Suçluluk duygusunun içinde nasıl büyüdüğünü hissediyorum - hasta olmanın suçluluğu, yatağa mahkûm olmanın, başkalarına zahmet vermenin, günlerini altüst etmenin, yük olmanın suçluluğu.
— Elde fırsat varken, gençlik, güzellik varken eğlenmeli ve her şeyi dert edinmemeli. Her şeyi çok derin düşünmemeli. Eğer, zaman şimdiki gibi dar ise ona da bir çare bulmalı. Bak ne güzel eğlendik. Hayatın kazancı yalnız budur. Bu geceyi “Hayatta bir gece yaşadım!” diye sayar ve eğer varsa defterinize de yazabilirsiniz. Bu geceler ihtiyarlıkta çok az gelir ve tadı da azalır. Hele kadınlar için! Bilmem bu genç hanımlar biliyorlar mı? Hayat kadınlar hakkında çok merhametsiz, çok zalimdir. Kadın tez ihtiyar oluyor ve geç ölüyor. Herkes severken hayat tatlıdır. Sonra acılaşır.
– Hem farz edelim, sen bu ¹takriri verdin, Meclis kabul etti. Farz bu ya, tutalım hükûmet de kabul etti. Kanun yapıldı, ²tatbik de oldu. Derken pat hükûmet düştü. O vakit ne olacak?
+ Nasıl ne olacak?
– Öyle ya. Basbayağı. Evvela bir defa sizi dağıtacaklar, hele bu bir şey değil. Sonra kanunları da birer birer bozacaklar.
Ta çocukluğumdan bugüne kadar hayatlarını safdiller ile günahkârlara ¹medyun olan ruhanilerden nefret ettim. Onlar ahret tacirleridir. ²Edyân onları istememiş; fakat beşer, günahkâr ve korkak oldukça ahret namına ³kabil-i temas bir muhatap aramış ve bu sınıfı icat etmiştir. Ben ne günahkârım ne korkak. Karanlık mabetler, nezleli, tecvitli, talimli Kuran sesi, iri sarıklar, siyah cübbeler, kesilmiş bıyıklar arasından çıkan yağlı dudaklardan iğrenir, tiksinirim.
…bizde hayat yalnız erkeklere göre tanzim olunmuştur, kadın tarafı yoktur. Halbuki hayatta kadın da vardır. Demek oluyor ki bizim memleketin ¹hayat-ı içtimaiyesindeki ²tealinin noksanı, yarım memleketin felce uğratılmış olmasındandır. Bu ³noksan-ı uzvu ancak kadınlar ⁴itmam edecek ve memleketi kurtaracaklardır. Bunun için de bir hamleye lüzum vardır. Ancak bu hamle iledir ki bu ihtiyaç bertaraf olunabilir.
Yapı Kredi Yayınları (¹toplumsal yaşamındaki, ²yükselmenin, ³parça eksikliğini, ⁴tamamlayacak)
Tabut üç-dört fukaranın, bekçinin, konağın aşçıbaşısının omuzlarında kalmıştı. Arabayı kabul etmediğimiz halde, bir gün gelip ölülerimizi parayla taşıtacağımızda şüphe yok, diye düşünüyordum.
İtiraf ederim ki ihtiyarın ölümü beni imrendirmişti. Pek çok dertler, ağrılar, meşakkatler içinde yaşadığım hâlde bile yaşamayı tatlı bulanlardan olduğum için onun gibi böyle doksan sene yaşayarak sonra da böyle hiç kimseyi rahatsız etmeden, bir güzel günde ölüvermek, pek istediğim şeylerdendir.
