Özgürlük ve bireyselliğin ortadan kaldırıldığı bir toplumda bile vatansever şarkılara ve zaferleri öven ya da özenli bir dalkavuklukla hazır lanmış kahramanlık baladlarına ihtiyaç olacakhr; ve bu tür şiirler sanatsal değerlerini kaybetmek zorunda kalmadan sipariş üstüne ya da ortaklaşa yazılabilir.
Kaygı ve korkularımızın bizi köleleştirmesine karşı bir dialog
“Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü, değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilme sağduyusu ver.”
Reinhold Niebuhr'un bu güzel sözü, kitapta anlatılan fikirleri öyle güzel özetliyor ki, incelemenin başına bu alıntıyı koyarak başlamak istedim.
Eser de dikkatimi çeken ilk şey; Epiktetos'un eserini yaklaşık 2000 yıl önce yazmış olmasına rağmen, o dönem insanların gündelik telaşlarına dair anlattıklarının bugünün insanında da aynen var olması oldu. İnsanların hayatları, yaşadıkları şartlar, aletler, sistemler, teknolojiler değişse de hayata dair amaçlarımız, kaygılarımız, arzularımız ve beklentilerimiz neredeyse aynı noktada kalmış. Evet dünya değişmiş ama biz değişmemişiz. Beklentilerin, dertlerin, acıların ismi değişmiş ama bizde uyandırdıkları duygular aynı kalmış.
Epiktetos'un kitabında önemli bir yer verdiği ve günümüz insanını da oldukça yoran önemli bir problemle başlamak istiyorum. Yani hayata dair "kaygı ve korkularımızla". İnsan, elbette endişe eden bir varlıktır. Hayatın metalaşması, başarının en büyük amaç haline gelmesi ve toplumsal bazı şartlanmalar günümüz insanını oldukça kaygılı hale getirmekte. Şuan toplumda %18 gibi yüksek oranda insanın hayata dair aşamadıkları kaygılara sahip oldukları bilinmektedir. Günümüzde artık gelecek kaygısı, ölüm korkusu, çaresizlik hissi hiç olmadığı kadar yoğun yaşanmaktadır. Bunun sebepleri üzerine çok şey söylenebilir. Burada daha çok Epiktetos'un çözüm önerileri üzerine duracağım.
Epiktos'a göre hayatta iki tip olay vardır. Elimizde olanlar ve elimizde olmayanlar. Elimizde olan ve değiştirebileceğimiz şeyler, tamamen bize ait olup sahip olduğumuz tek şey olan; irademizdir. Değiştiremeyeceğimiz şeyler ise; diğer insanların bizim hakkımızdaki görüşleri-hareketleri, maddiyat, gücümüzün yetmeyeceği her türlü olay, felaket ve durumdur. Epiktetos, irademiz dışında gerçekleşen şeyler için kaygı duymamız gerektiğini, ne kadar endişe edersek edelim bunları değiştiremeyeceğimiz söylemektedir. Bizim asıl düşünmemiz gereken şey, değiştirebileceğimiz şeylerdir: Yani irademiz. İnsan ne kadar kaygılı ve korku dolu olursa o derece kendisini kısıtlamış olmakta ve özgürlükten uzaklaşmaktadır. Korkularımız en büyük hapishanemizdir. Akıllı bir insan korkusuz olmalı yalnızca içinde bulunduğu an'ı yaşamalıdır. Kaygı ve korku varken zenginlik, mevki, aşk, aile sahibi olmak hatta kral olmak bile insanı köle yapmaktadır. Sadece düşüncelerimiz bize aittir. Sahip olduğumuz metalar bize ait değillerdir. Onlara bağlanmak bizim yaşama amacımız değildir, her türlü maddi şeye bağlanmaktan ve onları arzulamaktan kaçınılmalıdır. İnsan bu hayatta sadece kendisine güvenmeli, en büyük yardımı Tanrı'dan beklemeli, diğer insanlardan bir şey beklememeli ve onlardan gelen her şeye sabırla göğüs germelidir.
Epiktetos, kaygı ve korkunun temeline de inerek, bu duygularımızın temelinde arzularımızın yattığını söyler. Beklentilerimiz bizi peşine takarak bir ömür koşturmakta, adeta özgürlüğümüzü elimizden almaktadır. Peki ne için? diye sorar. Bu hayatta bir ömrü harcayacak kadar değerli olan şey nedir? Hangi arzumuz bizi köle kılacak kadar kıymetlidir? Karşılıklı dialoglar halinde bu sorulara cevap vermektedir: Arzulamak, insanı mutsuz kılmaktadır. Kaygılarımızın ve korkularımızın sebebi arzularımız, değiştiremeyeceğimiz şeylere karşı gösterdiğimiz direnç ve hayata dair yanlış bakış açımızdır. Eğer hayatı doğru şekilde yorumlar ve gereksiz şeyleri arzulamazsak, hayatımızı kaygılarımızdan arınarak doğru ve gerçekten özgür olarak yaşayabiliriz. Yazar, bizi kaygılandıran en önemli olaylardan birisi olan ölüme dair ise bir trajedi değil, yaşanması kaçınılmaz bir hakikat olarak yaklaşmıştır. Bu noktada Epiktetos'un ölüm ve yaşama dair görüşlerinin oldukça spiritüel hatta dinsel olduğunu söylemeliyim. Zira filozof, ölümün bir son olmadığını ve bir dönüşüm olduğunu söyleyerek insanı ölüme bakış açısını değiştirmeye çalışmaktadır.
