Özellikle doğru eğitimin ve adaletin önemi üzerinde durulduğu için, Emile Zola bu kitapta mutlu bir toplumun gerçeğini açıklar. Yobazlığın ve gericiliğin, eğitimden aileye kadar her sosyal kurumu nasıl bataklığa çektiğini keskin bir dille yazmıştır. Özellikle eğitimcilere tavsiye ederim.
İnsanın bilinçdışının, bilinç yüzeyinde olan biten her şeyi kontrol ettiğine dair derin incelemeye sahip bir eser. Zihin altında, İnsan hareketlerini hareketten bir müddet önce planlayan bir motor sistem olduğu deneylerle tespit edilmiş ve bu durumda yaptıklarımızdan ne derece sorumlu olduğumuzun üzerinde kafa yoran (ve açan), belli aralıklarla sunduğu vaka örnekleri ile sürükleyici bir deneyim yaşatan bir kitaptı. Psikoloji sevmeyenler ve yeni başlamak isteyenler için dili biraz yorabilir…
Sinan Akyüz’ün yine bende iz bırakan kitaplarından..
Romanın merkezinde, adeta hayata ve kendine yabancılaşmış bir kadın karakter varr. Onun hikayesini okurken kendi iç hesaplaşmalarımla yüzleştim. Kaybettiklerimi, vedaları, yarım kalmış cümleleri düşündüm. Ve en çok da aşkı… Hani sadece sevmek değil mesele, bazen aşkın içinde kendini bulmak ya da kaybetmek.
Kitabın dili akıcı, sürükleyici. Ama beni asıl çeken, duyguların samimiyetiydi. Hiç süslenmemiş, olduğu gibi. Bazı sayfalarda gözüm doldu, bazı sayfalarda sustum, kendi içime döndüm. Yazarın insan psikolojisine olan hakimiyeti, metni sıradan bir aşk romanının çok ötesine taşıyor.
Okurken sizi içine çekiyor resmen, kurgu biraz yavaş başlasa da sonra doğru daha da hızlanıyor, baş karakterimiz ateşli bir hastalık geçirip sihir yeteneği kazanıyor ve yıllarca bunu saklamak zorunda kalıyor.
Bu sihir sonucu kafasındaki sesler yani Kabus onunla konuşuyor ve kartların rengini görebiliyor bir gün Elspeth'in yolu prens ve ailesi ile kesişir ve bunun üzerine 12 kartın son kalanlarını bulmak ve her şeyi sonlandırmak için bir yolculuğa çıkarlar.
Bence her şey yerli yerinde olması gerektiği gibi iyidi, dinlediğim ve okuduğum gotik fantastik kitapları arasında benim için en iyilerinden biriydi diyebilirim okurken gerileceğiniz ve olayları kendiniz yaşıyormuşsunuz gibi hissedeceğiniz bir kitap şahsen 2. Kitap'ı merak ediyorum Els bu sihirden kurtulabilecek mi diye.
Hayatımızın bütünü için güvenilir ve sağlam bir rehber olması bir tarafa, bu ilmin ne öğrenilmesi ve ne de uygulanması zordur. Aynı zamanda bu ilim, ciddi bir azimle arzulayan herkese terakki ve tekamül kapılarını açma imtiyazına sahip hoş bir vasıtadır.
Hayat bize sevgi, korku, zaman, güç, kaybetme, mutluluk, ilişkiler ve otantiklikle ilgili temel ilkeleri öğreten evrensel gerçekleri, dersleri sunar. Bugün mutsuzluğumuz yaşamın karmaşıklığı yüzünden değil. Mutsuzuz, çünkü hayatın te melini oluşturan basitlikleri gözden kaçırıyoruz. Asıl zorlu mücadele bu derslerdeki saf anlamı bulmaktır. Birçoğumuz sevgiyi öğrendiğimizi düşünürüz. Yine de sevgiyi doyurucu bulmayız, çünkü o sevgi değildir. O; korkunun, güvensizlik lerin ve beklentilerin kararttığı, koyulaştırdığı bir gölgedir.
Filistin direnişinin simge isimlerinden Abdullah Galip’in, yani asıl adıyla Abdullah el-Bergusi’nin kaleme aldığı “Yoldaki Mühendis”, yalnızca bir hayat hikayesi değil,aynı zamanda bir inancın, bir mücadelenin ve bir ruhun zindanda bile teslim olmadan nasıl dimdik durabileceğinin canlı bir belgesidir.
