Bir mezara gömüp aşka da acıya da son vermeyi dilemişti; ama boşunaydı çabası, o zaman yenildiğini anlamış, kaçmıştı, şimdi de bütün tökezleyişlerinin, düşüşlerinin izlerini taşıyan, umudunun ve çaresizliğinin yığıntısı olan bu çölde birlikte yol alıyorlardı.
Ukbe b. Âmir (r.a) anlatır: “Ey Allah’ın Resûlü! Kurtuluş nedir?” diye sordum; Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu: “Dilini muhafaza et, evin sana geniş olsun/hâcet dışında
Genel itibarıyla, canlı, hareketli olan hareketsiz olan karşısında suçlu görünür; yaşam bir suçluluk halidir, kimse bilincine varmadığı ölçüde daha da vahim olan bir hal.
Düşünceler, ilkçağda adına hypomnema denilen ve "günü gününe tutulmuş kişisel notlar" biçiminde tanımlayabileceğimiz yazın türüne aittir. O çağda çok yaygın olan bir uygulamaydı bu. En dikkat çekici örnekleri arasında da İmparator Neron'un zamanında, bu da demek oluyor ki MS l. yüzyılda yaşamış evli bir kadın olan Pamphila'nın yayımladığı hypomnemata sayılabilir. Bugüne ne yazık ki ulaşmamış olan bu derlemenin başına koyduğu giriş yazısında, kocasıyla birlikte geçirdiği, "tek bir gün ya da tek bir saat" kesintiye hiç uğramamış olan otuz yıllık evlilik yaşamı boyunca, kocasından ve evlerini ziyaret etmeye gelen konuklarından ya da okuduğu kitaplardan öğrendiği her şeyi not almış olduğunu belirtmiştir. Bu notları hiçbir düzene koymadan, konulara göre ayırmadan, her şeyi yaşanmış olduğu sıra içinde bırakarak, yani hypomnemata şeklinde yazmış olduğunu anlatır. Yayımlanırken, bu notları konularına göre belli bir düzene koymayı da düşündüğünü, ancak bu çeşitliliği ve plansızlığı daha çekici ve zarif bulduğunu da ekler. Yayımlanma sırasında yalnızca bu giriş bölümüyle, bir de anlaşıldığı kadarıyla birkaç geçiş metni yazdığı görülmektedir. Bu şekilde arka arkaya dizilmiş olan notları filozofların yaşamıyla, tarihle, belagatle ve şiir sanatıyla ilgilidir.
Oldukça mutlu gözüken bir çocuk aslında açığa vurmayacağı ya da vuramayacağı korkunç şeylerden mustarip olabilir. Çocuklar, yalnızca anılarımız ya da tahminlerimiz aracılığıyla içine girebileceğimiz bize yabancı olan bir tür sualtı dünyasında yaşar. Başlıca ipucumuz bizim de bir zamanlar çocuk olduğumuz gerçeği; ancak çoğu insan kendi çocukluklarındaki ortamı neredeyse bütünüyle unutuyor gibi gözüküyor.
Ömrümün anlamı hayat kaynağım Derdimin ortağı tek dayanağım Sığınacak ata baba ocağım En temiz yürekler kir senden sonra Nefes alabilmek zor senden sonra
İdris Ertaş
Değerli şairim saygıdeğer kitap ehli her insan için ayrılık zordur kimisi evladının kimiside anne babasının üzerine toprak atarken mutlaka nefes alabilmek zor senden sonra cümlesini kurmuştur burada Hz Mevlânaya bırakalım sözü Allah der ki “Kimi benden çok seversen onu senden alırım En garibi de budur ya Öldüm” der,yine de “yaşarsın her ayrılık bir sınavdır ölüm yok ise cihat ve kıyam var demektir sınav sabır ile kazanılır inşAllah
Ebeveyn tipi nasıl olur ? Sorunun cevabını düşünüyor gibi görünüyor."Sirkteki ip cambazının, yaptığı işi herkesin bir sanat gibi görmesini nasıl istediğini bilirsin ama aslında tek derdi düşmeden karşıya geçebilmektir. İşte bunun gibi bir şey."
