Evlilik tarifi Vahit Amcadan - 7 numara isimli dizi
"Evlilik dağdaki keçi yolu gibidir evlat. Şimdi bir dağ düşün, yalçın mı yalçın. Sivri kayaları var. İşte doğar doğmaz bizi 'hadi bu dağı aş' diye eteklerine bırakıveriyorlar. İlk başlarda iş kolay. Ama yükselmeye başladıkça dağ sarpa sarıveriyor... Dimdik kayaların, uçurumların arasında kalıveriyorsun. Gücün azalıyor... Derken senin gibi bir yolcu daha çıkıyor. Yoldaşınla omuz omuza, can cana verip bir keçi yolu açıyorsun kendinize. Artık tek başına değilsin. Biliyorsun ki artık o yolu iki kişi yürüyeceksin... Dağ yine yalçın. Ama artık yürümek zevkli. Nefesim tükenecek diye korkmuyor insan. Çünkü yanında kendi nefesin gibi bir nefes daha var...’’
"Evsizler, modern toplumun son özgür insanlarıydı. Kredi kartları yoktu. Çek defterleri yoktu. Arabaları yoktu. Cep telefonları yoktu... Her bağlantının, her telefon görüşmesinin, her hareketin kayda alındığı bir dünyada, arkalarında iz bırakmayan tek grup onlardı."
Uyurken seni seyreden bir kadın bul kolunun altında olmaktan huzur duysun, ama öyle güvercin gibi de olmasın gerektiğinde dikilsin karşına kavga etsin seninle ama senden vazgeçmesin bırak senden akıllı olsun bir yerin eksilmez merak etme akıllı kadın sana kul köle olmaz ama değer verir, gururunu incitmez aşık olacağın bir kadın bul öyle en güzeli falan değil ama gülüşü sihirli olsun sana baktığı zaman, evreni keşfet seni ayakta tutacak bir kadın bul ama hakkını da ver üzerinde ki emeğine minnetini göster öyle bir kadın bul ki ayakların koşarak eve gitsin ona öyle davran ki sen geldin diye sevinsin.
Baba-kız (sarılmak insanın ruhunu iyileştiren bir eylemdir)
Babası kızının elini tuttu ve gözlerinin içine bakarak ; Ayrılık , açık kalp ameliyatı oluyor gibidir Bu süreci zorlaştıran da suçluluk duygusudur Neden onu sevdim diye suçluluk duymamalısın Mükemmel insan yoktur, hayat bu bazen yanlış insanlara değer veririz , bu bizi kötü değil , sadece insan yapar. ve kız babasına sarıldı çünkü sarılmak insanın ruhunu iyileştiren bir eylemdir
Seni böyle seversem asarlar beni Bir deniz fenerinin söndüğünü görürsün Evlerine kapanır gemiler Sis basar bütün limanları Seni böyle sevdiğimi bilseler Asarlar beni Yokluğunu anlatırlar önce bir güzel Dudaklarım çatlayınca susuzluğuna Sabah beş buçukta ipe çekerler Seni böyle sevdiğimi bilemezler Bilseler de bilemezler Ay batar Gün doğar Yer oynar yerinden Duyamazlar..
Kimsenin gözünde yaş, dilinde ah olmadan yaşamak ve öylece göçüp gitmek isterim. Yorgun muyum? Pişman mıyım ? Hayır...bin kez daha gelsem dünyaya, yine aynı düşüncenin izinden yürürüm , yine aynı inancın göğsüne yaslanırım .
