Annem öyle hızlı hareket ediyor ki geldiğini görmüyorum bile . Ama yüzüme indirdiği tokat başımın geriye doğru fırlamasına yetecek kadar sert. Yüzümde bıraktığı iz kaybolup gittikten uzun süre sonra bile lekesi çıkmıyor. Sizin de bildiğiniz gibi utanç beş parmaklıdır.
Âmâk-ı Hayal (Hayalin Derinlikleri), Türk edebiyatının ilk metafizik–tasavvufî romanlarından biri kabul edilir. 1910’ların düşünsel atmosferini taşır. Roman, hem bir felsefe kitabı, hem bir tasavvuf yolculuğu, hem de bir bilinç–rüya romanı niteliğindedir. Eserin merkezinde “hakikati arayan insan” vardır.
1. Konu (Kısa Özet) Romanın kahramanı Râci, hayatın anlamını, evreni, gerçeği ve insanın varoluşunu sorgulayan bir gençtir. Maddi dünyadaki bilgiler onu tatmin etmez. Bu arayış sırasında Aynalı Baba ile tanışır.
Aynalı Baba, sufî bir bilgedir ve Râci’ye tütün kokulu bir nargile içirerek onu derin hayal dünyalarına gönderir.Raci bu hayal alemlerinde:
Brahmanizm’den Hermetizme,Budizm’den tasavvufa,Eski mitlerden İslami hakikatlere kadar pek çok metafizik ve felsefi düzlemi deneyimler. Her hayal âlemi, “Hakikat nedir?” sorusuna bir cevaptır. Roman, Râci’nin içsel arayışıyla tamamlanır: Gerçek hakikat dışarıda değil, insanın kendi içindedir. 2. Tema ve İzlekler 1) Hakikat Arayışı Romanın temel teması: İnsanın, görünen dünyanın ötesindeki hakikati anlama isteği Râci’nin hayallerle yaptığı yolculuk, bir nevi ''kendini bilme” yolculuğudur. 2) Madde – Mana İkiliği Roman sürekli şu soruyu sorar: Görünen dünya (madde) gerçek midir? Yoksa asıl gerçeklik (mana) içsel dünyada mıdır? Yazar, cevabı tasavvufi gelenek üzerinden verir: Madde fanidir, mana ise hakikattir. 3) Felsefe ve Tasavvuf Birlikteliği Roman, Doğu ve Batı felsefelerini harmanlar. Eserde geçen düşünce akımlarından bazıları: Hint mistisizmi,Budizm,Hermetik gelenek,Kadim Mısır inançlrı,İslam tasavvufu,Sofizm,Platonculuk Bu çeşitlilik romanı entelektüel bir yolculuğa dönüştürür. 4) İnsan Benliği ve Ego Râci’nin uğradığı her âlemde ego sınanır. Nefsini aşamadıkça hakikate yaklaşamaz. Tasavvufi mesaj şudur: “Kendini bilen, Rabbini bilir.” 5) Rüya, Hayal ve Bilinç Dışı Roman tamamen rüya içinde rüya tekniğiyle ilerler. Hayal sahneleri: bilinçaltını,insanın karanlık yönlerini,ruhsal derinlikleri yansıtır. Bu nedenlerle eser, Türk edebiyatında erken bir “bilinçdışı romanı” örneğidir. 3. Karakter Analizi
Râci Aklı çalışan fakat tatmin olmayan bir entelektüeldir. İçsel arayışı onu hayal âlemlerine taşır. Başlangıçta kibirli bir “bilgi arayıcısı”dır; sonunda mütevazı bir “hakikat yolcusu” olur.
