsiye ederim.
*
Romanın başka baskılarında belki anlamı bilinemeyebilecek bazı sözcüklerin açıklaması vardır ancak YKY baskısında yoktu. Ben derlediğim kelimeleri alfabetik sıraya göre buraya yazdım:

arık: zayıf
avantür: macera
dolayı: çevrede, etrafta bulunan
düzgün: fondöten(eskimiş)
ezginlik: tedirginlik, sıkıntı
fitlemek: birini, başkasına karşı kışkırtmak
iğfal etmek: aldatmak
ihtimam: özen göstermek
iktiza: gerekli, gerekme
iltimas: kayırma
istida: dilekçe
kavil: söz
keleme olmak: bakımsız kalmak
kesene: toptan satış vb.
kompliman: gönül okşayıcı, hoşa giden söz, koltuklama, iltifat
layiha: görüş/düşünce bildiren yazı
mansıp: makam
mütehassıs: uzman
rastık: sürme
tahkikat: soruşturma
tavsamak: gücünü, hızını kaybetmek
tekaüde çıkarmak: emekli etmek
tezvir: dedikodu
uğunmak: üzüntü veya acıdan kıvranmak
yaltak: dalkavuk
yansılamak: alayla taklit etmek
Ayaşlı ile Kiracıları
Memduh Şevket Esendal - Yapı Kredi Yayınları - 2024
91
@faikyilmaz9
İnceleme
3g
Ayaşlı ile Kiracıları


Kitabın Adı: Ayaşlı ile Kiracıları
Yazarı : Memduh Şevket ESENDAL
Yayınevi: @isbankasikulturyayinlari
Türü: Roman
Basım Yılı: Mart 2023
Sayfa Sayısı: 222 Sayfa

Düşünceler: Modern Türk Edebiyatının en önemli klasiklerinden biri olan bu eseri yazıkki yeni okuyabildim.

1934 yılında gazetelerde bölümler halinde yayınlanan bu eserde Ankara 'da yeni yapılan bir apartmandaki odalarda kalan insanların hayatı işlenir.

Genellikle biraz aykırı, uç karakterlerin önce tanıtılıp sonrada hikayelerinin anlatıldığı bu roman Cumhuriyet Döneminin başlıca olaylarını irdelemesi bakımından önemlidir.

Dönemin Ankara' sından günümüze panorama sunarken Anadolu 'nun çeşitli yörelerinden de enstantaneler sunmaktan geri duymayan yazarın eski başkent özlemi ile yeni başkent arasındaki çekişmeyi de satırlar arasında görürüz.

Karakterler romana sürekli girer çıkar ama bol diyaloglar ile akıcılık bir an olsun kesilmez. Her karakter mutlaka akılda kalır. Anlatımının etkisini ve kaleminin gücünü buradan anlıyoruz yazarın.

Karakterler ilginçtir, olaylar bazen sıradışı gelir ama yine de herkesin yaşayabileceği türden olmaları da muhtemel gelir insana. Yani hem uzak hem yakın hissettiriyor. Tuhaf bir büyüsü var bun anlamda.

Zevkle okudum . Hemen bitirdim. Birazda üzüldüm ama bu üzüntümün nedeni bu güzel eseri daha önce okumamış olmamdan kaynaklanıyor.

Henüz ve hâlâ okumamış iseniz bir an önce okumanızı öneririm.
Ayaşlı ile Kiracıları
Memduh Şevket Esendal - Can Yayınları - 2024
135
@faikyilmaz9
İnceleme
3g
Aklından Bir Sayı Tut


Kitabın Adı: Aklından Bir Sayı Tut
Yazarı : John Verdon
Yayınevi : @koridoryayinlari
Türü: Roman ( Polisiye )
Basım Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 477 Sayfa

Düşünceler: Dave Gurney uzun yıllar cinayet davalarını çözmüş mesleğinde efsane sayılan bir dedektif iken emekli olmaya karar verir. Eşi Madeleine ile birlikte Newyork Şehri 'nin kırsal bir bölgesinde ev alan Dave huzurlu bir yaşam sürmek istemektedir.

Üniversiteden eski bir arkadaşı Mark Melery 'den bir mesaj alan Dave garip bir mesajla başlayan olayların içine girer.

Önceleri rahatsız edici şiirler olan bu mesajlar sonraları yaşam tehdidine kadar varır. Dave arkadaşına polise gitmesini söyler ama arkadaşı öldürülünce O 'da soruşturmanın içine girer.

Basit bir cinayet olarak başlayan soruşturma daha sonra seri katil kovalamacasına döner. Ve olaylar Dave 'in hayatının da tehlikeye düştüğü bir hal alır.

Sonunu yazmayacağım tabi. Ama Kitabın sonuna kadar katili merak ediyor ,büyük oranda ters köşe oluyorsunuz.

Akıcı, heyecan veren , adrenalini bir an olsun azaltmayan bir romandı bu. Neredeyse sadece bir günde okudum.

Yöneticilik yapan John Verdon 'un ilk kitabı olan bu eser oldukça başarılı idi. Kendisi de tıpkı kitaptaki olayların geçtiği yerdeki bir kır evinde yaşayan yazarın bu eserini özellikle türünün ilgililerine tavsiye ediyorum
Aklından Bir Sayı Tut
John Verdon - Koridor Yayıncılık - 2021
130
@nese
İnceleme
3g
Eski Bir Fotoğraftan Kırpılmak
Ermiş deniz fenerlerinden aydınlık dumanlar gelir
Eski bir şarkıda gemileriyle kaybolanlar gelir
Siyah yelkenleri rüya tozlarıyla örtülü

~Attila İlhan - Deniz Kasidesi şiirinden.~

Fırat Sunel’in okuduğum ilk kitabı. Öylesine yüreğe dokunuyor ki tam olarak nasıl yorumlayacağımı bilemiyorum. Ne duru bir anlatım. Okuyanı sarıp sarmalayan bir kitap. Okumalısınız. Aslında 'Salkım Söğütlerin Gölgesinde' yazarın okumayı düşündüğüm ilk kitabıydı. Şimdi daha bir sabırsızım okumak için. Çok etkilendim kaleminden.

Gurbet benim için hiç bitmedi.” diyen yazar, Almanya’da işçi bir ailenin çocuğu olarak büyümüş, Almanya dahil kimi ülkelerde başkonsolos ve büyükelçi olarak görev yapmış.

Sarpıncık Feneri'nde Sakızlı mübadil bir aile merkezinde kardeşlik bağları, ayrılık ve yaşadığı topraktan koparılmanın yarattığı yıkımı işliyor. Doğduğumuz topraktan başka yerlere savrulmak, can korkusuyla sevdiğimiz ve bağlı olduğumuz her şeyi bırakıp gitmek zorunda kalmak, son nefesimizi verene kadar özlemle oraları sayıklamak bizlerin yabancısı olduğumuz hisler. Bu hazin göç hikâyelerini kitaplardan okurken bile yüreğimiz parçalanıyorsa, bunu bizzat yaşayanların acısını varın siz düşünün.

Mübadele veya göç elbette çok yazılmış, çok okunmuş konular. Ancak bu kitapta farklı bir anlatım var. Okuyanı çocukluğuna götüren bir rüzgâr diye tanımlayabilirim. Bütün o hazin yaşanmışlıkları bir çocuğun anılarından, deniz fenerinin büyüsüyle harmanlayıp öyle güzel dokumuş ki yazar, iyi ki okumuşum dedirtti.

Attila İlhan, Deniz Kasidesi şiirinde “Ermiş deniz fenerlerinden aydınlık dumanlar gelir” demiş. Kitabı okurken sık sık aklıma geldi. Aydınlık günlere olan inancımız gitgide azalırken, neyse ki kitaplar var demekten kendimi alamıyorum. Bu karanlık dünya denizinde bize fener olan böylesi güzel kitapları yazanlara minnetle...
Sarpıncık Feneri
Fırat Sunel - Profil Kitap - 2020
161
@faikyilmaz9
İnceleme
3g
Sol Ayağım
2025 - 42. Kitap

Kitabın Adı : Sol Ayağım
Yazarı : Christy Brown
Yayınevi : @norakitap
Türü : Otobiyografik Roman
Basım Yılı : 2024
Sayfa Sayısı : 189 Sayfa

Düşünceler : @sosyalkitaptrabzon grubunun bu ayki kitabı olan eser doğuştan serebral palsi ( beyin felci ) hastası olan Christy Brown 'un otobiyografik romana dönüştürerek yazdığı hayata tutunma mücadelesidir.
Eşim @_withfeza_ ile birlikte okuyup değerlendiriyoruz. Daha sonra ise okuma grubundaki arkadaşlarla da toplantı yapıp eserle ilgili fikir alış verişinde bulunacağız

Ellerini dahi kullanamayacak kadar hareketlerini kontrol edemeyen ,konuşamayan birisinden altı kitap yazan ,resim çizebilen birisine dönüşünün destansı hikâyesi de diyebiliriz aslında.

Özellikle gençler olmak üzere herkesin okumasını dilerdim,isterdim.

-Yalnızdım kendi dünyama hapsolmuştum.

- Evet ,dudaklarımla konuşamıyordum ama şimdi sözlerden daha kalıcı şeylerle konuşacaktım ; yazılı sözcüklerle

- Sol ayağım, bulunduğum hapishanenin kapısının tek anahtarıydı.

- Sayın İlgili ; gerçi kimsenin ilgilenmeyeceğini biliyorum ama...

- Bulamayacağım bir şeyi arıyor ,tutamayacağım bir şeye uzanıyor gibiydim

- Önce kendimi aşmam gerekiyordu. Asıl savaşın şimdi başladığını biliyordum.
Sol Ayağım
Christy Brown - Nora Kitap - 2021
182
@nese
İnceleme
4g
Siyah ve Beyaz
Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu,
birinciliği beyaza verdiler.
(Özdemir Asaf)

Bu kitapta çok ama çok şey var. Yine de uzun uzadıya anlatmadan aktarmaya çalışacağım.

Yer Güney Afrika, Rodezya. Bugünkü ismiyle Zimbabwe. İnsanlık iki büyük dünya savaşını tecrübe etmiş. On savaş daha yaşasa değişen fazla bir şey yok. Biz önce dışından bakıyoruz insana.

