1/4 - Sen, dedi. O adamın karşısında susarken yerine bir melek ona karşılık veriyordu. Sen, ona cevap vermeye başlayınca araya şeytan girdi. Ben ise şeytanla bir arada bulunmam.
1/2 Adam, öylesine ağır laflar etmeye başladı ki, Hz. Ebubekir dayanamayıp birkaç sözüne karşılık vermek zorunda kaldı. Efendimiz (sav), hiçbir şey söylemeden ama kızdığını belli ederek kalkıp oradan uzaklaştı. Bu davranışına Hz. Ebubekir bir anlam veremedi. Hatta şaşırdı. Kalkıp Efendimizin arkasından gitti:
1/1 Bir gün yanında oturan Hz. Ebu Bekir’e adamın biri gelip ileri geri laflar etti, hatta sövüp saydı. Hz. Ebubekir adama cevap vermedi önce. Efendimiz (sav) ise, hayretle ikisini sadece izliyordu.
“Ey Allah’ın Resûlü ! Hatice’ye Rabbi’nden ve benden selâm söyle. Ona müjde verip de ki: ‘Cennette onun için inciden bir saray yapılmıştır. Ki, içinde ne gürültü patırtı, ne de çalışıp yorulmak vardır.’
“Bu dünyada sonsuza dek yaşamayacağınızı, bir gün gelip öleceğinizi bilin. Öldükten sonra da tekrar diriltileceğinizi ve bir başka dünyada yaptıklarınızın hesabını vereceğinizi unutmayın…”
“Hepinizi yaratan bir tek Allah’tır. O’nu sevin ve O’nun azabından korkun. Birbirinizi de sevin ve birbirinize karşı merhametli olun. Dürüst olun. Haksızlık etmeyin. Haramdan kaçının. Namusunuzu koruyun…”
Efendimiz (sav), söyledikleriyle Mekke ve çevresinde insanlar için bir cazibe merkezi haline gelmişti. İnsanlara, yıllardır dünyalarında silip attıkları güzellikleri sunuyor, insanı insan yapan özellikleri hatırlatıyordu onlara.
Bir düşünüre göre, bu dijital dünyada her “like”, “dijital âmin” gibi algılanıyor. Ancak zor zamanlar geldiğinde, bu sanal dostluklar ve takipçiler ortadan kayboluyor.
Halbuki zenginlik de, makam ve mevki de insana bir sınama vesilesi olsun diye verilmişti. Bunları birilerine veren Allah, yarın pekâlâ alabilirdi. Bugün fakir olanı yarın zengin, bugün makam ve mevkiden yoksun olanı yarın makam ve mevki sahibi yapıp yükseltebilirdi. Bütün bunlar, Yüce Allah’ın takdirindeydi.
Cahiliye dönemine dönen ahir zaman, diye düşündüm bu satırları okurken.
Bir erkek, birçok kadınla beraber olurken, bir kadın da istediği kadar erkekle beraber olabiliyordu. Bu ahlaksızlıklarına kılıf da uydurmuşlardı: “Hürüz. İstediğimizi yapabiliriz!” Halbuki adına özgürlük dedikleri şey, arzularının köleliğiydi.
İnsanlık dünyası, onun bu şefkat ve sevgi dolu mesajlarına bugün ne kadar da muhtaç…
İnsanlara haksızlık edilmesi şöyle dursun, minik bir karıncanın bilerek incitilmesine bile gönlü razı olmazdı. Yüreği öylesine sevgi ve şefkatle doluydu ki tüm canlıların korunmasını isterdi.
Hz. Âmine’nin cesedi toprağa verilmişti. Ama ruhu Kâinatın Efendisi Son Peygamberi bağrından çıkardığı için kim bilir hangi yücelerde meleklerle bayram ediyordu.
Canım Oğlum… dedi. Bil ki, her yeni eskir. Her yaşayan ölür. Her şey gelip geçer. Ben de öleceğim. Anladım bunu. Ama Senin gibi tertemiz bir evladı geride bıraktığım için mutluyum ve sevinçliyim. Sakın, Sen üzülme !
Her şey, Yüce Allah’ın emriyle hareket eder elbet. “Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir.” O, “Ben’den isteyin ki size vereyim” der bize. Yeter ki biz, istemesini bilelim.
“Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine ne yaptı? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. Onlara, çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı. Sonunda onları, (kurt tarafından) yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.
Buyurdular ki: “Ne mutlu Ben’i görüp iman edene! Ne mutlu Ben’i görmediği halde iman edene de!” Getirdiği din üzere doğan ve O’na iman etme mutluluğuna eren tüm çocuklarımıza ve gençlerimize…
Yazarın yarın katılacağım söyleşisi için bugün alıp beş saat boyunca aralıksız okuyup bitirdiğim nadir kitaplardan biri. Bu beş saat, beni ahir zamandan alıp bambaşka bir atmosfere götürdü. Kitap oldukça faydalı, üstelik sade ve açık bir dille yazılmış.
Kitap, sadece bir geleneği eleştirmekten ibaret değil aynı zamanda hadis ilmine nasıl yaklaşmamız gerektiğine dair çok yönlü bir bakış açısı sunuyor. Yavuz Köktaş’ın anlatımı öyle akıcı ve yalınki, konunun teknik tarafları bile seni boğmadan ilerliyor. Ehl-i Hadis’in tarihsel arka planını, metodolojisini ve bu doğurduğu sonuçlarını sistematik bir şekilde anlatması, kitabı gerçekten değerli kıldı.
En sevdiğim noktalardan biri, yazarın eleştirel yaklaşımının kırıcı değil daha çok düşünmeye sevk eden, tartışmaya açık bir çizgide olması. Böylece okurken sadece bilgilenmiyorsun, aynı zamanda bir yolculuğa da çıkıyorsun. Hadis geleneğinin tarih boyunca nasıl şekillendiğini ve özellikle modern dönemde hangi fikrii temeller üzerine oturduğunu sade bir dille ortaya koyması eseri hem akademik hem de genel okuyucu için oldukça erişilebilir hale getiriyor.
Kısacası, hem diliyle hem içeriğiyle gerçekten dolu dolu bir çalışma. Bu tür konulara ilgi duyan herkesin kütüphanesinde bulunması gerektiğini düşünüyorum. Yarın kitabımı doğrudan yazara imzalatacağım için ayrıca heyecan duyuyorum.