Biri bana sevgi nedir diye sorarsa söyleyeceğim tek şey şudur ki; Sevgi,hataları affetmek, kusurları görmezden gelmek, kötünün iyisini düşünmektir. Sevgi her çıkmazın çıkışı olduğunun bir göstergesidir .
Doğan Cüceloğlu’nun Var mısın? kitabı aslında bize şunu anlatıyor: “Hayat senin, gerçekten ne istediğine karar ver ve onun için adım at.” Kitap boyunca insanın kendini tanıması, içindeki sesi duyması ve başkalarının düşüncelerine göre değil kendi değerlerine göre yaşamayı öğrenmesi gerektiği söyleniyor. Bazen korkuyoruz, özgüvenimiz düşüyor, sanki hiçbir şey beceremeyecekmişiz gibi geliyor ama kitap tam da burada diyor ki; “Korkman normal ama pes etmek zorunda değilsin.” Kendine küçük hedefler koyup adım adım ilerlediğinde hem güçlü biri oluyorsun hem de hayatın daha anlamlı geliyor. Yani kitabın mesajı şu: Kendi hayatının sorumluluğunu alır ve gerçekten ne istediğini bilirsen, kimsenin seni durdurmasına gerek kalmaz. Var mısın?
Okuduğum “Senden Bir Tane Daha Yok” adlı kitapta Gülhan Uzel, bize aslında hepimizin bildiği ama bazen unuttuğu bir şeyi hatırlatıyor: Her insanın kendine özgü ve değerli olduğu gerçeğini. Kitap boyunca yazar, gençlerin yaşadığı duygusal karışıklıkları, özgüven sorunlarını, kıyaslanmayı ve kendini bulma sürecini çok içten bir dille anlatmış.
Kitabı okurken bazı bölümlerde kendimi buldum. Özellikle insanların başkalarıyla kıyaslanmasının ne kadar yıpratıcı olduğunu fark ettim. Yazar, kimsenin kusursuz olmadığını, önemli olanın kendini sevmek ve olduğu gibi kabul etmek olduğunu söylüyor. Bence bu mesaj bizim yaşlarımız için çok anlamlı çünkü bazen çevremizin bizi nasıl gördüğüne fazla önem veriyoruz.
Dil olarak kitap sade ve akıcıydı. Okurken sıkılmadım, hatta bazı yerlerde sanki biri bana konuşuyormuş gibi hissettim. Yazar gençlerin düşünce tarzını iyi anlamış.
Sonuç olarak bu kitap bana kendimi daha çok sevmem gerektiğini, hatalarımın beni eksik değil, benzersiz yaptığını öğretti. Kitabın ismi gibi, gerçekten de “Senden bir tane daha yok.”
Tolstoy’a altmış yedi yaşında bisiklet sürmeyi öğreten, Kemal Sunal‘a 51 yaşında diploma aldıran hayatta. Sen bir şeylere geç mi kaldın? Bir daha düşün…
Ne kadar uygularsın bilmem ama sevginle güzelleşmeyen ve sana iyi gelmeyen insanlardan gitmen, seni kötü biri yapmaz.Bu iyilik yaptığın anlamına gelir,onlara da kendine de…
İşte böylece, bir zamanlar kudretlerine son yokmuş gibi görünen, yeryüzünden silinip gidecekleri akla bile gelmeyen bu devlerin şimdi sadece bataklıklarda tek tük kemikleri, müzelerde iskeletleri ve masallarda korkunç, fakat zararsız hatıraları kaldı. Çünkü hayatın durdurulmaz akışı bunu böyle istiyordu.
Bence sevgi sadece aşk değil. Ailemizin bize verdiği o sıcacık his de sevgi. Hayvanlara duyduğumuz merhamet de sevgi. Kitap okumayı sevmek bile aslında bir sevgidir. Arkadaşlarımızla olan bağımız da sevgiden başka ne olabilir ki?
Bazen bir gülüşte, bazen küçücük bir “iyi ki varsın”da gizlidir sevgi.
Serdaç Erbilici hocamın yazdığı “10N” kitabı bence gerçekten çok farklı bir kitap olmuş. İlk sayfadan itibaren insanı içine çekiyor. Özellikle Mustafa’nın yetimhaneden alınmasıyla başlayan kısım beni çok düşündürdü. Çocukların geçmişlerini unutmak zorunda kalması ve yeni isimlerle yepyeni bir hayata başlamaları çok ilginçti.
Kitapta en sevdiğim şeylerden biri, karakterlerin on kişi olup bir ekip haline gelmesi ve on yıl boyunca beraber eğitim almalarıydı. Onların kardeş gibi olması bana çok dokundu. Çünkü bizler bazen küçük şeyler için arkadaşlarımızla tartışıyoruz ama onların bağı çok güçlü, birbirlerini asla bırakmıyorlar.
Aksiyon sahneleri de çok heyecanlıydı. Okurken resmen film gibi gözümde canlandı. Bir de onların yaptıkları işler çok gizli; kimse onların kim olduğunu bilmiyor ama onlar vatan için her şeyi göze alıyor. Bu bana hem gurur hem de biraz hüzün hissettirdi.
Ben kitabı okurken hem eğlendim hem de düşündüm. “Ben olsam geçmişimi unutup böyle bir hayata başlayabilir miydim?” diye çok sorguladım. Bence bu kitap bize sadece macera sunmuyor, aynı zamanda dostluk, fedakârlık ve vatan sevgisini de öğretiyor.
Güne bir söz: Pes etme! Daha önce pes ettiğinde neler kaybettiğini hatırla. Hayat, vazgeçenlerle ilerlemez. Pes etme ki, bir gün kendi diktiğin ağacın meyvesini yiyebilesin.
On kişi, on yürek, tek bir vatan için atan bir kalp oldular. Adlarını unuttular, geçmişlerini geride bıraktılar ama görevleriyle birlikte yeniden doğdular.
Gabriel García Márquez’in Kırmızı Pazartesi adlı romanı, şimdiye kadar okuduğum en ilginç eserlerden biri oldu. Roman, Santiago Nasar’ın öldürülüşünü anlatıyor. Fakat asıl çarpıcı nokta şu: bütün kasaba halkı bu cinayetten haberdar, ama herkes çeşitli bahanelerle sessiz kalıyor.
Okurken aklımdan hep şu sorular geçti: 👉 Bir kişi bile çıkıp Santiago’ya gerçeği söylemedi mi? 👉 Herkes mi sustu?
Normalde cinayetler gizli saklı işlenir; burada ise tam tersine herkes biliyor, fakat tuhaf bir şekilde kimse engellemiyor.
Marquéz’in bu kitabı sadece bir cinayet hikâyesi değil; toplumun sorumluluğunu, bireysel duyarsızlığı ve kaderin kaçınılmazlığını sorgulatan derin bir eser.
Sonunda kendime şu soruyu sordum:
“Bir felaketi herkes biliyorsa, neden kimse durdurmaz?”
Beni çok düşündüren, aklımda iz bırakan bu roman artık “unutulmaz kitaplar” rafımda yerini aldı.