Gözümüze ilk önce siyah ve beyaz çarpıyor.

Türkü Söylüyor Otlar’da Doris Lessing’in yirmi beş yıl yaşadığı Zimbabwe toprakları mükemmel bir betimlemeyle anlatılıyor. Avrupalı beyaz efendilerin hem sömürüp hem tiksindiği siyah, sade bir dille çıkyor karşımıza.

Açlıktan yığılıp kalmış çocuğu, arkasında bekleyen akbaba ile görünce deklanşöre basan Kevin Carter, o fotoğraf sayesinde Pulitzer Ödülü almıştı hani, bakınca hepimiz de ne üzülmüştük!. Sonra şölen sofralarımıza geri dönmüştük. İşte o fotoğrafın ardındaki yaşamı en yalın anlatımla görüyoruz. Bunu yaparken, beyazın yalnızca siyaha değil, birbirine karşı tutumunu da izliyoruz. Dönemin toplumsal yapısı yazarın aynasından gözümüze yansıyor. Kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik, erkeğin egemen olduğu düzendeki çarpıklık, toplum baskısının insan psikolojisi üzerindeki yıkımı akıcı ve duru bir dille sergileniyor. Eleştirel bakış açısını satır aralarında boğulmadan yakalayabiliyoruz. Sayfalar ilerledikçe beyaz adamın ırkçılık ideolojisinin hem değersizleşmesi hem de bu değişimi reddetmekten doğan iç çatışmalarına tanık oluyoruz.

Lessing, efendi-köle ilişkisini hem beyaz adamın siyah adama uyguladığı baskıcı tutumla hem de ataerkil sistemin kadına getirdiği dayatmalarla göz önüne sererken, aslında bir taşla iki kuş vurmuş oluyor. Çocukluğunu yoksul ve mutsuz bir anne babayla geçiren Mary’i ana karakter olarak seçmesi, “Mutsuz çocuklar mutsuz toplumların mimarı mıdır?” sorusunu ayrıca akıllara getiriyor. Geçmişiyle bağlarını koparıp ailesiz bir yaşamı seçen, üstelik bundan mutlu da olan Mary’nin toplum baskısına boyun eğmesi, ister istemez aile kaderdir düşüncesini çağrıştırıyor. Seçtiği yaşam ile kendisine dayatılan yaşam arasındaki zıtlık yüzünden kendini toplumdan soyutlayıp, akıl bozulmasına kadar sürüklenen bir karakter profilinde tanık olduklarımız akıllara şu soruyu da getirmeli: Batısıyla, doğusuyla, adil bir toplum olmamız düşüncesi bir hayalden ibaret olabilir mi? Belki de kaçış yok.

Yazar, kara kıtanın iyileşmeyen yarası olan siyah ve beyaz arasındaki eşitsizlikle, beyaz adamın ‘haklı da benim üstün de’ psikolojisi ve kendi dünyasında çözemediği cinsiyet eşitsizliğiyle, insanın insanı sömürmesiyle doğan adaletsizliğe yaptığı vurguyla, harika bir eser meydana getirmiş.

Lessing’in ilk romanı olan Türkü Söylüyor Otlar, kendi özyaşam izlerini de taşıyor. Katolik okulunda okurken eğitimini yarıda bırakan, genç yaşında evi terk eden yazar, otuzlu yaşlarında kaleme aldığı bu romanla ırkçılık konusunu kadının toplumdaki trajik durumuyla harmanlayıp, bu alanda yapılmış çalışmalardan farklı bir eser koyuyor ortaya.

“Bir uygarlığın zaaflarıyla ilgili en doğru yargıya başarısızlıklarına ve uyumusuzluklarına bakarak varılabilir.”

"O, beyaz Güney Afrika'nın birinci kuralına uyuyordu: Beyaz soydaşlarının, belli bir seviyenin altına düşmelerine izin vermeyeceksin; çünkü buna izin verirsen, Zenci kendini seninle eşit görür."

Kazandığı 2007 Nobel Edebiyat Ödülü’nü, ödülle gelen ilginin yazarlığını olumsuz etkilemesi yüzünden bir felaket olarak niteleyen Lessing’in başarılı psikolojik tahlillerinden biri olarak gördüğüm şu alıntıyı da paylaşmadan geçmek istemedim.

“Gerçeği söylemek ya da dışlamak uğruna, bir insanın kendisi hakkındaki imgesini çökertmek çok kötüdür. O insanın yaşamaya devam edebilmek için yeni bir imge oluşturmayı başarıp başaramayacağını kim bilebilir?”
Türkü Söylüyor Otlar
Doris Lessing - İş Bankası Kültür Yayınları - 2024
233
@nese
İnceleme
4g
Şeytan Nereye Çağırırsa Oraya
İçimizdeki şeytan kulağımıza bir şeyler fısıldar.
Bencile şunu der:
"Duygularının sorumluluklarını başkalarına yükle."
Çıkarcıya şunu der:
"Kendi işini gör, bugünü kurtar, varsın yansın Dünya."
İkiyüzlüye şunu der:
"Nabza göre şerbet ver. İlkeli olmaktan kim fayda görmüş?"
Kurnaza şunu der:
"İstediklerini elde etmek için başkasının hakkını düşünme bile. Ortada iyi bir şey varsa ne yap et, sen al onu."

Şeytan hiç susmaz. Her yanımızı sarmış çeşitli aynalarda gizlenir. Bazen bencillik aynasında görünür yansıması, bazen iki yüzlülük, kimi zaman da kurnazlık. Çoğu zamansa, neredeyse baktığımız her aynada onu görürüz.

Macide ve Ömer’in aşkı çevresinde insan psikolojisine derin bir bakış taşıyan bu sürükleyici kitap hep eleştirdiğimiz dünyaya açılan aynalarla doluydu.

Macide’nin aynasından bakarken, “içimizde barınan tüm şeytanlara rağmen” umudun tükenmediğini, iki yüzlü ahlak anlayışına geçit vermeyen sağlam karakterli kadınların her devirde var olduğunu görüyoruz.

Ömer’in aynasında ise, aczimize ve boş vermişliğimize rağmen içimizdeki iyilik ve doğruluk kırıntılarının bir gün bir yerlerden çıkıp hayatımızın kontrolünü eline alabilme ihtimalini izliyoruz.

Bedri’nin aynası insan olmanın, insan sıfatıyla bir toplumda yaşamanın içimizdeki ümidi de yaşatmak gibi bir zorunluluk doğurduğunu gözler önüne seriyor. Bu aynadan yansıyan satırların belki de en vurucu olanları şunlardı:

“Daha sarp yollardan yürüyen fakat buna mukabil insan denecek bir insan olmak isteyenler de var… Belki pek az… Ama var… Unutmayın ki, dünyada en korkunç şey, ümidini kaybetmektir. Bu söylediğim gibilerin az ve henüz kendilerini tam göstermiş olmaması, günün birinde iyinin, doğrunun ve kıymetlinin hakim olacağından ümidi kesmeyi icap ettiremez…”

Ve yansıttığı ışıkla gözlerimi en çok kamaştıran ayna; Hafız Bey ‘in aynası… O aynadan çıkıp yüzümüze çarpan şu cümleler ne çok şeyin özeti:

“Sana teşekkür borçluyum evlat… Bana dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek, ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin. Böyle biri mevcut olsa o sen olurdun ve şimdi buraya gelinceye kadar içimde bir şüphe vardı. Şu kainatta belki bir de iyi taraf vardır, fakat görmek bize nasip olmuyor diyor ve seni düşünüyordum. Bir daha teşekkür ederim. Beni boş hayallerle avunmaktan, yaptığıma pişman olmaktan kurtardın.”

İçlerinde siyasiler, yazarlar ve akademisyenlerin sahibi bulunduğu kirli aynalardan sızan rahatsız edici yansımalarda her türlü değere ihanet edebilen, arzularının kölesi olmuş, aciz ve zavallılara ait yansımaları da görmek mümkün. Sanırım Ömer ‘in içinde bir parça da olsa kalan son iyilik kırıntılarını da silip süpüren bunlardır.

Son olarak, Sabahattin Ali’nin bu romanı yazmaktaki asıl amacının dönemindeki diğer aydınlara göndermelerde bulunmak olduğu, Ömer’in yakın arkadaşı Nihat karakterinin Nihal Atsız, bir diğer karakter İsmet Şerif’in Peyami Safa, şair olarak yergiyle söz edilen Emin Kamil’in ise Necip Fazıl olduğu birçok yerde yazılmış. Ne sebeple yazmış olursa olsun, sosyolojik, psikolojik ve felsefi çözümlemelerle dolu bu sürükleyici eseri iyi ki de yazmış.
Keyifli okumalar dilerim.
İçimizdeki Şeytan
Sabahattin Ali - Yapı Kredi Yayınları - 2024
238
@nese
İnceleme
4g
Hakikattir Övgüyü Hak Eden
Acı çekme felsefesine sahip kültürler Dünya’nın doğusunda daha yaygın sanki. İntikam duygusuna da yüce anlamlar yüklenir niyeyse? Canını feda etmek gerektiğinde acı ve intikamdan daha iyi bir motivasyon olabilir mi? Olur elbette, dahası var:
Bu dünya zaten ölümlü ve haksızlıklarla dolu. Gel biz seni sonsuz mutluluğun olduğu öbür dünyaya gönderelim, şehitlik de fazladan ikramiye olsun. Bak seni orada ne tatlı bir hayat bekliyor. Hem başkalarına da örnek ol, onlar da kendini feda etsin, senin gibi şehit olsunlar! Yarattığın kayıplara aldırma, bu yolda her şey mübah.

Böyle bir saçmalığı asla yapmam diyorsunuz değil mi? Peki kim yapıyor bunları? Yalnızca kör inançlarla ruhunu, haşhaşla beynini uyuşturmak yeter mi insanın böylesi akıl almaz bir şeyi yapmasına? Yetmez elbette. Kaybedecek bir şeyinizin olmaması bile yetmez. Umutlarının da tükenmiş olması gerek. Gerçi çocuğunu yanına alıp bu eyleme kalkışacak kadar ruhsal bozulmaya uğramış olanları da duymuyor değiliz ancak çocuğu o anda zaten onun için kaybedilecek bir değer değil. Böylesi bir akıl tutulmasının pençesindeki insanları fedai yapmanın gelişimini, tarihteki var oluş sürecini başarıyla aktarmış yazar.
Elbette asıl konu bu değil.