Râci, modern insanın kaybolmuşluğunun sembolüdür. Aynalı Baba Bir mürşid, yani rehberdir. Gördüğü hakikati doğrudan söylemez; Râci’nin kendi yaşaması için yollar açar. Nargile metafiziği (duman = hayal perdesi) onun yöntemidir. Aynalı Baba, romandaki en güçlü sembolik karakterdir: Hakikate kılavuz olan “iç ses”tir. 4. Üslup ve Anlatım Özellikleri Masalsı ve mistik bir anlatım ,Doğu masallarına yakın bir üslup, Sembol ve alegori yoğunluğu, Rüya benzeri atmosfer. Felsefi yoğunluk Eserde her bölüm bir “ders” gibidir. Tasvirde zenginlik Hayal sahneleri sinematik bir dille kurulmuştur. Zaman ve mekân belirsizliği Okur sürekli sınırların ötesine geçer; tıpkı Râci gibi. 5. Sembolik Yapı Eserdeki temel semboller: Nargile Raci’nin bilinci ile bilinçdışı arasındaki geçiş kapısı. Hayal âlemleri Her biri insan ruhunun bir katmanıdır. Aynalı Baba Hakikat arayışında rehber. Ayna Kendini bilmenin ve nefsle yüzleşmenin sembolü. Pus Gerçekliği örten perde; fanilik. 6. Felsefi Değeri Eser şu sorulara yanıt arar: İnsan neden var? Dünya gerçek mi yoksa bir gölge mi? Hakikat bilinebilir mi? Bilgi tek başına yeter mi? Ego bizi nasıl yanıltır? Ahmet Hilmi’nin verdiği cevap tasavvufîdir: Hakikat akıl yoluyla değil, kalp yoluyla kavranır. Bu yönüyle roman, Mevlana’dan, İbn Arabi’den ve Gazali’den izler taşır. 7. Genel Yorum (Kısa Sonuç) Âmâk-ı Hayal, sadece bir roman değil, bir ruhsal dönüşüm yolculuğudur. Okuru kendi iç dünyasına bakmaya zorlar. Roman:metafizik derinliği,tasavvufi dili,sembolik yapısı,felsefi zenginliği ile benzersizdir. Her okunuşta yeni bir “hakikat parçası” keşfedilir. Tıpkı Râci’nin hayal âlemlerinde öğrendiği gibi, okura şu mesajı verir: Gerçek sır, dışarıda değil; insanın kendi içindedir.
Yavaş yavaş bahar geliyor. kuru soğuklarda geçti,hafif esiyor artık. Hava da herşey yoluna girecek kokusu var, biraz sabretsek yoluna girecek gibi. Bu hissi seviyorum. Hayat Umut Dolu
Kitabın Adı: Son Ada Yazarı: @zlivaneli Yayınevi: @dogan_kitap Türü: Roman Basım Yılı: 2020 Sayfa Sayısı:183 Sayfa
Düşünceler: Zülfü Livaneli daha doğrusu tam adı ile Ömer Zülfü Livaneli yaşayan en büyük kültür abidelerimizden birisidir. Hem bir çok türde eserler veren hepsinde de başarılı olup usta olmuştur. Kendisi şair, yazar , senarist , müzisyen ve yönetmenlik gibi değişik alanlarda onlarca eser vermiştir.
75 yaşında olan yazar edebiyatımıza hepsi birbirinden değerli 28 eser kazandırmıştır. Bu eserler 40'tan fazla dile çevrilmiş ve bir kısmı uluslarası olmak üzere 30 'dan fazla ödüle layık görülmüştür.