Kitap, İsrail tarafından 67 müebbet ve 5200 yıl hapis cezasına çarptırılmış bir adamın kaleminden çıkıyor. Bu gerçek bile başlı başına bir ağırlık taşıyor. Bergusi, yalnızca siyasi bir figür değil, aynı zamanda düşünceleriyle, ilkeleriyle ve yaşadıklarıyla insanın içini sarsan bir anlatıcı.
Anlatımı sade ama etkileyici. Her kelime, her satır bir çığlık gibi. Gözaltı merkezlerinde geçen geceler, hücrede geçen aylar, direnişin anlamı ve insanın iç dünyasındaki sarsıntılar… Tüm bu detaylar öyle yalın ama derin bir şekilde aktarılıyor ki, zaman zaman okurken nefes almakta zorlanıyorsunuz.
“Yoldaki Mühendis”, bir mühendisin hesap kitap dünyasından çıkıp vicdan terazisine doğru yürüyüşünü anlatıyor. O artık sadece yolları, yapıları değil, kalpleri, zihinleri, umutları da inşa ediyor.
Bu kitap politik bir anlatıdan çok daha fazlası. İçinde inanç, acı, sabır, ümmet bilinci, yalnızlık ve sonsuz bir özgürlük özlemi var. Tüm bu duygularda, kelimelerin arasından sızarak okuyucunun yüreğine çarpıyor.
Şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle Ü çyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte Yorgun değilim, umarsızım yalnızca Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim Onlara köprü olacak bir beden yoksa da ...
"Aylin Balboa'nın "Bu Hikâye Senden Uzun Osman" adlı romanı, Edebiyat dünyasında farklı bir soluk getiren bu eser, yazarın özgün ve cesur bir çalışması olarak değerlendirilebilir. Bir ayrılığın ardından gelişen iyileşme bir sürecini derin bir dille anlatan etkileyici bir roman. Ana karakterin eski sevgilisine yazdığı mektupların içsel çatışma ve duygusal iniş çıkışları ve dönüşümlerini yoğun ve samimi bir dille aktarılmış
Okurken benim de çok eğlendiğim bu romanın anlatım tarzı oldukça keyifliydi. Okumak isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim."
Bu sefalet dolu günlerde beni korkutan şey şuydu: İnsanların ahlakça gerilemeleri ve kaba alışkanlıklar edinmelerinin sebebi, ekonomik yoksullukları mıydı yoksa düşünme yeteneklerinin zayıflığı ve kültürsüz oluşları mıydı?
Tolstoy, Itiraflarım isimli bu kitabında kendi hayatında yaşadığı birçok şeyden ve felsefi düşüncelerinden bahsediyor. Bu düşünceler ve sorgulamalar daha çok tanrı inancı ve hayatın anlamını aramakla ilgili.
Hayatla ilgili birçok çıkarım yapmanızı sağlayacak akıcı bir kitap. Herkese öneririm.
Ah lise dönemim,çocukluğum.. O dönemde okuduğum,beni maziye götüren bir kitap.
Aşk, bazen yürekle değil, kaderle yazılır. Canan Tan, bu eserinde okurunu bir Anadolu hikayesini içine çekiyor. “Yüreğim Seni Çok Sevdi”, iki farklı dünyanın, iki farklı kültürün insanlarının bir araya gelişini ve aşk uğruna verdikleri mücadeleyi anlatıyor.
Zilan,Diyarbakır’ın geleneksel yapısı içinde büyümüş ama iç dünyasında özgürlük ve sevgi arayan bir genç kadın. Murat ise Batıdan gelen, idealleri olan ve kalbinin sesini dinleyen bir adam. Onların aşkı, sadece iki insanın değil, iki farklı yaşam tarzının da savaşı gibi.
Roman boyunca aşkları, toplumsal baskılar, aile değerleri ve törelerle sınanıyor. Canan Tan, sadece duygusal bir aşk hikayesi yazmakla kalmıyor,aynı zamanda Doğu-Batı çatışmasını, bireyin özgürlük arayışını ve törelerin gölgesinde ezilen hayatları da gözler önüne seriyor.
Yazarın sade ve akıcı dili karakterlerin derinliği ve olay örgüsünün güçlü yapısı sayesinde kitap bir solukta okunuyor.