Görünürde olan:

Şii Müslümanlar ve Selçuklu Türkleri arasındaki mücadele, güçlü bir silahlı örgüt, korkutucu bir siyasi güç, haşhaş ve bakire kızları kullanıp cennet vaadiyle gençlerin beynini yıkayıp intihar saldırılarında kullanan bir diktatör… Ardında bıraktığı izlere günümüzde dahi rastladığımız, var olan tüm ideolojileri reddetmiş gibi görünüp dini duyguları alet ederek kendi ihtişamlı sistemini oluşturan acımasız Hasan Sabbah’ın harcadığı hayatlara aldırmadan ölümüne giriştiği bir güç savaşı.

Hiçbir şey gerçek değil, her şey mübah!

Aslında olan:

İnanç diye kabul ettiği düşüncelerin yıkıma uğrayışıyla tüm ahlaki değerleri ve duyguları deforme olmuş hasta bir ruh. Amaç bellediği ne varsa onun uğruna başkalarını harcamaktan çekinmeyen bir kötülük. Bu kötülüğü göremeyecek kadar dogmalara teslim olmuş zavallı zihinler.

Eser yalnızca popüler bir roman değil, akıcı anlatımında gizli sembolik anlamlar ve sıkça kullanılan felsefi yorumlarla sürükleyip götüren bir serüven...
Fedailerin Kalesi Alamut
Vladimir Bartol - Koridor Yayıncılık - 2022
225
@nese
İnceleme
4g
Yara İzlerinden Tanıyorum Seni
“Ve bir gün, artık bu dünyaya dayanamayacağım, diye düşündüm.
Bunun üzerine denizin derinliklerindeki kadim bir tanrı seslendi:
-Öyleyse çocuğum, başka bir dünya yap.”

Ben başka bir dünya yapmak için yıllarca çalıştım. Alışılmış kurallarla savaştım, istediğim ve istemediğim şeyleri belirlemeyi bildim, kalabalıklarla baş ettim, dilediğimde yalnızlığı seçip, dilediğimde sevdiklerimin ve ailemin elinin uzanabileceği bir yerde olabildim.
Bir gün sevdiklerimden biriyle, annemle seyahate çıktım. Kendi başına gidemeyeceği yerleri görsün istedim.

Birinci köprü yoluna yanlışlıkla girip panikten ne yapacağını şaşıran sürücüler gördünüz mü hiç? Biz Kuzey Amerika’da kiralık bir araçla bilmediğimiz bir sürü yolda paniklemeden gezdik annemle. Yine de daha önce iyi bildiğim bir hissi oralarda içime kazıya kazıya bir kez daha yaşattı sağ olsun.
- Bir başımıza buralarda ne işimiz vardı?
- Tamam anne, anlıyorum. Ben astronot olup Ay’a bile çıksam vasıfsız bir erkek kadar olamam değil mi?

Kitabı okurken bu düşüncelerin kıyısında gezinip duruyor insan. “Eğer kadınsan, tanrıça bile olsan, kaybeden taraftasın.”

Ancak bu kabullenen tarafta olduğun anlamına gelmez. “Kirke” gibi, kendini bulma yolunda her şeyi göze alacak güce sahip olduğunu fark ettiğin an kazanan tarafa geçtin demektir.

Mitolojiye ilginiz olsun olmasın, ‘Ben, KİRKE’ tek solukta okuyacağınız bir eser. Kitabı okumaya başlarken son sayfalarda kahramanların tanıtıldığı bölüme göz gezdirebilirsiniz. Ben başlangıçta özellikle bakmadım o kısma. Tüm hikâyeyi öğrendikten sonra bu küçük mitoloji sözlüğüne bakmak daha hoşuma gitti.

Bir film izler gibi büyülerin, canavarların, acımasız Zeus, akıllı ve güzel Athena, bencil ve katı Helios gibi tanrıların, Agamemnon, Akhilleus ve Odysseus gibi büyük savaşçıların dünyasında dolaştım. Yalnızca tanrıça veya titan değil, olağanüstü bir kadın olan Kirke beni kendine hayran bıraktı.

Böyle güzel bir çeviri yapan Seda Çıngay’ın ve emeği geçenlerin ellerine sağlık diyorum.
Okursanız ayırdığınız zamana değecek.
Ben Kirke
Madeline Miller - İthaki Yayınları - 2023
225
@nese
İnceleme
4g
İyiler - Kötüler
Kemal Tahir, “Benim de masalım var, halk hikâyelerim var…” demiş.
Ve almış kalemi eline.

Türk’ün bir uç beyliğinden kısa zamanda nasıl devlet haline geldiğini destansı bir dille yazmış.
Türk kadınının yiğitliği ve cesaretinin de altını çizip, romana Devlet Ana adını vermiş.

1290’lı yıllarda Bursa, Söğüt ve çevresinde Osmanlı Beyliği, Bizans Tekfurlukları ve diğer Türk beyliklerinin ilişkilerini, Kancık Vuruş, Uyandırılan Işık, Dost Çelmesi, Fal, Derin Geçit ve Kerimcan’ın Yolu adını verdiği altı bölümde okurlarına aktarmış.

Eser, Ertuğrul Gazi’nin yaşlılığı ve ölüm dönemiyle başlıyor. Devamında Osman Gazi’nin bey oluşu, Orhan Bey’in gençliğe adım atışı, Anadolu Türkleşmeye başlarken Osmanoğulları’nın devlet kurma mücadelesinde Bizans ve ona bağlı tekfurların bu gücü önleme çabaları gibi önemli olaylara tanık oluyoruz.

Ayrıca, dönemin dünyası, tarihi olayları, sosyal yapısı, inanç ve kültürel farklılıkları, özellikle de feodalite ve din sömürücülüğünün Batı’yı içine hapsettiği karanlık, ustaca gözler önüne seriliyor.

“Şöyle bilin ki, ahilikte miras yürümez, babanın kazandırdığı oğula geçmez ve de herkesin kendi kazanması kanundur… Onu gördüm ki, ahilerden kiminin kitabı hiç yok. Kitap olmayınca aktan kara, eğriden doğru ayrılmaz.”
satırlarında alçakgönüllülük, yiğitlik, güzel ahlak, cömertlik, inanç farkı gözetmezlik gibi erdemleri bünyesinde barındıran ahilik teşkilatının başlangıcındaki saflığın, daha sonra bozulmaya uğradığı da, dönemin doğu toplumunun inanç ve sosyal yapısına ışık tutar nitelikte.

Osmanlı’nın Söğüt’teki yaşam biçimi, maneviyat ve milli değerlere olan bağlılık, adalet kavramı, aile birliği, devletin milleti ile olan uyumu, ayrıntılarıyla sergilenirken, Ertuğrul Gazi, Osman Bey, Orhan Bey, Şeyh Edebalı, Akçakoca, Yunus Emre gibi tarihi şahsiyetlerle kurulmuş olay örgüsü eşsiz bir anlatımla sunulmuş.

Dönemin Türk (Türkmen) toplumunda kadına verilen önemin, Bacıbey (Devlet Hatun) karakteriyle disiplinli, saygın, sert mizaçlı ve güçlü kadın modelinde karşımıza çıkması da, bir anlamda, benimsenen devlet anlayışının sembolü gibi.

Beyliğin devlet oluşundaki süreç çok sancılı geçer. İyiliğin karşısında sayısız kötülük vardır.

Türklere büyük düşmanlık besleyen Saint Jean şövalyelerinden Notüs Gladyüs karakteri, eserde karşı güce hizmet edenlerden biri ve istediğini elde etmek için her türlü kötülüğü olağan sayan Batı feodalizminin vücut bulmuş hâli. Kötülüğün diğer temsilcilerinden biri, Batı’dan Anadolu’ya gelen Cenevizli Keşiş Benito, arka planda kilise kurallarını hiçe saydığı halde, göz önünde kendini dine adamış gibi gösterip büyük saygı görürken, sorgulamayan insanların gözüne inen perdenin simgesi gibi. Bu arada Şövalye Gladyüs ile işbirliği yapıp, zavallı halkın inançlarını beraber sömürmeleri de işin cabası.

İyiler ile kötülerin savaşı böylece sürer gider. Ne zaman bitmiş ki?
Muhteşem bir olay örgüsü, çok kararında eklenmiş kurgusu ve destansı anlatımıyla mutlaka okunması gereken bir eser.
Devlet Ana
Kemal Tahir - Ketebe Yayınları - 2022
236
@nese
İnceleme
4g
Atoma Karşı Kürekle Savaşanlar
Çernobil faciası yaşandığında biz çocuktuk. O güzel Karadeniz şehrinde dik bir tepenin üzerindeki evimizde geceleri hırçın dalgaların kayaları döven sesleriyle uykuya dalarken, başımızı nemli yorganın altına sokar, güvende olduğumuzu hissetmenin rahatlığıyla uykuya dalardık. En büyük derdimiz, sabah olunca o tepeden epeyce aşağıdaki bakkala ekmek almaya kimin gideceğiydi.

O sırada mutfakta demlenen mis gibi çayın ne kadar kıymetli olduğunu bilecek yaşta değildik. Bir de Havva Teyze’nin kocaman tabakta getirdiği fındıkların değerini...

Tabiat karşısında çaresiz olduğumuzu henüz bilmiyorduk. Sonra biz çocuklar bile korkuyu öğrendik. Havadan korktuk, sudan, topraktan, yiyeceklerden... Üstelik Çernobil ve bizi ayıran koskoca bir denizin ötesinde bu kadar çok korktuk. Orada bu felaketi yaşayanların ne halde olduklarını hayal bile edemezdik.

Sonra biz duyduk, dinledik, gazetelerde okuduk, televizyonlarda izledik. Daha çok korktuk. Evlerimizde artık çay demlenmiyordu. Çevremiz balık ve fındıkla doluydu ama biz artık yiyemiyorduk. Ne kadar da mağdurduk! Neyse ki büyük adamlardan biri çıkıp televizyonda çay içti de içimiz rahat etti. Oh, neyse ki korkacak bir şey yoktu!