Tamamlanmamış bir cümledir insan. Yalnızlığıyla bile bir araya gelemeyecek kadar ıssız. Bütün bunlara rağmen hayat, yine de anlamlı bir cümle kurabilme isteğidir. İnsanın kendini tamamlayabilmesi isteği. Zaman içinde aşınmış, her şeye kırgın bir ruhun kendini onarabilme çabasıdır.
geleyim , 5 dakika olsa da göreyim , ben eski kafalı aşığım uzaktan olsun göreyim gözlerinin içinde kaybolayım aşılır elbet kilometrelerce yol hani diyorum geleyim de 5 dakika olsa da göreyim
Kadın , adamın dudaklarına doğru hamle yaptı ve adam eliyle istemediğini belirtti Kadın ; seni çözdüm , sen sevişmek istemiyorsun , tutkulu aşk istiyorsun , dedi
İşin Aslı , Judit ve Sonrası ‘ aşkı, evliliği ve toplumsal sınıf farklarını, aynı olayın üç farklı bakış açısından anlatan çarpıcı bir roman. Her bölümde bir başka karakterin gözünden, görünüşte sıradan ama derinlikli bir hikâyenin iç yüzü ortaya konuyor.
İlk bölümde, Ilona’nın perspektifinden dışarıdan kusursuz görünen bir evliliğin içindeki sessiz çatışmalar ve duygusal eksiklikler işleniyor. Okur, ev içindeki görünmeyen çatlakları, Ilona’nın iç sesiyle keşfediyor.
İkinci bölümde, Peter aracılığıyla burjuva hayatının tekdüzeliği ve bireysel sıkışmışlık duygusu aktarılıyor. Peter, kimlik arayışı, özgürlük ihtiyacı ve toplumsal roller üzerine sorgulamalarla romanın felsefi katmanını temsil ediyor.
Son bölümdeyse Judit’in dünyasına adım atıyoruz. Yoksulluktan zenginliğe geçişin yarattığı içsel boşluk, geçmişle hesaplaşma ve toplumsal beklentilerle mücadele temaları öne çıkıyor. Savaşın ruhunda açtığı yaralarla, Judit hem kendini hem de hayata olan inancını yeniden tanımlamaya çalışıyor.
Roman, kadın ya da erkek fark etmeksizin okura, karakterlerden birinde kendini bulma fırsatı sunuyor.
Gabriel García Márquez'in *Kolera Günlerinde Aşk* adlı romanı, sadece bir aşk hikâyesi değil, aynı zamanda zaman, sabır ve insan ruhunun derinliklerine dair bir anlatıdır.
Roman, aşkın sadece tutku ve romantizmden ibaret olmadığını, aynı zamanda sabır, fedakarlık ve zamanla gelen olgunlukla da şekillendiğini gösterir
Roman iki ayrı zaman diliminde geçen iki ayrı aşk öyküsünü bir arada anlatır: 13. yüzyılda Mevlânâ ile Şems’in mistik bağını, günümüzde ise Ella Rubinstein adlı Amerikalı bir kadının bir yazarla kurduğu ruhsal ve duygusal yakınlığı anlatır
Sadece bir aşk romanı değil, aynı zamanda bir arayış, bir fark ediş ve kendini yeniden inşa etme imkânı sunar.
Nimet Elif Uluğ / Osmanlı’da Batılı İtikatlar ve Büyü
‘Kafasıyla düşünen kimse hürdür. Doğru olduğuna inandığı şey için mücadele eden insan da hürdür. Tembel, duygusuz ve uşak ruhlu bir insan, dünyanın en hür ülkesinde de yaşasa, hiçbir baskı ve kısıtlama mevcut olmadığı halde bir köleden farksızdır. Hürriyet, ele geçirilmesi gereken bir şeydir, dostum. Başkalarından dilenilecek bir şey değildir.’’
Ben seni artık sevmiyorum cümlesiyle, ben seni hiç sevmedim ki cümlesi arasındaki fark büyük bir uçurumdur. O uçurumun kenarına gelindiğinde insanın yüreğine düşen soru ise şudur:
‘Yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar Bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan Ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim, Biraz da kekik toplayalım Kıymetini bilmediğimiz şeyler var.’
Canları istediği gibi seks yapabilmelerine rağmen Cesur Yeni Dünya’daki bedenler tuhaf bir şekilde ruhsuzdur, ki bu da Huxley’in değindiği noktalardan birinin altını çizer; Her şeyin ulaşabilir olduğu bu dünyada hiçbir şeyin değeri yoktur
‘Fakat aşk, ancak bedenin karanlığında acı içinde gelişen bir cenin olmaktan çıkıp kendini dudaklarla ve nefesle itiraf etmeyi göze aldığında gerçek aşk olur…’
Aşık olduğunu kaybettiğinde mi anlarsın Tarifi olur mu bilmem ama ;
“eğer...
onu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup
kalkıyorsanız gün boyu nedensiz...
ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
onunlayken pervaneleşen yelkovanlar, onsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir
akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, ondan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa ve o, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri onun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter,
her roman ondan söz ediyor, her çiçek onu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa, iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire onu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın o olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona o diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi ona yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
onsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep onun yüzü suyu hürmetine...
‘İnsanlar, kadının kalbinin tam ortasından delindiğini algılayabilseler de, yaralandığını gösteren belirtiler karşısında bilerek ya da bilmeyerek kör kalabilirler.’
‘Kadınlar yirmili yaşlarına gelmeden önce bin kez ölmüşlerdir. Şu ya da bu yöne gitmişler ve engellenmişlerdir. Engellenmiş umutları ve düşleri de vardır. Aksini söyleyen hala uykudadır.'
Kadın: Merhamet, sevmediğimiz biri bile nasiplenebilir bazen... Peki ya adalet? Onu da taşıyabilir mi kalbin, sevmediklerine karşı? Adam (bir an duraksar, sesi biraz sertleşir): Elbette adaletli olurum. Kadın (bakışlarını kaçırmadan): Sözcüklerin sınanmadığı yerlerde hükmü boldur… Asıl cevap, duygularımızla çeliştiğimizde ortaya çıkar.
"şu ana kadarki hayatım boyunca iki tip insan keşfettim: sizinle olanlar ve size karşı olanlar. Bunları tanımayı öğrenin çünkü bunlar sıklıkla ve kolaylıkla birbirlerine karıştırılabilir
yeni bir gün , sesini duymak isteyen biri vardır ; duyur yüzünü görmek isteyen vardır ; göster seninle vakit geçirince mutlu olan vardır ; mutlu et ve sen , ağzını aç içindeki sevgiyi serbest bırak , uçsun onu duyduğunda ‘ yaşadığını hissedecek ‘ o gönüle konsun !..
'çağın vebalı gövdesinde bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık' 'ay ışığı gölgeleri büyüttü ayrılıklar eskidi... biz eskidik aşk bize küstü âsiya...' demiş Yılmaz Odabaşı , Aşk Bize Küstü isimli şiirinde... Aşkı küstürmek için elimizden gelenin fazlasını yapıyoruz. İsmini dahi bilmediğimiz insanlarla ' tek gecelik ilişki ' yaşamanın adı ' hayattan zevk almak ' olmuş. Cinsellik aşkın bir sürecinden çıkıp , hedef (!) olmuş. ' aşk, çiftleşme arzusunda duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur. ' demiş - milan kundera Cep telefonuna sığdı ' aldatmanın' adresi.. Seçenek çoğaldı deniliyor , neyin seçeneği... aşk BİR gönüle girer ve o gönülde yaşar. Aşk o gönülden giderse ' yalnızlığını - acısını ' yaşar...ve belki bir gün yine bir gönülde bulur kendini... Unutmayalım ki ; bu dünyadan ' aşkı ' silersek geriye simsiyah bir dünya kalır. Kişi başı GSYİH o kadar çok o kadar çok olsa da bir değeri kalmaz. İnsan nüfusunun çok fazla olması da önemsiz olur. Aşk bizi terketmeden gönlünü almak lazım...
Bireyin ne yaşadığı değil kadınların neden bu kadar kırılgan bırakıldığıdır Güzellik üzerinden değer biçilen bir dünyada , kadının ruhu çoğu zaman görmezden gelinir Oysa kadını yaşatan şey , dış görünüş değil , üretme gücü , anlam kurma becerisi , kendine dayanak olabilme yeteneğidir Görünür olmak yetmez ,beğenilmek yetmez, onaylanmak yetmez Gerçek değer içeriden kurulur ve bu değer kadını hayatta tutar. Sevil Değerli