Çocuklar neşedir, sevinçtir. Hayatın manasıdır. Bahtiyarlığın ölçüsüdür. Yaşayacak memleketlerin sokakları çocuk doludur. Mahallelerimizin, sokaklarımızın onlarla dolduğunu görmek beni ne kadar sevindirecek…
Bir kere de Kadıköy’de tesadüf ettiğim bir çocuğa bayramda beygire binip binmeyeceğini sormuştum. Bana, tiyatroya gideceğini söyledi idi! Hasan’ın Tiyatrosu’na kanto dinlemeye gidecekti. Sonra da biraz sonra anladım ki anası, ablası, hepsi bütün yaz, bütün kış Hasan’ın Tiyatrosu’na gitmişlerdi, Hasan’ın bütün kantolarını söylüyor ve oynuyorlardı. Hatta çocuk bile… Bir mucize çıkmazsa bu çocuktan kolu kuvvetli, gönlü kuvvetli bir babayiğit çıkacağına kim inanır?…
Sabah erken, bizim mahallenin bekçisi davulu ile ortaya çıkmamış iken çayırda çocuk sesleri duydum. Hele aradan birkaç saat geçtikten sonra, çayıra baktığım vakit fevkalade memnun oldum. Orası çocuk dolmuş, bunu görmek benim için ne bahtiyarlık! Şu son senelerde en ziyade mahzun olduğum, dertlendiğim şeylerden biri de artık yavaş yavaş mahallelerimizden çocuklarımızın azalmakta olduğunu görmek idi. Ellerde çocuklar çoğalıyor, bizde azalıyor, bizim çocuklarımız korkaklaşıyor, beceriksiz oluyor. Düşse kalkamıyor, sokaklarımız tenhalaşıyor, bunlara herkes gibi ben de dikkat ediyor ve yeriniyordum. Geçen son otuz kırk yılın bize gizli ne fenalıkları olmuş. Yalnız küçüklerimiz değil, büyüklerimiz de böyle. Bir zamanlar İstanbul’da kibarların ata binmesi, kibar delikanlıların servetlerine göre birden bir tavlaya kadar at beslemesi vardı. Şimdi ise kibarlardan birinin ata bindiğini, binebildiğini gördüğüm yoktur. Çok genç beylerin doğdukları günden beri ata binmediklerine yemin edilebilir. Şu geçen otuz kırk yıl içinde kolu ve gönlü güçlü adamlardan pek çok ziyanımız olduğu muhakkaktır. Buna karşılık, belki şık beyler yetiştirerek Avrupa’nın salon adamlarının taklidi… Kazandık mı, kaybettik mi?
Asker geldi Çatalca’da dayandı. Edirne düştü, düşüyor, sulh oluyor, olacak denildi. Sonra Mütareke oldu, sonra tekrar harp başladı. Herkes Edirne’yi düşünüyor. Acaba düşer mi, dayanır mı? Bir telaş, bir endişe… Nihayet bir gün zavallı Edirne düştü. Bütün müslümanların kalbine büyük bir bezginlik, bir yeis çökmüştü. Rumeli’nde Edirne son ümit noktasıdır. Edirne’siz bir Rumeli yoktur, bütün dünya Türkleri Rumeli’nden çıkmış diye görünüyorlardı. Hayatın bu kadar fena, bu kadar karanlık olduğu bir başka zamana tesadüf etmedim, ömrümün on yılı birden gitti.
Baba Halilim, bu öyle bir felakettir ki analara evlatlarını çamurlar içine attırır, kaçaklığın verdiği zaruret ve sefalet içinde insan ne yaptığını bilmez bir hâlde her fenalığa katlanabilir, ahlak, namus, din, her şey susar. Dağlarda, anaları tarafından bırakılmış ve ölmüş çocuklar gördük, biz o zaman için bunlara hayret ve teessüf edemiyorduk. Dört beş gün süren bu yolun iki tarafı ölmüş neferler, kırılmış nakliye arabaları, bırakılmış cephane sandıkları, hayvan ve insan ölüleri ile dolmuştu. Avrupa bunları şanlı medeniyet tarihine yazsın!… Düşman ordusu önünde kaçan bizler yine zulüm, cebir ve eziyetin en hafifini gördük. Kaçmayan biçarelerin camilere doldurularak yakıldıklarını, karınlarının yarıldığını, namuslarına dokunulup öldürülmeyen kadınların kendi kendilerini öldürdüklerini sana yazmayacağım; çünkü zaman onları yazacak ve sana elbette okutacaktır.
Yarın sabah güneş doğduğu vakit, dünyanın bir köşesinde, yıkılmış bir yer görecek, birkaç taze mezarın topraklarına bakacak, dökülecek gözyaşlarını yaldızlayacaktı. Kim bilir gecenin bu zamanında, ne kadar biçare adamlar vardır ki yarın başları üstüne düşecek ölüm gölgesinden gafil olarak uykularını uyurdu.
— Odanız pek güzel! — Güzel, lakin beni hasta ediyor, diye cevap verdi. Doğru, bu oda onu hasta edebilirdi. Bu kadar inceliklerin, bu kadar ince şeylerin elbette onun zayıf kalbi üzerinde bir ağırlığı olacaktı.
Fena zamanlarda idik, başımızda birçok felaketler döndüğünü zannediyorduk ve şu küçük kasabada yalnız biz, birkaç kişi, artık öğreniyor idik ki, hükûmet bizi aldatıyor, bizim itaatimizi suistimal ediyor, binlerce cahil insanın bir mânâ-yı dindarâneyi hâvi olan itimatlarını çiğnemek gibi azîm bir cinayet irtikap olunuyordu.