Sonra yıllar geçti, ailemizde, çevremizde kanser olmaya başladı insanlar. Bir kuzenim doğdu, hiç göremedik, iki hafta içinde öldü. Yıllar geçtiği halde annesi o travmayı hiçbir zaman atlatamadı. Nasıl bir canlı dünyaya getirmişti bilmiyorum ama ailede bizden gizli yapılan yorumlardan korkutucu bir şey olduğunu anlayabiliyorduk.

Net olarak anlayabildiğimiz şey, toprağın, havanın ve suyun yıllarca zehirli kalacağıydı.

Şimdi bu kitabı okurken o zamanlara geri dönmüş gibiyim. Zaten bugün de başka korkularla uğraşıyoruz. Bu defa sadece Çernobil değil, bütün dünya...

Tabiat kafamıza kafamıza vuruyor; haddini bil, sana sunduğum nimetleri kabul et ve benimle uğraşma diyor. Hâl böyleyken bile hırslarımızdan arınamıyoruz. Ormanı yağmalıyor, göllere saldırıyor, denizleri katlediyoruz. Sanırım insanoğluna müstahak.

Çernobil faciası çok uzun bir hikâye. Birkaç yıl değil, nesiller boyu sürecek elim bir hikâye.
Kitap, orada bu faciayı yaşayanların, tanıkların anlattıklarıyla dolu. Reaktör çalışanları, mühendisler, işçiler, ev kadınları, gazeteciler, yaşlılar, gençler... Yaralılar, ölenler, tahliye edilen evler ve köylerin dramıyla dolu.

“Bebekler neden ölüyor?"
“Çünkü onlar bizim çocuklarımız, bizim çocuklarımız yaşamayacak. Doğacaklar, sonra da ölecekler.”
Artyom yedi yaşında; beş yaşında gibi duruyor. Gözlerini kapattığında, uyuyor sanıyorum. Beni görmediği için ağlamaya başlıyorum. Sonra gözlerini açıp, "An­ne, şimdiden öldüm mü?" diye soruyor.

Okuması bile bizlere acı verirken, bunu yaşayanların neler hissettiğini hayal etmek dahi mümkün değil.
Yine de hepsinin vardığı son nokta; nereye gidebiliriz, biz burada yaşamak zorundayız düşüncesi oluyor.

Nükleer enerji günümüzde nasıl da ayağa düştü değil mi? İnsan her şeyin sahibi olmaya çalışıyor. Endüstri devrimi, atom bombası, nükleer başlıklar; her şey bizim kontrolümüzde! Yaşanan faciaları politikalarla örtmeye çalışıyor, sorumluluktan kurtulsak bize yeter diyoruz. Suç kimde?

Sonra, yeni baştan başlıyoruz. Yeni felaketler yaşanana kadar devam ediyoruz.
Kabul et artık, bilim ve doğa senden hoşlanmıyor. Çünkü sürekli karşısına çıkıp çelme takmaya çalışıyorsun. Onlarla beraber uyum içinde yürümeyi öğrenmedikçe, sana daha güzel bir dünya yok!
Çernobil Duası
Svetlana Aleksiyeviç - Kafka Kitap - 2017
260
@nese
İnceleme
4g
Ezberledin mi Rolünü?
Hayatın hikmetlerinden dolayı kafamız zaten karışık. Ben Atay’ın Hikmet’ine bir bakalım derim. Çünkü Albay’ı, Sevgi’si, Nurhayat’ı, Bilge’si ve diğerleri; hepsinden ortalama bir “Hikmet” çıkarabiliriz.

Arada kalmış, sayfalar arasına sıkışmış biri Hikmet. Hem kızdığı, hem hepsini birden kucaklamak istediği insanların, sevdiği kadınların, hatta oturduğu evin bile orta katında, arada kalmış bir insan. Bir gün, “Ben ölmek istiyorum sayın albayım ölmek!” deyip, başka bir gün, “Ben yaşamak istiyorum, yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum!” diyecek kadar arada kalmış biri.

Sen ne yaptın Hikmet?
Gerçeklerden düşlere, düşten gerçeklere sıçrayıp durdun. Kendinle birlikte bizi de savurdun! Kaç kişiydin sen aslında; biz hangisiydik?

Hayatla dalga geçemezsin, buna müsaade etmez kendileri. Sorgulamada kalsan, ötesine geçmesen öylesi daha kullanışlı olmaz mıydı?

“Değil mi albayım? Allah belanı versin Hikmet! Peki albayım.”

Başarısızlıklarının sebebini diğerlerinin üzerine yıkmakla içerinde huzur, dışarında dünya nimetleri bulacağını sandın. Kaçtığında sığındığın yeri savaş alanın yaptın ama insanlar ne yapar eder bozguna uğratır. Asla kaçamazsın. Yakalarlar.

Dert etme! Aklını korusan da bütün oyunları istediğin gibi oynayamazdın. Ancak yol boş olursa karşı kaldırıma geçebilirsin! Senin yolun çok kalabalıktı...

Ama artık yeni bir şey olacak mıydı? Belki de tüm olabilecekleri denedin ve bitirdin. Oyunlar oynamak istiyordun ya, beğendin mi peki? Dışarıdan göründüğü gibi değil. Oyunlar tehlikeli. Bir tarafta her zaman ne istediğini bilen insanlar, diğer tarafta sonrasını düşünmekten ne istediğini de unutanlar.

Her tarafta biraz bulunayım dersen bertaraf olursun.

Tehlikeli Oyunlar’da hiçbir şey kesin değil. Tıpkı yaşadığımız gerçek hayat gibi. Ve ben bu yolculuk boyunca Atay’ın bilinç akışında neredeyse kaybolacaktım.

Böylesi bir kayboluşa gönüllü olarak, bu harikulade eseri bir kez daha okurum.

(NOT: Önsözü kitap bitince okuyun derim.)
Tehlikeli Oyunlar
Oğuz Atay - İletişim Yayınevi - 2024
228
@nese
İnceleme
4g
Haydi Sancho Vakit Tamam
Bugün, okuduğun kitaptan başını kaldırıp, Alonso Quijano ’yu Don Quijote yapan yolda ona eşlik eder misin?

Derler ki, bu eseri üç kez okumalıymışız: Kahkahanın duygulara hâkim olduğu gençlikte, mantığın hâkim olduğu orta yaşta ve felsefî düşüncenin hâkim olduğu ihtiyarlıkta. Benim ikinci okuyuşum oluyor. Umarım üçüncüyü de okuyacak kadar zamanım olur.

MİGUEL DE CERVANTES KİMDİR?

Günümüzden yaklaşık 470 yıl önce yaşamıştır. Okul hayatı kısa sürmüş ve eğitimini kendi kendine tamamlamıştır. O dönemde İspanya'da düello yasaktır ve bu düellolardan birine karıştığı için mahkeme tarafından sağ elinin kesilmesi cezasına çarptırılır. Hâl böyle olunca, bir anlamda Cervantes’in “Don Quijote” olma macerası da başlar.

Cezadan kurtulmak için, Osmanlı Devleti'ni İnebahtı'da mağlup eden Haçlı donanmasına katılır. (Daha sonra bu zaferden, Osmanlılar’ın denizlerdeki yenilmezlik unvanlarının ve kibirlerinin hazin sonu diye bahsedecektir.) Kendisi de bu savaş sırasında yaralanır ve askerlikten daha fazla yarar sağlayamayacağına karar vererek ülkesine dönme kararı alır. Bindiği gemi Osmanlılar’ın saldırısına uğrayınca esir alınır ve Cezayir'de beş yıl geçirir.

Nihayet Cervantes özgürlüğüne kavuşarak ülkesine dönmüştür. Önceleri tiyatro ile ilgilenir. Bir çok oyun yazar ama pek çoğu günümüze ulaşmaz. Donanmanın ambar memurluğunu yaptığı sırada sorumlu olduğu kasa açık verince, yeniden hapse girer.
Cervantes, Don Quijote'un temellerini burada atmaya başlar ve kitap 1605’de yayımlandığında büyük beğeni kazanır.

MODERN ROMANIN ERKEN ÜRÜNÜ “DON QUİJOTE”

16. yüzyıl öncesinde edebiyat kısa şiirler, kahramanlık destanları ve halk hikâyeleri gibi unsurlardan oluşuyordu. Ardından din ve din adamlarının yaşamlarını anlatan şiirler geldi. Sonrasında da romanslar…

Don Quijote öncesinde, “romans” dediğimiz serüvenlerle dolu metinler yazılmış. Don Quijote yayımlanınca romansların kolaycılığı ve tekdüzeliği ortaya çıkar. Bu eser, romans türünün bitişi, modern romancılığın başlangıcıdır diyebiliriz. Cervantes burada, gerçeklikten uzak romansları kötülemek yerine, onları kendi silahıyla vurarak, hicivlerle donattığı şövalye hikâyelerinin saçmalığını gözler önüne serer.

“Don Quijote” henüz doğmamış modern yazım türlerinin ayak izlerini, hatta postmodernizmin özünü içinde barındırır. Okurla sürekli iletişim halindedir. Onun görüşlerine kulak verir. Okura kurgusal bir metnin içinde gezerken kendi kendisine bakma olanağı da tanır. Anlatıya ironilerle müdahale ederek kurmacayı bir şölene dönüştürür.

Kısacası, “Don Quijote” bir öncü romandır.

İspanyol Edebiyatı’nın okurlarına kazandırdığı, 30’dan fazla dile çevrilmiş, en çok okunan eserlerin başında gelen Don Quijote, dünya edebiyatında olduğu gibi Türk Edebiyatı’nda da büyük izler bırakmıştır. Bu arada; eserin ülkemizde bu kadar çok sevilmesinde Doğu anlatılarıyla bağlantılı oluşunun etkisi var mı diye düşünmedim değil.

Ayrıca Cervantes, bu eserde kendisinden başkalarının emeği olduğunu da sezdirir. Karşımızda bir yazar üçlüsü var diyebiliriz. Anlatıcı yazar olan Cervantes, topladığı el yazmalarıyla hikâyenin temelini atan Magripli Seyyid Hâmid Badincani ve Arapça’dan çeviriler yapan bir başka yazarla devam eder okuma serüvenimiz.

DELİLİK Mİ FİLZOFLUK MU?

