Tanrı'yı Bulmak "Ortalıkta gözükmese de iyi olan bir insanın varlığı, görünür olan ama sadece iyilik taslayan pek çok insanın varlığından daha iyidir."
"Ancak, kimi inanlar ona ait olmayan giysilerine rağmen Güzelliğin yüzünü gördüler ve onu tanıdılar. Kimi insanlar da tanırlar Çirkinliğin yüzünü; giysiler onu gözlerinden saklayamaz."
Halil Cibran'dan okuduğum ikinci kitap oldu. Ilki gibi kısa ve anlamları, metaforlar arasında bulunmayı bekleyen türde öyküler yer alıyor.
Yüzeysel bir okumayla hafızadan silinecek, bir mesajı olmayan, sığ karakterlerden oluşan hikayeler bunlar. Fakat şahsen severek okudum Meczup kitabını da Gezgin'i de. Yine toplumsal konularla ilgili pek çok dokundurma vardı. Bunlar o kadar iyi saklanmış ki, bilinçsiz bir şekilde iletiliyor aslında. Anlamlandırıp, düşünceleri bir şekle büründürmek, çıkarımlar yapabilmek için alt metni dikkatle okumak gerekiyor.
"Ey tanrım? Doymaz bir tutkunun taze çekirdeği, ne doğuyu ne batıyı soran azgın bir fırtına, yanıp dağılan bir gezegenin yolunu şaşırmış bir parçası olan ben, neden burada olmalıyım?"
"Hüznüm'le ben, birlikte şarkı söylediğimizde, komşularımız pencerelere koşuşur, bizi dinlerlerdi. Şarkılarımız deniz kadar derin, ezgilerimiz garip anılarla dolu olurdu."
"Hüznüm'le ben, karşılıklı konuştuğumuzda günlerimiz kanatlanır, gecelerimiz düşlerle dolardı. Çünkü Hüznüm güzel konuşurdu ve ben de Hüzün sayesinde güzel konuşurdum."
"Dostum, sen iyisin, hem ihtiyatlı hem de bilgesin; dahası, kusursuzsun. Ben de bilgece ve ihtiyatla konuşuyorum seninle. Ancak yine de, meczubum ben. Ama gizliyorum meczubluğumu. Ben yalnız başıma mezcub olmak isterim."
"Ne söylediğime inanmanı ne de yaptığıma güvenmeni isteyeceğim senden; çünkü sözlerim senin öz düşüncelerinin yankısından başka bir şey olmadığı gibi, eylemlerim de senin eylem arzunun yankısından başka bir şey değildir."
"Özgürlüğü ve huzuru buldum meczupluğumda; yalnızlığın özgürlüğünü ve anlaşılmamış olmanın huzurunu. Çünkü bizi anlayanlar içimizdeki her şeye de egemen olurlar."
Hayatın farklı birçok noktasına değinilmiş olsa da ana temalar; topluma yabancılaşma, yalnızlık, anlaşılmamak, kendi varlığını kabullenmeme üzerineydi. Yani bana, bu kısa kitabı okurken sirayet eden izlenimler bu yöndeydi. Özellikle Meczup, Uyurgezerler, Çarmıhtaki Adam ve Kusursuz Dünya bölümleri, benim de bir zamandır aklımı kurcalayan konuları içerdiğinden çok dikkatimi çekti.
Alacakaranlık, okurken ismi hasebiyle Twillight evrenini aklıma getirmiş olsa da yine Sadık Hidayet'in kaleminden çıkmış olmalı, diyebileceğim tarzda yazılmış.
Birbirinden farklı, yedi tane çok yaratıcı bulduğum öykü yazmış yine. Bir önceki okuduğum öykülerden daha akılda kalıcıydı. Burada hikayeler salt insanların iç dünyasıyla, insan doğasıyla ilgili değildi. Daha çok insanlığın geleceğine dair yaşadığı zamana kıyasla müthiş çıkarımlar yazmış. Ileri görüşlü ve yaratıcı olması nedeniyle kitaplarını okumaktan asla sıkılmayacağım bir yazar.
"Aynı ümitsizlik çemberlerinde aklım durmuş; kendi varlığım beni hayretler içinde bırakmış! İnsan kendi varlığını hissettiği zaman ne kadar acı ve korkunç oluyor!"
"Biliyordum ki dünyanın bu büyük tiyatrosunda, herkes, ölüm gelip çatana dek bir tür oyun oynar. Ben de bu oyunu önüme almış, oynuyordum. Çünkü en kısa zamanda beni bu meydandan söküp atacağını zannediyordum."