Hayat planlarımızda en sık, hatta neredeyse zorunlu olarak dikkate almadığımız ve hiç hesaba katmadığımız şey, zamanın bizzat bizde meydana getirdiği değişimlerdir.
Yani bizi asıl hedefimize yaklaştırdığı umuduyla her an koşullar dairesinde karar vermek zorunda kalırız. Böylece mevcut koşullar ve asıl niyetlerimiz, ayrı yönlere doğru çekilen iki farklı kuvvetle karşılaştırılabilir ve buradan ortaya çıkan diyagonal, bizim hayatımızdır.
Tarih, geçmişin dedikodusu değildir. Geçmişte olanların toplumsal ve ekonomik nedenlerini araştıran ve bugün ile ilgi kuran bir bilimin adıdır. Ancak bugüne dek, çağlar sürmüş bir imparatorluğun yıkılış nedenleri, bugünün gerçeklerine ışık tutacak biçimde belgeleri ile ortaya konmamış; ilkokul tarih kitaplarından üniversite siyasal tarihlerine değin, aynı dar görüşlülükle açıklanmaya çalışılmıştır. Öyle ki, bugün Türk aydınları, Tanzimatı oluşturan koşulların gerçek niteliklerini, Tanzimatı etkileyen dış ekonomik gerçekleri, Meşrutiyet ihtilallerinin süreçlerini, Tanzimat ve Meşrutiyet paşalarının kimliklerini, gerçek toplumsal nedenleri ile bilmezler. Çünkü o günlerin tarihini yazanlar, o çağlara yön veren sosyal değişiklikleri. bilimsel biçimde ortaya koymadılar. Biz bugün, o devirleri. O çağların toplumsal ve ekonomik olayları ile ilgi kurmaksızın, sadece tarih piyesleri gibi, yüzeydeki görünümleri ile okumak zorunda kaldık. Kırım Savaşı'ndan sonra alınan dış yardımlar, o yardımı veren ülkelerin Türk toprakları üzerindeki gerçek amaçları, Düyun-u Umumiye'nin kuruluş nedenleri araştırılmadı. Bize o yardımları veren ülkelerle savaşmak zorunda kaldığımız günlerde bile. Bugün nasıl Osmanlı imparatorluğu'nun yıkılış nedenlerini bilimsel gerçeklerin ışığında değerlendirmek zorundaysak, bu günün siyasal olaylarının da, tarih içinde köklerini bulmak zorundayız.
Bu ataerkil enlemlerde derler ki, çocuklar ağlıyorsa korkacak bir şey yoktur, ama yetişkinler ağlıyorsa - o zaman vardır. Ya aynı anda hem çocuk hem yetişkinsen ve babanın ölmekte olduğunu daha yeni öğrenmişsen…
Bir toplumda bir kısım insanlara hak diye dağıtılan yetki, diğerlerinden esirgenirse, mülkün temeli olan adalet ancak küçük siyasi oyunların harcı olur.
Komünizmle mücadele lafla değil, sosyal ve ekonomik tedbirlerle yapılır. Boş kafayı, boş mideyi istismar eden komünizme, sosyal ve ekonomik reformlara engel olmakla, kafaları boş, karınları aç bırakmakla, bizzat antikomünistler hizmet etmekledirler.
Çağdaş demokrasiler, toplumun çok yönlü yapısının gerektirdiği sınırlamalarla bağlıdırlar Partiler, baskı grupları, sendikalar, çağdaş demokratik anlayışın vazgeçilmez unsurlarıdır Gençlik bu anlayış içerisinde, baskı grubu olarak görevini her türlü günlük siyasi endişenin dışında yapma çabasındadır. Özellikle az gelişmiş toplumlarda gerçekler, gençliğin baskı grubu olarak demokratik hayatta yer alışını zorunlu kılar.
İnsanlar arasındaki fark onların aptallık derecelerindedir. Bazıları daha akıllıdır. Ötekiler daha az akıllıdır, bazıları ise büsbütün aptaldır. İnsanın akıllı olması için iyi seçilmiş kitaplar okuması gerekir.
Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler. Binbir derde düşer, canlarından bezerler. Öyleyken ne tuhaftır, yine de övünür. Onlar gibi olmayana adam demezler.
Hüseyin Nihal Atsız : Aynı mektep ve aynı fakülteden sevgili bir çocuktur. Haşin, sert görünüşü altında altın gibi bir kalbi ve ismi gibi kadın olan bir ruhu vardır… Müthiş Türkçüdür. Kendisine mektepte bu hasletinden dolayı hep “Oğuz Beyi” derdik Âşık olmayı budalalık telakki eder, fakat âşık olmaktan hiç geri kalmaz…