Cervantes, Don Quijote karakterinde, inandığı değerler uğruna savaşan, bu uğurda hayatını hiçe sayan, fedakârlıklarının karşılığını alamamış bir tip yaratarak, kendi düş kırıklıklarını da ortaya koyar.

Yıllar boyu okuduğu şövalyelik kitapları neticesinde, ellili yaşlarına geldiğinde idealinin içinde kaybolmuş, zayıf, uzun boylu Alonso Quijano’nun bütün servetini bu uğurda harcamaktan çekinmediği bir serüvene çıkmasına tanık oluyoruz. Yüce ruhlu, mütevazı ve merhametli Don Quijote aynı zamanda bilgili de bir insandır. Sapasağlam bir iradesi vardır. Onun inancı ve görev hissine bağlılığı insanı şaşırtacak derecelere varır. Yarısı mukavvadan miğferiyle, sefalet içindedir ama “görev” olarak inandığı şeyi yerine getirmek için bir an bile gözünü kırpmaz, her türlü eziyete katlanır. Yaptığı hamlelerde işin başını, sonunu, neticesini düşünmez. Zaten düşünse “fedakârlık” olmazdı değil mi? Baruta karşı kılıçla savaşmaktan vazgeçmeyen gururlu bir idealisttir o.

Peki neydi bu yüce görev? Artık unutulmaya yüz tutmuş gezgin şövalyelik görevi adı altında, rastladığı kötülükleri ortadan kaldırmak, haksızlara cezasını vermek onun idealini açıklamaya yeterli midir? Bence Cervantes burada akıl bozulması yaşayan birine bu görevi yüklerken okuru daha derin bir düşünceye yönlendirmiştir: “Hangimiz deli, hangimiz akıllıyız ve buna kim karar veriyor?”

Eser, gözümüzden yaş getirecek kadar güldürürken, La Mancha’lı Asilzade Don Quijote aracılığıyla aynı zamanda derinlemesine bir hüzün gelir yerleşir içimize. Her saldırısında yaralansa da yoluna devam eder. Yaralarımıza dokunur.
Başka türlü bir hayatın da mümkün olabileceğine inandırır bizi. Delilik diye algıladığımız yel değirmenleriyle savaşında, aslında onun idealizmi ve materyalizm karşı karşıyadır.

Ve sadıktır Don Quijote. Birbirlerini hiç görmemişlerdir; Dulcinea del Toboso’nun onun varlığından bile haberi yoktur ama hayalindeki aşka sadaketle bağlıdır. Tıpkı silahtarı Sancho Panza’ya sadık olduğu gibi.

Baş koyduğu yolda yalnız yürümesine razı olmayan, yakınında durup onu gözeten, kendi çıkarlarından vazgeçmek istemese de yol arkadaşını yere düşürmeyen Sancho olmasaydı Don Quijote bu denli kalıcı bir karakter olabilir miydi? Birbirleriyle çelişseler de, uyuşmazlık yaşasalar da, onu gerçek dünyaya davet ettiği kadar, ideallerine de çelme takmayan bir yoldaştır Sancho Panza.

Yolun başında aç gözlü, maddiyata düşkün ve cahil bir Sancho varken, serüvenler devam ettikçe birbirlerinin özelliklerini taşımaya başlarlar. Gerçek hayatın sıradanlığından sıyrılınca düşler ülkesinde yaşamak Sancho’ya da iyi gelmiştir.

Zaten gerçek hayat hepimizin tahammül etmekte zorlandığı bir yerdir desem birçoğunuzun bana katılacağını tahmin edebiliyorum.

Deli deyip geçtiğimiz Don Quijote kadar hayatın gerçeklerine karşı çıkarak kendi gerçekleriyle yaşayan kaç akıllı var içimizde? Dövüşerek, kavgasından vazgeçmeden…

İçindeki Don Quijote ruhunu canlı tutan, yaralarını gururla taşıyanlara selâm olsun.
Don Quijote 2 Cilt Takım Kutulu
Miguel de Cervantes Saavedra - Yapı Kredi Yayınları - 2024
228
@nese
İnceleme
4g
Hiçliğe Adanmış Bir Hayat
Neyzen henüz çocuk yaşında etrafına topladığı akranlarına kendi yaptığı kavalı çalarken, on üçüne geldiğinde sara (epilepsi) hastası olacağını nereden bilebilirdi? Bu hastalık bir yandan eğitim hayatının bitmesine sebep olurken, diğer yandan onu “Neyzen Tevfik” yapan yaşantısına da başlangıç olmuştu. İzmir Mevlevihanesi, İstanbul Fethiye Medresesi, Galata ve Yenikapı Mevlevihaneleri’nde geçen geniş zamanlar ona Şair Eşref, Mehmet Akif Ersoy, Ruhi Baba, Yunus Nadi, Tevfik Nevzat, Ahmet Rasim, Tevfik Fikret, Udi Nevres gibi ilim sahiplerinin arasında kendini yetiştirme fırsatı sağladı.

Burada Neyzen’in kendine örnek aldığı, çok muhtemeldir ki iğneleyici sözlerinin de alt yapısını oluşturan hocası Şair Eşref’i şu dörtlüğüyle anmadan geçmek istemedim.

"Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billah öz kardeşimi,
Gözlerim ebna-yı ademden o rutbe yıldı kim,
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı."

( Sanki malum olmuş gibi, gerçekten mezar taşı çalınmıştır.)

Neyzen’in kalıba sığmayan kelimeleri mi, haksızlığı yerden yere vurmakta ustaca kullandığı hicivleri mi yoksa o muhteşem ney ustalığı mı daha çok öne çıkmıştır diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Azab- ı Mukaddes’i okurken hiçliğe adanmış bir hayatın tanığı oluyoruz. Bu hiçliğin içinden haksızlara ve din sömürücülerine veryansın ederken birçoğumuzun hislerine tercüman olup, haykırmak isteyip de söyleyemediklerimizi düzenbazların yüzüne tokat gibi çarpıyor Neyzen.
Birçok şiirinde ve hikâyesinde adaletsizlere, boş kafalı kibirlilere, düzenbazlara ve bilhassa dini alet edenlere bugünlerin moda deyimiyle “kapak” gibi cevaplar veriyor. Sustuklarımız ve göz yumduklarımıza bakınca hangimiz “HİÇ”, orası belli.

Bazen o kıvırcık saçlı başındaki fırtınaları dindiremediği için mesken tuttuğu meyhanelerde, bazen bozuk düzene karşı susmadığı için gözaltında, çoğu zaman da “Ey bana kendini büyük tanıtan. Hâlime bak da varlığından utan!” dedirtecek dizeleri yazdıran derdine derman aradığı hastane odalarında geçen bir ömrün kendisi başlı başına acı bir şiir zaten.

"Düzelmeyen şu alemin işini
Ulu Tanrı'm olan nura bıraktım,
Sabreyledim, kırk yıl sıktım dişimi,
Gün görmeyi Nefh-i Sûra bıraktım."
dizelerini sizlerle paylaşırken, en ünlü bestelerinden “Nihavent Saz Semaisi”ni de dinlemeden geçmeyin derim..
Azab-ı Mukaddes
Neyzen Tevfik - Kapı Yayınları - 2020
221
@faikyilmaz9
İnceleme
5g
Başın Öne Eğilmesin


Kitabın Adı: Başın Öne Eğilmesin
Yazarı: Hıfzı Topuz
Yayınevi: @remzikitabevi
Türü: Roman
Basım Yılı: Ekim 2020
Sayfa Sayısı: 259 Sayfa

Düşünceler: Hikayeleri , Romanları, bir kısmı dilimizden düşmeyen şarkılara çevrilen şiirleri ile Sabahattin Ali en çok sevdiğim yazarlardan birisidir. "Toplumcu Gerçekçilik " akımının öncüsü olan yazar yalnızca 41 yaşında öldürülmüştür.

Öldürüldüğü ana kadar verdiği eserleri ile bugün milyonlarca kişinin ruhuna ve yüreğine bir şekilde dokunan yazar genç yaşında bizden koparılmasa idi kimbilir ne eserler daha verecekti bizlere. Oysa O'nu hayattan kopardığı söylenen cani sadece 4 yıl hapis cezası almış ve sadece 2 yıl hapis yatmıştır.

Sabahattin Ali 'nin yaşamı, ölümü ve ölümün ardındaki sır perdesini her daim merak etmişimdir. Ve maalesef bugüne kadar da doyurucu bir eser okuyamamıştım. Ama bu kitapla sınırlı da olsa isteğime nail oldum diyebilirim.

Kitap bir roman ama biyografi tadında bir eser. Sabahattin Ali 'nin eşi, kızı, dostları ve daha bir çok kaynak taranarak tarihsel gerçekler ışığında yazılmış bu roman. Kısmende hayal gücü eklenmiş Hıfzı Topuz 'un akıcı üslubuyla harmanlanmış ve bu güzel eser oluşturulmuş.

Sadece düşüncesinden başka gücü bulunmayan , topluma sadece gerçekleri anlatmaya çalışan bu uğurda kısa yaşamında türlü bedeller ödeyen kişidir Sabahattin Ali. Ailesine , çocuğuna doyamadan oradan ,oraya sürülmüştür. Ama bedenini yokedenlerin adını kimse hatırlamıyor bugün.

Kitabın adıda manidar aslında. Bugün Sabahattin Ali'nin eserleri dimdik ayakta, ruhu ise çok sevdiği toplumda yani aramızda geziyor. Onun hayatı ise herkes tarafından okunmaya değer demiyorum. Mutlaka okunmalı bence.
Başın Öne Eğilmesin Sabahattin Ali’nin Romanı
Hıfzı Topuz - Remzi Kitabevi - 2020
188
@faikyilmaz9
İnceleme
5g
Beyaz Geceler


Kitabın Adı: Beyaz Geceler
Yazarı: Dostoyevski
Yayınevi : @iletisimyayin
Türü: Roman
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 118 Sayfa

Düşünceler: Dostoyevski en sevdiğim yazarlardan birisidir.

Beyaz Geceler isimli kitabını büyük bir merakla ,zevkle ve istekle okuyup bitirdim.

