Neşe Cengiz’in Gün Doğmadan Neler Batar kitabını okuduğumda, kısa sayfa sayısına rağmen ne kadar yoğun bir anlatım sunduğuna şaşırdım. 104 sayfa ama her cümlesi üstüme düşünce gibi çarpıyor.. hayatın karmaşıklığını, insan hatalarını ve toplumdaki gözlemleri öyle bir sembolik dille anlatıyor ki, farkında olmadan kendimi Fahri’nin yerine koyuyorum. Fahri, yaptığı bir hatayı düzeltmek istiyor ve bu arayış onun vicdan muhasebesini gözler önüne seriyor. Okurken “Acaba ben de böyle bir durumda ne yapardım?” diye düşündüm. Yazar karakterleri ve toplumsal tipleri öyle zekice sunmuş ki, “insan suretiyle gezen canavarlar” metaforu gerçekten etkileyici. Safdiller, sinsiler, temizlik hastaları… Her biri hayatın farklı yönlerini yansıtıyor ve bazen kendimden parçalar bulduğum karakterler oluyor. Kitabın dili de ayrı bir keyif. Mizah var, ama sorgulayıcı bir tonla. “Bak, şuradaki aynı ben” dediğiniz anda anlıyorsunuz ki, yazar sizle konuşuyor, sizi gözlemliyor, hatta belki biraz da sizi test ediyor. Kısa sayfa sayısına rağmen düşündürmeyi başarıyor, bazı cümlelerde durup içimde tekrar tekrar dönüp düşündüğüm oldu. Okuduktan sonra hissettiğim şey, Bu kitap küçük ama derin. Hayatın, hataların ve ikinci şansların üzerinde biraz daha uzun düşünmek isteyen herkesin okuması gereken bir kitap.
Bu kitap bana “zamana direnen duygular”ı hatırlattı. Kırk bir yıl… Düşünüyorum, bir insan kırk bir yıl boyunca bir başka insanı, bir sözü, bir anıyı, hatta belki bir ihaneti unutmadan yaşar mı? General yaşamış. Ve o bekleyişin, o sessizliğin, o gururun altında ne kadar büyük bir yalnızlık yattığını okudukça hissettim. İki eski dostun kırk bir yıl sonra karşılaşması… ama aslında bu, iki kalbin birbirine söyleyemediği her şeyin hikayesi. Henrik’in içinde taşıdığı o sitemi, o gururu, o kırgınlığı hissettim. Bazen konuş artık dedim, bazen susmak belki de daha doğru diye düşündüm. Bazı ilişkiler bitmez, sadece sessizce tükenir sanırım.. “İnsan önemli soruları sonunda daima bütün hayatıyla cevaplar.” Bu cümleyi unutmam sanırım. Çünkü bazen kelimelerle değil, hayatımızla veriyoruz cevabı.
Moder hayatın hızına kapılıp kendi iç sesimizi unuttuğumuzu hatırlatan derin ve sakin bir kitap. İnsan ilişkilerinin yüzeyselleştiği çağda bize yavaşlamayı, kalbimizi dinlemeyi ve duygularımızı yeniden sahiplenmeyi öğütlüyor. Günümüz kültürünün dayattığı yapay mutluluklara karşı, gerçek huzurun sadeleşmekte ve içimize dönmekte saklı olduğunu söylüyor. Okurken kendimi hem sorguladım hem de ferahladım. Ruhunu dinlemek isteyen herkese tavsiye ederim.
“Az Düşün Uzun Yaşa” bana kalırsa, düşüncelerin bizi yönetmesine izin vermek yerine onlarla nasıl ilişki kurabileceğimizi öğreten değerli önemli bir kaynak. Basit bir kişisel gelişim kitabından daha fazla, çünkü bilişsel ve zihinsel süreçlere dair bilinç kazandırıyor. “Düşüncelere takılma, onlara esir olma” fikri pek çok insan için dönüştürücü olabilir.
Tabi ki her teknik herkese aynı şekilde etki etmeyebilir; sabır, uygulama ve belki de profesyonelle eşzamanlı olarak kullanım önemli. Fakat fikir olarak ve ruhsal rahatlık arayışı içindekiler için bu kitap oldukça faydalı.
Farkındalık arttıkça sevinçler kadar acılar da derinleşir; çünkü fark ettiğin her şeyin yükünü de taşımak zorunda kalırsın. Dostoyevski’nin dediği gibi, ‘acı ve ıstırap, geniş bir aklın ve duygusal derinliğin bedelidir.’
İnsan şu dünyaya günü birlik bir hayat sürdürmek, yarının hesabını hiç yapmadan yaşamak ve her şeyden sadece zevk almak için gelmedi. Ne dünya buna uygun bir yer, ne de insanın doğası buna elverişli bir yapı.
Ferhat Kardaş’ın İrade Eğitimi kitabı insanın kendini yönetme becerisi, hedeflerine sadık kalabilme ve özdisiplin geliştirme gibi konuları ele alan pratik bir kişisel gelişim kitabıdır. Yazar, iradenin doğuştan gelen bir özellik olmadığını, bilinçli şekilde eğitilerek geliştirilebileceğini vurgular. Kitabın temel amacı, okuyuculara bu eğitimi nasıl gerçekleştirecekleriyle ilgili yol haritası sunmaktır.
Roman, 16 yaşındaki Holden Caulfield’ın gözünden anlatılır. Holden, okuldan atılmak üzere olduğu için evine dönmeden önce New York’ta birkaç gün geçirir. Bu süre boyunca şehirdeki insanları gözlemler, kendini ve dünyayı sorgular.
Holden’in içsel çatışmaları ve dünyaya karşı yabancılaşması, romanın ana fikrini oluşturur. O sahte yapay olarak gördüğü yetişkin dünyasına karşı çocukların masumiyetini koruma arzusundadır. Bu istek, romanın başlığına da yansır “Çavdar Tarlasında Çocuklar” metaforu, çocukların masumiyetini korumaya çalışan bir bekçiyi simgeler.
Çavdar Tarlasında Çocuklar”, ergenlik bunalımı, toplum eleştirisi ve insan psikolojisinin inceliklerini işlemiş. Kitap, özellikle genç okuyucular için kimlik, büyüme ve masumiyet kavramlarını sorgulatan klasik bir eser niteliğinde.