Kafka'nın ve Poe'nun kasvetli tarzına benzettiğim için Sadık Hidayet okumaya bayılıyorum. Önceden üç başka eserini okumuştum. Gerek öyküleri gerekse romanları birbirinden etkileyiciydi. Modern öykü anlamında ikisi de gerçekten orijinal eserler yaratmış fakat Sadık Hidayet'in tarzını şahsen marazî buluyorum. Hassas olan arkadaşlarımdan saklayarak okuduğum bir isim.
Bu kitabında da çeşitli kısa öyküler yer alıyor. Kitaba ismini veren ilk öykü, daha çok kendi iç dünyasını yansıtan düşüncelerden oluşuyor. Biraz daha sakıncalı yazarın sahip olduğu fikirler. Çok karamsar, her şeyle bağını koparalı çok olmuş, hayatını anlamlandırmaktan vazgeçen başıboş bir hayalete benzetiyorum.
İş Bankası Kültür Yayınları'ından okudum bu kitabı. İçeriğinde üç değil, beş hikaye mevcut. Tipi, Luzern, Yemelyan ve Davul, Üç Mesel, Üç Soru isimleriyle konu bakımdan birbirlerinden çok farklı, iletmek istediği mesajlar bakımdan ise benzer ana fikirleri içeriyorlar.
İnsan ilişkileri, çıkarlar doğrultusunda topluma yabancılaşma, sınıflaşma, iyi, kötü ve âhlak üzerine yazarın öz görüşlerini kapsıyor her hikaye.
Akıcı ve kısa olmasıyla özellikle odaklanma sorunu yaşayan okurlara tavsiye ederim.
"Yolumuzu kaybettiğimiz konusunda kuşku duymak hâlâ mümkün olsaydı, yanlıştan dönülmesi için verilen tavsiyeye karşı takındığımız tavır, nasıl umutsuzca yolumuzu kaybettiğimizi ve ne büyük bir çaresizlik içinde olduğumuzu gösteren en büyük kanıt olurdu."
"Düşünce, insanin tüm doğruluğu kucaklayamayacak olması bakımından bir yandan yanlıştır. Insan çabalarının ifadesi olması bakımından da öte yandan doğrudur."
"İnsan keşke katı ve kesin bir şekilde yargılamamayı, düşünmemeyi ögrenebilsedi, keşke kendisine yalnızca ebediyen soru olarak kalması için yönetilmiş sorulara cevap vermeseydi. Her türlü düşüncenin hem yanlış hem de doğru olduğunu anlasaydı keşke."
"İyiliği bir yana, kötülüğü diğer yana ayırmak için asırlardır mücadele ediyor, çakışıyor insanlar. Asırlar geçip gidiyor ve tarafsız akıl, iyilik ve kötülük terazisinin hangi tarafına ne koyarsa koysun, terazinin dengesi şaşmıyor."
"Oysa hayat sizi o denli aldatmış ve ahlaksızlaştırmış ki, sevdiğiniz tek şeyle alay ediyorsunuz ve nefret ettiğiniz, sizi mutsuz eden şeyi arıyorsunuz."
"Nihayetinde tüm bu insanlar budala ve duygusuz değil; belki de tüm bu donuk insanların birçoğunda bendeki gibi bir içsel alem vardır, birçoğununki çok daha karmaşık ve ilginçtir bile. Öyleyse neden yaşamın en güzel mutluluklarından biri olan birbirinden keyif almaktan, insandan keyif almaktan kendilerini mahrum ediyorlar?"
"Birçoğu pek güzel olan çehreler, yalnızca bireysel refah bilincini ve kendi şahsiyetleriyle doğrudan bir ilgisi olmayan etraftaki her şeye karşı mutlak bir kayıtsızlığı ifade ediyor; yüzüklü ve kolçaklı bembeyaz eller, sadece yakaların düzeltilmesi, sığır etinin kesilmesi ve şarabın kadehlere koyulması için kıpırdıyor. Harekelerine yansıyan hiçbir ruhsal heyecan yok."
Okuduğum gönderilere dayanarak çoğu yorumda, kitabın dinin yolundan ayrılan yaşlı bir adamın yanlışa sapması ile ilgili olduğunu düşünülmüş. Fakat benim için anlatılmak istenenle, karakterin bana sunduğu izlenim bambaşka oldu.
Tabii ki her okur için mesaj başka başka olabilir. Yoğun olarak hissettiğim tema ölüm korkusu ve hayatta kalma durumunda akla mantığa sığmayan büyü, doğaüstü güçler gibi şeylere kanabileceğimizdir. En savunmasız olduğumuz anlarda elbette ki karakterimizden ödün verip, sağlıklıyken sahip olduğumuz karakteri koruyamayabiliriz. Kitabı, dini değil de, bu bakış açısıyla okudum. Çok da beğendim. Akıcı ve kısa olmasın rağmen derinliği olan kitap arayanlara öneririm.