Romanın kahramanı olan erkek geceleri Petersburg' ta gezerken saldırıya uğrayan bir kadını kurtarır. Nastenka adındaki kadın ile aralarında güzel bir iletişim kurulur ve romanın kahramanı Nastenka 'ya aşık olur

Ama Nastenka başka birini sevmektedir ve bunu O'na açıklar. Sevilmedigi bile bile Nastenka 'ya yardım eden kahraman içindeki acıya rağmen onlari kavuşturmaya çalışırken bir yandan da Nastenka 'nın sevdiği adamın gelmemesini umutla bekler ( içinden)

Nastenka sevdiği adamdan umudunu keser ve kahramana sarılır. Tam o anda Nastenka için büyük bir ikilem olur . Çünkü sevdiği adam tam o vazgeçiş anında geri dönmüştür. Romanın kahramanı ne yapacaktır? Ya sa Nastenka ?

Ondan sonrasını yazmıyorum biraz merak edip okuyun ve bu destansı ,lirik aşk hikayesinin sonunu öğrenin.

Kısa ama müthiş, basit ama etkili bir eserdi. Hala okumamış iseniz mutlaka okuyun derim.

Kitabın başında kronolojik hayat hikayesi de koymuşlar Dostoyevski 'nin. O'nun hayatını, eserlerini ve dönemindeki önemli olayları, yazarlar hakkında önemli bilgiler edinebiliyorsunuz. Bunun içinde ayrıca teşekkür ediyorum @iletisimyayin larına
Beyaz Geceler
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski - İletişim Yayınevi - 2023
184
@faikyilmaz9
İnceleme
5g
Gazap Üzümleri
2025 - 41. Kitap

Kitabın Adı : Gazap Üzümleri
Yazarı : John Steinbeck
Yayınevi : @iletisimyayin
Türü : Roman
Basım Yılı : 2025
Sayfa Sayısı : 540 Sayfa

Düşünceler : Fareler ve İnsanlar kitabını okuyup oldukça etkilendiğim yazarın bu baş yapıtını geçte olsa okumayı başardım. " Bugün ,yarın okurum " derken bir türlü alıp okuyamadığım eseri eşim @_withfeza_ alınca hem okumuş oldum hemde kütüphanemizde önemli bir eksiklikte tamamlanmış oldu.

İlk 1939 yılında yayınlanan eser yazarın Pulitzer ödülünü kazanmasını sağladı ayrıca 1962 'de kendisine verilen Nobel Edebiyat Ödülü'nün en önemli yapı taşlarından birisi oldu. Ayrıca 1940 yılında aynı adı taşıyan ve Henry Fonda 'nın baş rolünü oynadığı filmide çekildi

Kitap Joad Ailesi'nin hayatını anlatır. Yarıcılık ( çiftçilik ) yapan Joad ailesi teknoloji devriminin getirdiği makineleşme ayrıca 1929 yılında yaşnan Büyük Buhran sonucunda işsiz kalır. Zaten toprağı olmayan aile daha iyi bir yaşam uğruna California 'ya göç etme kararı eser.

Kitap binlerce kilometre süren bu yolculuğun ve sonrasında yaşananların hikâyesidir aslında. Toplumsal bunalımı ,sınıflar arrası eşitsizliği gerçekçi bir dille aktaran yazar bu özelliği ile Sabahattin Ali 'nin " Toplumcu Gerçekçi " akımına benzer.

Kitabın dili yer yer biraz argoya kaçar.Dönemine göre farklılık yaratan bu özelliği aslında eserin gerçekçiliği ile de bağlantılıdır. Gerek bu özelliği ,gerekse sosyal devletin eksikliğine göz kırpan eleştirel üslubuyla da zaman zaman sansüre dahi uğramıştır.

Dinsel temaların bolca kullanıldığı eserde aile olgusu etkili anne ,etkisız baba ekseninde kitap boyunca işlenmiş.

Zorluklar karşısında kimi aile bireyleri ölür ,kimileri kaçar . Kalanlar ise mücadele eder. Tıpkı hayat gibi ailedeki bazı bireylerin yükü daha fazladır.

Kitaptaki her karakter yerli yerindedir. Çocukların dahi bir misyonu bir mesajı vardır. Kişisel olarakta toplumsal olarakta anlamlar taşıyan eser aynı zamanda vahşi kapitalizminde vurucu bir eleştirisidir.

Yazacak ,konuşacak çok şey var ama yer darlığı nedeniyle pek çok düşüncemi yazamadım. En iyisi bu eşsiz eseri okuyun. Mutlaka okuyun. Mümkünse benim gibi geç kalmadan okuyun.
Gazap Üzümleri
John Steinbeck - İletişim Yayınevi - 2023
166
#Roman - @tozluraflar
İnceleme
5g
#arkadaş
Jose Saramago, insanı gördü ve kendisini derinden sarsan bu yalansız dolansız, rol yapamayan ama en çok da çırılçıplak gerçek bizi de rahatsız etsin istedi. Bu karşılaşmanın tesadüfen meydana geldiğini söyleyerek kadere yapılacak bir atıf, Saramago edebiyatını incelerken sözün ucunu Tanrı’ya getirmek olur. Ki Portekizli ustaya böylesi bir ihanet olsa olsa körlüktür. Çünkü Saramago dünyasında insan her şeyin yaratıcısı ve oyuncusudur. Hırsları, iki yüzlülüğü, ihaneti, vahşeti ve olur olmaz ortaya çıkan merhametiyle kaderin tek tayin edicisidir.
Körlük
Jose Saramago - Kırmızı Kedi Yayınevi - 2024
229
@naitsunquash
İnceleme
6g
Demir Yumruk ve Başarı
SSCB ile ilgili net bilgiler elde edeceğiniz akademik bir eser. Dili sade ve akıcı olduğu için sıkılacağınızı sanmıyorum. Stalin ve Hitler’in çok ortak noktası var ki bunlardan en önemlisi halefleri veya kendi dönemindeki liderler gibi temelden sağlam yetişmiş kişiler değil. Kısacası avamdan gelmiş kişiler olması hasebiyle devletlerini daha çok şiddet üzerine inşaa etmişler. Lakin şöyle bir noktada da var ikisi de uluslarının müktedir bir pozisyona geçmesi için ellerinden geleni de yapmış. Sert politikaları ve suçlulara karşı genelde ölüm cezası vermesi büyük gelişmelerinde temelini atmıştır. Bugün bilimsel noktamızın hızlanış süreci 2. Dünya savaşında Almanların özellikle yaptığı çalışmalar sayesinde olmuştur. Bugün Rusya halen güçlü ise bunun temelinde de Stalin yatar. Stalin ve sonrasını kronolojik olarak liderler üzerinden ele almış güzel bir eser idi.
Kısa SSCB Tarihi
Sheila Fitzpatrick - Say Yayınları - 2024
227
@naitsunquash
İnceleme
6g
Onlar Yokken Sümer Vardı.
Semavi dinlerin öncülü olan Sümer ve Babiller kendisinden sonra sadece bu dinleri değil, toplumları derinden etkileyecek birçok gelişmenin de öncüsü olarak etkilemişlerdir. Eser tanrıların, insanların, yeryüzünün vs yaratılmasını 7 bölümde anlatan, bir solukta okunacak şiir tarzından yazılmış bir eser. Sadece semavi dinlerin değil aynı zamanda Paganist inançlarında doğduğu bu eser, sizleri Kah Antik Yunan’a Kah Antik Roma’ya Kah da İskandinav mitlerindeki efsanevi hikayelerin kökenlerine götürecek. Yahudilerin sürgünde Tevrat’ı yeniden şekillendirerek yazdıkları hemen hemen birçok ayetin kaynağı Sümer ve Babil tabletleri olduğunu göreceksiniz.
Babil Yaratılış Destanı
Kolektif - İş Bankası Kültür Yayınları - 2021
211
@faikyilmaz9
İnceleme
6g
İnananlar


Kitabın Adı: İnananlar
Yazarı: Zoe Heller
Yayınevi: @kafkayayinevi
Türü: Roman
Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 412 Sayfa

Düşünceler: İngiliz yazar Zoe Heller üç kitabından birisi olarak 2008 yılında yayınlanan bu eser komaya gören bir babayı ve babalarının hastalığı nedeniyle bir araya gelen ailenin geçmişleri ile yüzleşmelerini anlatıyor.

Otoriter bir anne ,iki kızı ve evlatlık alınan oğullarını birleştiren bu kötü olay aynı zamanda geçmişle hesaplaşmaya döner. Ayrıca babalarının onlardan sakladığı büyük bir sır daha vardır.

Abd Toplumunun güncel sosyal yaşamı, inançlar ekseninde yaşanan çatışmalar ve modern toplumun açmazları gibi konuları da irdeleyen bu romanı kısa zamanda bitirdim lakin çok fazla haz aldığımı söyleyemeyeceğim.

İnançlar tartışılırken sadece belirli inançları baz alması, belirli düşüncelere pozitif ayrımcılık yapması yönlendirici olmadı ama pek hoş değildi doğrusu

Öyle peşinden koşulacak illaki okuyun denilecek bir eser değil. Tavsiye eder miyim ? Keyfiniz bilir. Değişik bir tad isterseniz okuyabilirsiniz.
İnananlar
Zoe Heller - Kafka Kitap - 2014
192
@faikyilmaz9
İnceleme
6g
Bir Çift Yürek


Kitabın Adı : Bir Çift Yürek
Yazarı: Marlo Morgan
Yayınevi: @klankitap
Türü: Anı
Basım Yılı: 2003
Sayfa Sayısı: 224 Sayfa

Düşünceler: İlk yayınlandığında satış rekorları kıran ( Best seller yani en çok satan ) ,baskı üzerine baskı yapan ,oldukça ses getiren eseri yeni okudum. Çok sattığı için değil. Elime geçtiğinde konusu ilginç geldiği için.

Kitap literatürde anı kitabı olarak görülse de şamanizm, kişisel gelişim, mistik ögeler içeren hem beden hem ruh yolculuğu eseridir.

Avusturalya 'da yaşayan Aborijinleri çoğu insan duymuştur. Bu modern topluma göre ilkel topluluğa küçümseyerek baktığına eminim çoğu insanın.

Kitap Amerikali bir kadının biraz tesadüf biraz da merak ile bu toplulukla 4 ay süren bir yolculuğa çıkması üzerine kurulmuş.

Hem bedenen hem ruhen zorluklarla ,engellerle dolu bu yolculukta kadın modern toplumun açmazlarını sorgulama fırsatı edinecek pek çok yeni şey öğrenecektir.