ama yine de yaralıyor beni, yüzümün gölgesinde kırılan bu dal sesi; ürkütüyor bir şiirin içinden, göçebe kuş sürülerini ve ben böğrümde bir avlu serinliği, sessizce dinliyorum akıp giden geceyi. Bir Acıya Kiracı
"Dünyada eş yüzler olduğu gibi, eş ruhlar da vardır. Bunlar diğer ruhların kalabalığı arasında mütemadiyen birbirini ararlar, yaştan münezzeh oldukları için yılların açtığı mesafe buluşmalarına mani değildir."
Sokrates'in etik geleneği, Herakleitos'un fiziksel ve "maddeci" geleneği ve Aristoteles ile Megara Okulunun diyalektik geleneği. Stoacı yaşam biçimi, Sokratesçi yaşam biçimiyle aynı çizgi doğrultusunda yer alır: Her şeyin boyun eğmek zorunda olduğu tek değer, ahlaki iyilik, yani erdemdir. Sokrates'in, Platon tarafından kaleme alınan Sokrates'in Savunması'nda dediği gibi, "İyi insan için, ister hayatta, ister ölmüş olsun, hiçbir kötülük mümkün değildir. " Hiçbir kötülük mümkün değildir," demenin nedeni, iyi insan ahlaki kötülüğü hiç bilmeyeceği ve ahlaki kötülükten başka bir kötülük de olmadığı için, başkalarına kötülük olarak görünen ölüm, hastalık, zenginliğin kaybı, hakaretler gibi şeylerin onun için kötülük sayılmayacağıdır. Ancak, değerlerin bu şekilde dönüştürülmesi, yalnızca kişinin ya kendisi ya da bir başkasıyla geliştireceği bir diyalog, bir logos, bir akıl yürütme yoluyla kendini incelemesine dayalı olan entelektüel ve etik bir işlem sayesinde gerçekleşebilir.
Bil ki dünya, her gelene gönül veren, her gönül verdiğine söz veren, seninim diyen bir aşüftedir. Dışı altın ile kaplanmış kara bir taştır. Aldanma rengine. Renk geçer gider, sen özü ara; suret silinip yiter, sen gözü ara. Unutma, dünya hançeriyle yaralarsan gönlünü yara geçer de izi kalır, derdi biter de sızı kalır. Sen kıymetsize değil, kıymeti sonsuza talip ol. Zira bir sultana köle olmak, kölelere sultan olmaktan daha evladır..
Şule Gürbüz, Türk edebiyatının kendine özgü ve derinlikli kalemlerinden biri. Coşkuyla Ölmek, yazarın dili nasıl ustalıkla bir düşünce akışına çevirdiğini gösteren çarpıcı örneklerden. Kitap, ölümle yaşam arasındaki duygusal, entelektüel ve felsefi gelgitleri coşkulu bir anlatımla ortaya koyuyor
> Kitap, klasik bir olay örgüsüne bağlı kalmaksızın, daha çok bir zihinsel iç monolog ve varoluşsal sorgulama olarak ilerliyor. Ölüm fikri, yaşamın anlamsızlığı ya da anlamı, benlik arayışı, zamanın geçiciliği gibi temalar yazarın kendine özgü diliyle harmanlanıyor. Gürbüz’ün karakterleri çoğu zaman dış dünyadan çok iç dünyada yaşar; bu kitapta da durum farklı değil.
> Coşkuyla Ölmek, okuru hem bir düşünce deryasına hem de bir duygu kasırgasına sürükler. Cümleler uzun, çoğu zaman bilinç akışı tekniğini andırır; ama bu yoğunluk, okuru kitabın içine çeker. Gürbüz'ün anlatımı hem klasik hem deneysel bir tarzı bir arada sunar.
> Gürbüz, bu kitapta ölümü bir son değil, coşkunun bir zirvesi gibi konumlandırıyor. Yaşamak sadece nefes almak değil, bir anlam uğruna yanmak, tükenmek, hatta "ölerek" tamamlanmak olabilir.