Dün başlayıp bugün bitirdiğim bu müstesna eser. Bir ara hikayesi olarak yazılmıştır ama O ada aynı zamanda ülkemizi ve bütün dünyayı da anlatır. Çünkü Livaneli'nin anlatımı yumuşak olduğu kadar dili de evrenseldir. Hümanizm kokan insanlık ve medeniyet dilidir bu ( kitapta getirileceği söylenen medeniyet ile karıştırmayın)
Son Ada'nın adsız anlatıcısı ve acemi yazarı ( Üstad roman boyunca mütevazilik gösteriyor) " Herkesin elinden geleni kadarını yaptığı " ruta gibi bir adayı anlatıyor. 40 evlik bu adada herkese kapı numaraları ile hitap ediliyor. Ütopik biçimde başlayan hikaye ülkeyi yöneten darbeci başkan 'ın emekliliğini bu adada geçirmek istemesiyle distopik bir hal alıyor. Iyi kötü oluyor. Vahalar çöl, en güzel rüyalar ise kabus
Darbeci Başkan 'ın gelmesi ile daha önce barışık oldukları doğayı tahrip etmeye , martıları öldürmeye başlayan ada halkı güya kararları "demokratik biçimde " alır ama aslında kararı veren tek kişidir. Çevrede başlayan yıkım insan ilişkilerine de yansır ve cennet ada gitgide cehennem olur.
Doğa 'nin hassas dengesine yapılan bilinçsiz müdahalelerin nasıl trajik so uçlara yolaçabildigini öyle ustaca anlatmış ki Üstad okuyan herkes mutlaka çevresinden örnekler bulur.
Insanı düşündürmeye sevkeden eserler çok fazla değildir etrafımızda. Bu da onlardan birisidir. Değerli bir örneğidir. Ince mizahi öğelerle, hafif zülfü yare değen dokundurmalarla toplum panoraması sermiş önümüze yazar.
Bu sene konusu , yazım tarzı ve mesajları ile en çok beğendiğim bu esere herkese şiddetle tavsiye ediyorum
elbette seni inciteceğim. elbette sen de beni inciteceksin. elbette birbirimizi inciteceğiz. varoluşun koşulu da budur. bahar olmak, kışı göze almaktır. var olmak da yok olmayı göze almaktır.
Bazen hayatıma bakıyorum çok özel kareler film şeridi gibi gözümün önünde canlanıyor. Ben 4 yıl, 4 ay, 4 günlükken annemin dedesi olan ehli takva, alim, molla Abdulkadir’in okumaya başladığı yaş olduğu gerekçesiyle beni köy hocasına derse gönderdiler.
O günün şartlarında İstanbul’da yaşamış anne annem babama bir mektup göndermiş ve beni hem cami dersine hem de okula gönderilmemi tavsiye etmişti. Rahmetli nenem Eyüp Sultan’nın Eyüb’ü ile Fatih Sultan Mehmet Han’ın Han’ını bir araya getirerek adımı Eyüphan koymuş.
Bir gün köy hocası Mele Hemid, oğluna Mevlit dersi veriyor ben de yaşça daha küçüğüm, Kur’an-ı kerim dersimi almış, tekrar ediyorum, o kadar ona söyledi ki ben onun dersini ezberledim, ben de bir muzırlık yaptım dedim ki; “Abi dersin çok zor değil, bak baban sana söyleye ben senin dersini ezberledim.” O esnada hoca sesimi duydu ve bana “oku bakayım” dedi ben de ezbere söyledim, hoca bir daha oğluna yüklenerek; “sen bu çocuğa kurban olasın, hele bak kendi dersini okuyor, sana verdiğim dersi de duya duya ezberlemiş.” İlkokul öğretmenim beni ve Celal adında arkadaşımı babalarımıza tavsiye etti, onları muhakkak okutun diye sene 1973. İlk okuldan mezun oldum. O zaman fakirlik vardı, çocuk okutmak öyle kolay değildi, okullar da tekin değildi. Arkadaşım ortaokula gitti ben de annem ve nenemin ortak kararı ve sonradan babamın da kabullenmesiyle medrese eğitimine gönderildim. Birkaç yıl medresede okuduktan sonra 1978’de 16 yaşında yaşıtım olan amcam kızıyla evlendirildim, o esnada köyümüzün imamı olan Molla Heki üstadımdan ders alıyordum, bir gün dersimi tekrar ettim, başımı kaldırınca alnımdan öptü ve dedi ki; “ah keşke vaktim olsaydı ben sana ders verseydim, insanlar seni parmakla gösterecekti” Allah ondan razı olsun, yetmedi bir de babamı çağırdı dedi ki “bu çocuğu okumaya gönder” ve ben babamın ilk evladı olmama rağmen, çünkü benden önce iki kız, bir erkek çocuğu daha büyümeden ölmüştü, babam seydamın tavsiyesine kulak verdi ve yine okumak için beni serbest bıraktı. Birçok yerde okudum; Seyda Molla Derviş, Molla Bahri, molla Abdusselam… bunlardan nakil edeceğim anılarım var ama şimdilik kalsın. Şu anda Profesör olan Hocam Mehmet Yalar o zaman merkez vaiziydi. Bir gün bana dedi ki; “evladım sen zeki bir insansın, dışarıdan sınavlara gir, okula git senin rızkın zekata girmesin” bu sözünden cesaretle ortaokul sınavlarına girdim, mezun olur olmaz Diyarbakır lisesine kayıt yaptım, belki size tuhaf gelecek ama 20 yaşında evli iki çocuk babasıydım.