Epiktetos, bu fikirlerinin adeta yaşayan birer temsilcisi olan Sokrates ve Diyojen'i pek çok yerde örnek vererek onların yaşadıkları bağımsız hayatı anlatmaktadır. Filozof'un anlattığı bu örnek yaşamlar günümüz insanı için de oldukça büyük bir problem olan kaygıya dair değişik bir bakış açısı sunmaktadır. İnsanın dünyada ki biricik amacı: Tanrı'ya mutlak bir bağlılık ve onun yaratış amacına uygun şekilde yaşamak, kaygıdan ve korkudan kurtulmak, iyi ve dürüst bir insan olarak her ne yaşarsak yaşayalım etkilenmeden hayatımızı devam ettirmektir. Eserde anlatılan yaşam tarzı stoacı ahlak anlayışının tam bir resmini çizmektedir. "İyiliğe ve erdeme adanmış bir hayat" yazara göre yaşanmaya değer tek yaşamdır. Bunu felsefi örneklerle genişletmiş, gündelik hayatta karşımıza çıkması muhtemel pek çok senaryoyu ayrıntılı şekilde açıklamıştır. Eserin, genel anlamda hayatta başımıza gelen olayları doğru yorumlamak ve ne şekilde düşünmemiz gerektiğine dair bir fikir atlası olduğunu söyleyebilirim. Şahsım adına oldukça istifade ettiğimi belirtmeliyim. Bazı görüşler günümüzün modern dünyası için biraz ütopik kaçsa da yine de okunması gereken bir eser olduğunu düşünüyorum.
— Odanız pek güzel! — Güzel, lakin beni hasta ediyor, diye cevap verdi. Doğru, bu oda onu hasta edebilirdi. Bu kadar inceliklerin, bu kadar ince şeylerin elbette onun zayıf kalbi üzerinde bir ağırlığı olacaktı.
Tortop büzülmüş yatıyorum, tüm bedenim hepi topu iki arşınlık alan kaplarken düşüncem dünyayı kucaklıyor. Tüm insanların gözleriyle görüyor, kulaklarıyla duyuyorum; ölenlerle ölüyorum; yaralananlar ve unutulanlarla kederlenip ağlıyorum ve bir bedenden kan fışkırdığında yaraların acısını hissediyor, ıstırap çekiyorum. Olmayanı ve uzaktakini, tıpkı olan ve yakındaki kadar net görüyorum, çırılçıplak kalan beynimin ıstırabının sınırı yok.
Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden ? Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu ? Pervane olan kendini gizler mi alevden ? Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu...
Gökyüzünün semalarında özgürce ve mükemmel bir icgüdüyle süzülen kartallar, savaşlara kurban giden insanlar gibi hiç bir şeyden haberi olmayan bir avı bulmak için keşfe çıktılar. Gülfeza
"İnsan Tanrı'ya doğru, ona sorduğu sorular aracılığıyla yükselir," diye tekrar etmeyi seviyordu. "İşte gerçek diyalog. İnsan sorar ve Tanrı cevaplar. Fakat cevaplarını anlamayız. Anlayamayız. Çünkü onlar ruhun derinliklerinden gelir ve ölüme kadar orada kalırlar. Gerçek cevapları, Eliezer, onları yalnızca kendinde bulacaksın."
Ve hava nasıl olursa olsun, yelkenleri kullanmaktaki ustalıklarıyla fırtınaya egemen olurken başlarını serin ayaklarını kuru tutarlar. Yelkenlerden biri yırtılırsa, derhal başka bir yelken çekerler. Ve onları yönlerinden saptırmayacak kadar donanımları vardır. Ve batırmayacak kadar da kalın bir gövde. Açık denizlerin bütün rüzgarlarıyla oynamayı öğrenmişlerdir. Rüzgarların yönüne, çıkan fırtınaya, patlayan kasırgaya göre yelken açmayı öğrenmişlerdir.
“Algernon o kadar akıllıymış ki , ona yemek verdiklerinde her seferinde değişik bir kilit koyuyorlarmış. Ve her seferinde kişiyi açmayı başarıyormuş . Bu beni biraz üzdü. Çünkü eğer ögrenemeseydi demekki yemeğini yiyemeyecekti ve aç kalacaktı.”
Arzu, ötekine yol açarken kendimiz ve birbirimizin huzuruna da çıkarır bizleri. Arzu, bize dayatılan ve bizi köşeye sıkıştıran gerekliliklerin, alışkanlıkların ve sınırlandırmaların prangalarından kurtararak kendi sınırlarımız çerçevesinde ortaya çıkmaya çağırır bizleri.