> Coşkuyla Ölmek, herkesin kolayca tüketebileceği bir kitap değil; ama edebiyatta derinlik, düşünce ve estetik arayanlar için eşsiz bir deneyim sunuyor. Yavaş yavaş okunması, sindirilmesi gereken bir kitap. Gürbüz’ün diliyle kurduğu dünya, okuru sıradanlıktan uzaklaştırıp kendi iç gerçekliğine götürüyor. -
Erkek, kendisine yeterince kadın sunulduğu takdirde, kolayca yılda yüz çocuk meydana getirebilir; kadın ise, istediği kadar çok erkeğe sahip olsun, ikiz ihtimalini hesaba katmazsak, yılda sadece bir çocuk dünyaya getirebilir. Bu nedenle erkeğin gözü hep başka kadınlardadır; kadın ise buna karşılık tek bir erkeğe sımsıkı sarılır: Çünkü doğa onu içgüdüleri gereği ve hiç düşünmeden, gelecekteki doğumun besleyicisi ve koruyucusunu yanında tutup korumaya sürükler. Bundan ötürü erkeğin eşine sadakati yapaydır, kadınınki doğaldır; dolayısıyla da, kadının ihaneti, nesnel olarak, sonuçları bakımından olduğu kadar, öznel olarak doğaya aykırılığı bakımından da erkeğinkinden çok daha az bağışlanabilir bir ihanettir.
Kitap batı kültüründe ebeveyn ve çocuk arasındaki iletişim sorunlarını örneklendirerek okurun problemleri kafasında canlandırmasına ve kendi aile yapısı üzerinden değerlendirme yapmasına fırsat sunuyor. Malesef ki her ebeveyn kitabı aynı saydamlıkta değil .. kitapta beğendiğim bir diğer unsurda çok ince ve yerinde tespitler yapılmış olması. Gereksiz bilgiden ziyade gerçek anlamda bir ebeveyn için yol haritası olması amacıyla yapıldığını düşünüyorum.
Selamlar bende bağımlılık yapan Ahmet Ümit’in bir kitabını daha bitirdim. Kitap kahramanımız Şehsuvar Sami’nin Osmanlı’nın son yıllarında ittihak ve terakkiye katılmasıyla Cumhuriyetin ilk yılları arasında geçiyor. Aslında kitap bir mektuplar toplamı, Şehsuvar’ın büyük aşkı Ester’ yazdığı bir itiraf ve günah çıkarma çabası. Okuyanı etkisi altına alacak bir aşk ve tarih hikayesi. Osmanlı’nın son dönemini okurken bu toprakların nasıl acılar çektiğini, ihanetleri, yoksulluğu, güce adammış iktidar sarhoşluğunu okuyorsunuz. Görüyoruz ki o günde olduğu gibi bu günde dünya siyasetinde değişen çok bir şey yok herkes kendi kişisel menfaati peşinde maalesef. Kitapta başka dikkat çeken nokta cumhuriyet öncesi tarihi olaylara temas etmesi özellikle Sarıkamış’ta şehit düşen askerlerimizi okurken gözlerimin dolmasına engel olamadım. 31 mart vakası ve bab-ı ali baskını ve dönemin entrikaları yalın bir dille anlatılmış. Benim eksik gördüğüm nokta Çanakkale zaferi anlatılırken Mustafa Kemal Atatürk’e çok az değinilmesi oldu. Büyük zaferin mimarı olarak ondan daha çok bahsedilmeliydi kitabın gereksiz uzatılan bir kaç yeri yerine. Diğer bir nokta gerek Osmanlı’nın son dönemi gerekse cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’un muhteşem kültür alt yapısına ait hatıralardan bahsedilmesi o tarihlerde bile İstanbul’un operasıyla caz orkestralarıyla yaşayan bir kültür olduğu (bu günün aksine) gözler önüne seriliyor. Kısacası ben kitabı beğendim okumanızı tavsiye ederim. Kitapla kalın sağlıcakla kalın