O esnada okumaya da devam ediyorum tabi, Seydam Molla Ahmet Yalar bir gün ben tefsir dersimi tekrar ederken bir de baktım sarığını aldı başıma bıraktı ve dedi ki “maşallah aramızda az kalmış” bunun bir öğrenci için nasıl bir motivasyon oluşturacağını siz düşünün. Lisede milli güvenlik dersimize havacı bir binbaşı geliyordu, bir gün sınıfa dedi ki; “ben size bir test uygulayacağım, soruları doğru cevaplayın sonucu sürpriz olsun.” Testi uyguladı, bu bir zeka testiydi en yüksek puan benimki çıkmıştı.
Fazla uzatmaya gerek yok, bu kadarı dahi ilahi bir lütuf olarak bana bazı meziyetlerin verildiğine işarettir. Ben bununla bir üstünlük taslayamam ama Allah’a şükranlarımı sunmak için dile getirebilirim. Bu meziyetlerin hakkını verdim mi derseniz, galiba yetersiz kaldım, ama hayatım boyunca bana ne vazife verildiyse yetki ve sorumluluk dairesinde ona değer kattım, işime kalite, bir inovasyon kazandırdım. Yerel, ulusal ve uluslar arası da olsa katıldığım her toplantıda bir eksiği tamamlama adına daima söyleyecek bir sözüm oluyor. Ortadoğu Kongrelerinde de, ASSAM İslam Birliği Toplantılarında da, TASAM Dünya İslam Formlarında da Anti Siyonizm kongresinde de katkılarımla çalışmaya değer kattığımı söyleyebilirim. Siz değerli dostlarıma, okuyucularıma arz etmek de yine Allah’a şükür mahiyetindedir, çünkü yüce Allah(cc) Düha suresinde “size olan nimetlerimden bahsedin” buyuruyor. Ben de bunu sizinle paylaşmak istedim. Ben şu anda Aktif bir siyasetçiyim, slogan ürettik elhemdulillah “siyaset iyi insanların işidir” diyerek. Gayretli bir sivil toplumcuyum; birçok dernek, vakıf ve araştırma merkezleriyle üye, gönüllü, yönetici düzeyinde irtibatım var. Medya ile aktif olarak uğraşıyorum, şimdiye kadar 1500 makale ve 800’den fazla şiir yazmışım. Sadece Edebiyat defterinde 1 MİLYON kişi şiir ve yazılarımı okumuş. Peki sistem içinde elle tutulur bir iş yaptık mı? onu da şöyle izah edeyim Ekrem Abbasioğlu adında muhterem bir müftüm vardı, Allah rahmet eylesin, bazen karşılaştığımızda şöyle derdi; “Eyüphan devlet hala seni keşf edemedi demek, yazık” ruhu şad olsun. Bunu da söyleyeyim ben normal lise ve imam-hatip lisesi olmak üzere iki lise mezunuyum. Meslek olarak Hem İmam-Hatip olarak çalıştım, hem öğretmenlik yaptım. Eğitim Fakültesi Kimya bölümünü sınav notu olarak birincilikle kazanmıştım, Kimya Bölümü 376 taban puanıyla o yıl kapattı ben 400 Fen puanı almıştım. Zaten Tıp ve Hukuktan sonra 3.tercihimdi. Fen Fakülteleri mezunları da dahil 1404 kişinin girdiği