Sadece O değil tabi. Bizde Avusturalya ve Aborijinler ile olduğu kadar ,yaşam felsefesi ile ilgili yeni bilgiler ediniyoruz. Doğa ile uyumlu olması gereken insanın tabiata verdiği zararları, modern toplumun canlılar üzerindeki menfi etkilerini gibi pek konuya değiniyor aslında

İnsanı sıkmayan ,akıcı bir havası ile kısa zamanda bitiriyorsunuz ,bir çok yerinde altını otomatik olarak çiziyorsunuz okurken ( benim gibi kurşun kalemle çizin bari )

Herkese büyük bir mutluluk ile tavsiye ediyorum bu ilginç ve güzel eseri
Bir Çift Yürek
Marlo Morgan - Klan Yayınları - 2022
185
@melisaarslan
İnceleme
6g
Bu kitap bana “zamana direnen duygular”ı hatırlattı. Kırk bir yıl… Düşünüyorum, bir insan kırk bir yıl boyunca bir başka insanı, bir sözü, bir anıyı, hatta belki bir ihaneti unutmadan yaşar mı? General yaşamış. Ve o bekleyişin, o sessizliğin, o gururun altında ne kadar büyük bir yalnızlık yattığını okudukça hissettim.
İki eski dostun kırk bir yıl sonra karşılaşması… ama aslında bu, iki kalbin birbirine söyleyemediği her şeyin hikayesi. Henrik’in içinde taşıdığı o sitemi, o gururu, o kırgınlığı hissettim. Bazen konuş artık dedim, bazen susmak belki de daha doğru diye düşündüm.
Bazı ilişkiler bitmez, sadece sessizce tükenir sanırım.. “İnsan önemli soruları sonunda daima bütün hayatıyla cevaplar.” Bu cümleyi unutmam sanırım. Çünkü bazen kelimelerle değil, hayatımızla veriyoruz cevabı.
Mumlar Sonuna Kadar Yanar
Sandor Marai - Yapı Kredi Yayınları - 2025
269
@naitsunquash
İnceleme
7g
Büyük Üstad Jules Verne
Jules Verne geleceği aydınlatan adam derim kendisine. Bu romanı ilk etapta çok durağanken ki bu da daha çok denizcilik terimleri, gemiler, mürettebat vsle ilgili olduğundan sıkıcı ilerliyor. Fakat olay bir başlayınca su gibi akıp gidiyor. Gemilere yol gösteren bir fenerin personelleri 3 ayda bir değişir, bu değişimlerden birinde Korsanlar ele geçirdikleri bir gemi ile bu koya girip, fener personellerinden 2 tanesini katleder. Bir personelde hem hayatta kalmak hem de arkadaşlarının intikamını almak için hayata tutunmaya başlar. Tabii bu sırada oradan geçecek olan gemilerin fenerin ışığından yararlanmasını sağlamakta en büyük amaçlarından biri olacak. Ada da korsanlardan kaçarak yaşarken, fener açık olmadığı için bir gemi alabora olur ve bu gemiden sadece bir mürettebat hayatta kalır ve onu bu personel kurtarır. İşte bundan sonrasıyla birlikte soluksuz bir aksiyon başlar. Bu kadar içerik kafi sanırım. Çok süslü sözlerle ifade etmeyeceğim. Jules Verne gelirsek ben gençlere zorunlu öneriyorum bunu zira kardeşime de bunu zorunlu okutmuştum, ki kendisi sonradan severek tüm eserlerini okudu. Jules Verne'nin eserlerini okumaya başlayınca eve gelen pc'den, elektrikli aletlere kadar hepsinin içini açıp, incelerdi. Makinelere ve özellikle uçaklara ilgi duyması hasebiyle yapması gerekenleri de öğrenince ( doğru ders çalışma vs) bugün, çocukluk ve lise yıllarında merak duyduğu Hava Kuvvetlerine girdi ve uçak motor bakım Astsubayı olarak kariyerine başladı
Dünyanın Ucundaki Fener
Jules Verne - Bilgi Yayınevi - 2018
200
@naitsunquash
İnceleme
7g
Türklük Özümüz
Ziya Gökalp ’in kaleme aldığı bu muazzam eser her Türk’ün başucunda olmalı ve okumalıdır. Zira düşmanlarınıza karşı güçlü olmak istiyorsanız en başta özünüzü korumanız gerekir. Bundan ötürü de Milli bir kimliğin inşasında nelere dikkat edilmeli bunların iyi bir şekilde tespit edilmesi lazım. Eser geçmişten o döneme kadar geçen süre içerisinde elde olan Kaynak eserlerden yola çıkarak, Osmanlı Milleti algısından sıyrılmak için özümüze dönülmesi adına kaleme alınmış. Bunu yaparken nasıl olması gerektiği konusunda bir rota çiziyor. Ayrıca sadece bir yönden değil, bu inşa süresini ilgilendiren tüm yönlere değinerek, açıklayıcı bir şekilde anlatıyor. Dönemine istinaden ve geçmişe göre özellikle Osmanlı’nın hangi konularda yanlış yaptığını önemli örnekler ve kıyaslamalar ile okuyucuya sunuyor. Türklük özümüz, Atatürk ruhumuz diyorsanız okumanız da fayda var.
Türkçülüğün Esasları
Ziya Gökalp - Milenyum Yayınları - 2018
186
#Edebiyat - @callmeishmael
İnceleme
7g
Hiçbir erkek ayrılık sonrası bu kadar uzun yazı yazmaz.
Franz, 20 yıllık eşi Resi’ye çektirmediği kalmayan, sözlüklerde sığır kelimesinin karşılığı olarak adı konsa zerre sırıtmayacak bir koca. 20 yıllık evliliğin sonunda garibim Resi, daha fazla boyun eğmeye dayanamayıp oğlunu da alarak kocasını terk ediyor. Franz da 120 sayfa boyunca, kendisini terk eden karısına adeta kalemiyle saldırıyor ve mektuplar yazıyor. Biz de bu sayfalar boyunca, karısının değerini bir kez bile olsun bilmemiş bir adamın, karısını yitirdikten sonra ona karşı adeta volkan gibi patlayan öfke kusmasını okuyoruz.

/ / /
/ / /

Bir edebiyat eseri okurken herkesin kendine göre belli başlı birtakım kıstasları vardır. Edebilik, kurgu, senaryo, karakter derinlikleri, cümle çeşitleri, kelime tercihleri, inandırıcılık düzeyi vesaire vesaire bir dünya şey…
Bu kitabın da bahsetmek istediğim olumlu&olumsuz birkaç yönü var, her noktanın hakkını teslim ede ede birkaç söz söylemek istiyorum.
Olumlu yönleri:
•Birincisi, bu kitap bence edebî değeri olan bir kitap. Yani yazarın kalemi hoş; güzel cümlelerle yazarlığını konuşturmuş, bu bakımdan tebrik ediyorum.
•İkincisi, kadınlara yönelik hele de kocaları tarafından yöneltilen bir bakış açısını, “Bakın bazı errkekler! Sizin gayet normal, kendinize hak gördüğünüz bazı şeyler var ya, size bir ayna tutup gösterdiğimizde işte bizim nazarımızdan böyle eşitsizce, adaletsizce, acımasızca ve hayvanca görünebiliyorsunuz,“ diyerek sunması, gerçekten iyi bir mesaj iletme potansiyeli barındıran bir fikir.

*

Fakat gelelim olumsuz ve genel olarak bu kitabı beğenemememe neden olan kısımlarına:
Kitabı beğenemememin kesinlikle kitaptaki aktarılan mesajla alakası yok, genel olarak tarzla alakası var. Yani “şimdi adam da bir yerde haklı, kadın dediğinin yanı kocasının dizinin dibidir, kitap feminizm propagandası yapıyor sevmedim,“ gibi bir düşünce içerisinde değilim. Söylediğim gibi, her ne kadar kitabın amacını alkışlasam da senaryonun çok basit kaldığını ve kitabın çok ucuz bir kurguya kurban gittiğini söylemek zorundayım. Kitaptaki erkek karakter saf kötü gibi bir yaratık, kadın ise adeta masumiyet müzesi… Adam kadına yaptığı bütün zulümleri sırf kötü olduğu için yapmış, kadın da Bergen misali, başına gelmeyen kalmamış acıların kadını… Yahu hani nerede denge? Nerede beyazın içindeki siyah, siyahın içindeki beyaz? Nerede iki tarafın da kendince haklı sebepleri? Kitabı okurken imdaaat diye bağırasım geldi zaman zaman, o kadar ucuz bir acındırma var ki sayfalar boyu. Yani yazar diyor ki, aha bakın bu adam ÖKÜZ, bu kadın da ZAVALLI, bir miktar da duygu kattım, hadi size afiyet olsun.

Bir de şu var, kitap hiç inandırıcı değildi. Elbette kitapta yazılan şeyleri yaşamış maalesef ki yüz milyonlarca kadın olmuştur, bu çok acı bir gerçek, buna itirazım olmadığı gibi inandırıcı olmayan da bu değil zaten. İnandırıcı olmayan şu ki kitabın bir kadının elinden çıktığı çok belli. Kitabı okuduğum süre boyunca bir an için bile asla bir erkeğin cümlelerini, düşüncelerini, yazdığı mektupları okuyormuşum gibi hissetmedim. İyi bir yazar olmak işte burada belli ediyor kendini demek ki. Yani okurken Franz ismindeki o kurgusal karakterin çok fazla kurgu olduğunu anlıyorsun, okurken Margit Schreiner isimli ablanın ‘kötü bir kocaya ait ne özellik varsa dur ben onları bu adamın ağzından bi' yazayım’ diyerek kaleme aldığı çok belli.

***

Bu kitabı kimler beğenir? Eğer başından kötü bir evlilik geçmiş, eşinden fiziksel, psikolojik ve başka türlü şiddet görmüş, sevgi görmemiş, boşanmış kadınlar -hatta belki erkekler de- kendi yaralı ruhlarına temas ettiği için beğenebilir, hakları da vardır, böyle hassas bir durum için de yorum yapma hakkına sahip değilim.