ilk yeterlilik sınavına girdim ben kimyada 25.oldum. O zaman alan soruları da soruluyordu. Tayınım Kasım Paşa Orbay okuluna Fen Bilgisi Öğretmeni olarak çıktı, feragat ettim gitmedim. Bu da özgüven olsa gerek. İşte bu kadar dostlar, yazmaya devam etsem bir kitap çıkar. Elhemdulillah Allah marifet vermişti, bunu fark edenler de iltifat ediyorlardı. Hepinize müteşekkirim. Yaşları 93 olan anne babamın arasında oturup poz vermekle iftihar ediyorum. Selam ve selametle kalın.
Türk edebiyatındaki garip, birinci yeni, akımının öncüsü olan Orhan Veli'nin şiirlerinin derlendiği kitap. Sanat toplum içindir, dediği için şiirlerinin arasında illaki kendinize yakın hissettiğiniz birçok eser bulacaksınız bence. Kafiyeyi ve ölçüyü reddeden garipçiler, şiirlerinde günlük ve herkesin anlayacağı ölçüde sade bir dili tercih ederlerdi.
Adı: Marko Paşa Yazıları ve Ötekileri Yazarı: Sabahattin Ali Yayınevi: YKY Türü: Derleme Basım Yılı: Ekim 2020 Sayfa Sayısı: 226 Sayfa
Düşünceler: Sabahattin Ali düşünce, yaşayış tarzı ve eserlerinde değindiği konular bakımından kendime en yakın gördüğüm yazarlardan birisidir. Toplumsal yaralara korkmadan parmak basması, sadece insanlarının refahını ve ülkesinin esenliğini düşünmesine rağmen rahat yüzü görmemiş bugün bile tam olarak açıklanamayan bir şekilde yaşamı gasp edilmistir.
Kitap 226 Sayfa ve içinde bir çok değerli bilgi var. Yazın hayatı anlatılmış, belli başlı eserlerine kısaca değinilmiş. Sonra yazarın çeşitli zamanlarda çıkan yazılarından güzelbir derleme yapılmış.
Ilk önceki yazılarında edebiyatla ,gelişimi ile ilgili yazılar, anketler bulunurken daha sonra çeşitli dergilerde ülkenin sorunları ile ilgili makaleler, başyazılar bulunuyor. Yazar hiç bir siyasi görüş, lideri desteklemeden sadece halk için yazdığı bu yazılardan sonra başına gelenleri de okuyoruz onun mizahi ve iğneleyen yazım dili ile.
Kitabın sonunda ise çeşitli yazarların Sabahattin Ali 'nin dönemini, çıkardığı dergileri anlatan oldukça bilgilendirici yazılarını okuyoruz.
Her yeni baskıda yeni bilgiler ekleniyor. Dahada gelişiyor, içeriği zenginleşiyor bu kitabın.
Zevkle, merakla okudum bu güzel derleme eseri ve siz dostlarına tavsiye ederim. Ayrıca "toplumcu gercekcilik" akımının bence en önemli temsilcisi olan yazarın tüm kitaplarını da tavsiye ediyorum
Histriyonik kişilikler, çevrelerindeki insanları göklere çıkarma ya da yerin dibine batırma eğilimi gösterirler. Neden? Çünkü, belki gerçek hayatta deneyemedikleri yoğun heyecanların arayışı içindedirler.