Ama böyle bir derdiniz hiç olmamışsa -benim gibi- ve biraz sahici bir şeyler okuyayım demişseniz, tercihinizi başka bir kitaptan yana kullanmanızı öneririm.
Ev, Kadınlar, Seks
Margit Schreiner - Yapı Kredi Yayınları - 2024
169
#Edebiyat - @callmeishmael
İnceleme
7g
Geçenlerde YouTube’da “Portal” kanalının bir öyküyle alakalı yüklediği son videosu karşıma çıkınca 20 dakikalık videoyu hızlandırmadan, ilgiyle, merakla izledim ve sonunda beynimden vurulmuşa dönerek videoyu bitirdim. Ardından bu hikâyenin yazarını tanımak için öykülerini de okumak istedim ve içerisinde bu meşhur ‘Piyango’ öyküsünün de bulunduğu bu kitabı okumaya karar verdim.

Kitapta 25 kadar öykü var, 10 tanesini şöyle veya böyle beğendim, fena değiller. Ama diğer öykülere karşı pek bir şey hissedemedim. Okuyorum okuyorum fakat okunulanlar sanki bir yere varmıyor (durum öyküsü ne demek biliyorum). Yazarın kalemi kötü değil, okumaya her başladığım hikâyede dur bakalım ne olacak hissi hep var, okuyucusunun ilgisini her öyküsünde çekmeyi başaran bir yazar var karşımızda amenna ama öykülerin genelinde ‘ulan acaba burada benim zekâ seviyemin, entelektüel birikimimin yetemediği bir şey mi var yoksa aman aman bir esprisi olmayan dümdüz orta kalitede bir öyküyle karşı karşıya mıyım’ hissine kapılmaktan kendimi alamadım. Aslında bu hikâyelerin her biriyle ilgili sohbet tadında bir video çekilse ve hangi öyküde ne anlatılmak istendiğine dair açıklamalar yapılsa izlemek isterim. Belki hikâyeler çok daha kıymetlidir de ben yeteri kadar kendimi verememişimdir okurken, bu da mümkün.

Uzun lafın kısası, okuyup okumamak size kalmış.
Şiddetle tavsiye ediyor muyum? Hayır.
Ama ben okuduğum için pişman mıyım? Ona da hayır. Hatta her şeye rağmen, yine de memnunum. Eğer çok ama çok muallakta kalırsanız şu videoyu izlemenizi şiddetle tavsiye edebilirim:
?si=3_haaIeRPPH8FYLi

İyi okumalar veya iyi seyirler.



***Eğer ‘Piyango’ öyküsünü sevdiyseniz, 1973 yapımı ‘The Wicker Man’ (Hasır Adam) filmini de şiddetle tavsiye ediyorum.
Piyango ve Diğer Öyküler
Shirley Jackson - Siren Yayınları - 2020
173
@faikyilmaz9
İnceleme
7g
Bitmiş Adam

Kitabın Adı: Bitmiş Adam
Yazarı: Edgar Allen Poe
Yayınevi: @mavicatiyayinlari
Türü: Öykü
Basım Yılı: 2019
Sayfa Sayısı: 80 Sayfa

Düşünceler: 1849 yılında sadece 40 yaşında ölen Amerikalı yazar Edgar Allen Poe 'nun kültür hayatımızdaki yeri yaşından çok daha fazladır.

Polisiye türünün öncüsü sayılan yazar, şiirleri ile de meşhurdur ama özgün hikaye tarzıyla da edebiyat çevrelerince tanınır.

Her hikaye yazarının baskın olduğu bir hikaye Türü vardır. Jack London macera türünde yazar mesela. Sabahattin Ali gerçekçi hikayelerin peşindedir. Aziz Nesin güldürü ögesini önde tutar eserlerinde.

Oysa Edgar Allen Poe çok değişik hikayeler yazmıştır. Mesela bu eserinde 7 öykü vardır. Kimisi kara mizah Türü yazılmışken ,kimisi gotik izler taşır. Aynı hikayede hem mistik hem kaotik unsurlara da rastlayabilirsiniz.

Macera ögesi de unutulmamıştır öyķülerinde. Ama biraz daha karanlık, biraz daha korkutucu öykülerdir bunlar.

Sonuç olarak değişik tarzlar okumayı amaç edinen bir kitap sever olarak zevkle okudum bu güzel kitabı. Tüm hikayelerinin içinde olduğu tuğla gibi bir kitabını da bakalım ne zaman okumak kısmet olur.

Okumanızı öneririm
Bitmiş Adam
Edgar Allan Poe - Maviçatı Yayınları - 2019
147
#Edebiyat - @callmeishmael
İnceleme
7g
Kitabı okumaya başlarken en ufak bir üşüme belirtisi bile göstermiyordum ama şimdi kitabı bitirdikten sonra, sanki kanım çekilmiş, sanki birisi ensemden içeri buz parçaları bırakmış da beni bir şokla dondurmuş gibi hissediyorum.
Beyninize çivi çakarmışçasına sizi sarsan bir şey okumak istemiyorsanız bu kitaptan uzak durun.
Kızıl Kahkaha
Leonid Andreyev - İş Bankası Kültür Yayınları - 2024
202
#Hukuk - @callmeishmael
İnceleme
7g
“Eğer okuduğumuz kitap bizi, kafamızın ortasına inen bir yumruk gibi sarsmıyorsa niye boşuna okuyalım ki,” demiş Franz Kafka, doğru da söylemiş. Kitap dediğin, insanın kafasına indirilmiş bir darbe hissiyatı vermeli. İşte bu kitap da öyle, kafama inmiş bir yumruk hissiyatı yarattı bende. Apansız yediği yumruğun etkisiyle darmaduman olan boksörün sendeleyip de ringin orta yerine kapaklanması, kapaklandığı yerden de uzun süre kalkamaması gibi ben de zihnen epey vakittir kendime gelemiyorum, başımda sanki bir ağrı…

Ceza avukatlığı yapmış avukat Faruk Erem. Meslek hayatı boyunca yaşadığı birtakım anıları, kendisini derinden sarsan olayları kaleme almış bu kitapta. Her biri sanki birer Sabahattin Ali öyküsü. Kimisi varlığından dahi haberdar olunmayan Anadolu köylerindeki insanların, kimisi şehir hayatında her gün yanımızdan geçip giden onlarca yüzlerce insanın hazin yaşam öyküsü. Meğer hiç tahmin bile edemeyeceğimiz kimselerin de bizi derinden etkileyecek ne yaşamları varmış.

Kimisi bir cinayete kurban gider, kimisi en sevdiğini toprağa verir. Kimisi kan davası, toplum baskısı yüzünden cinayet işler, kimisi bam teline basıldığı için. Kitaptaki bazı olaylar bana yer yer Yaşar Kemal'in şu sözünü hatırlattı: “İnsanlarla oynamamalı. Bir yerleri var, bir ince yerleri, işte oraya değmemeli.”
Bir Ceza Avukatının Anıları
Faruk Erem - LYKE KİTAP - 07.02.2020
227
#Edebiyat - @callmeishmael
İnceleme
7g
Sanki insanoğlunun özeti niteliğinde kaleme alınmış bir kitap.
Yazar insan dışı bir canlının, insanlaştığında ne kadar bozulabildiğini, ne kadar kirlenebildiğini ve buna alışmış olan bizim içimizde de ne kadar kötülüğün barındığını anlatmış. Epey başarılı bulduğum bir eser oldu.
Köpek Kalbi
Mihail Afanasyeviç Bulgakov - İş Bankası Kültür Yayınları - 2024
217
#Edebiyat - @callmeishmael
İnceleme
7g
Kitap birkaç saatte ya da bir-iki günde bitirilebilecek kısa bir roman ama mektup türünde yazılı. Ben kitabın kendisinden öyle aman aman etkilenmedim, notum ‘ehh, fena değildi’ olur. Ama kitabı bitirdikten sonra, Tunç Başaran'ın yönettiği 1989 yapımı filmi de izledim ve filmini çok beğendim. Hele Barış karakterini canlandıran o küçük oyuncu… Bu nasıl tatlılıktır:'). Kitabı okuyup okumamak size kalmış ama ben filmini izlemenizi öneririm.
Uçurtmayı Vurmasınlar
Feride Çiçekoğlu - Can Yayınları - 2023
1 215
@naitsunquash
İnceleme
8g
Evrimsel Süreçte İnsana Yolculuk
2009'da hocamızın tavsiyesi üzerine okuduğum çok güzel bir eserdi. Ondan sonra Jack London'a merak saldım. Antropoloji ve Evrime merak salanlar varsa okumasını tavsiye ederim. İlk insanların nasıl yaşadığını ne gibi bir sosyal hayatları olduklarına dair ilkel piramitleri anlatiyor. Evrimsel süreçte insana yolculuk tadında. Homo Sapiens'in öncüsü olan Neanderthal, Eragtus ve Ergaster gibi Hominidlerin hayatta kalma mücadelesi ele alınmış. Ağaçlarda yaşayan pirimatlar toprağa ayak basınca affalamaya başlıyor fakat bu zorlu süreçte dayanıklılığı arttırmak ve hayatta kalmak için bir takım modifikasyonlar gerçekleştirerek, adaptasyon süreci ile birlikte Homo Sapienslere doğru evriliyorlar. Özellikle modern Homo Sapiens Sapiens yani bizlerin rüyalarında sürekli yüksek bir yerlerde düşmesini aslında ilkel çağlardan kalan bir genetik hafıza olduğunu gösteriyor. Pirimatlarin kendi aralarındaki mücadeleler birtakım araç ve gereçlerinde icaat edilmesini sağlamış. Keyifle okuyacağınız bir solukluk harika eser, herkese tavsiye ederim.
Adem`den Önce Şömizli
Jack London - İş Bankası Kültür Yayınları - 2021
277
@naitsunquash
İnceleme
8g
Kurt Sensin
İnsanlar doğası gereği yırtıcı bir hayvan gibidir. Onu sürekli özüne dönmeye zorlayan bir tarihsel geçmiş zamanı vardır. Hayvanlar içersinde kurtlarda tıpkı insanlar gibidir. Evinden kaçırılan ve kızağa sürülen bir kurdun hikayesi anlatılirken, Amerikan'in altın madenleri talan edilmeye başlandığı dönemlerini de gözler önüne seriyor.
Vahşetin Çağrısı
Jack London - İş Bankası Kültür Yayınları - 2024
1 285