Onlar için mutlulukların en büyüğü olan şey sende dehşet uyandırıyor olabilir. Lâkin sana sınırsız mutluluk veren bir şey de bir başkasında tahammül edilemeyecek derecede sıkıntı yaratabilir.
O gülümsüyor, öyleyse ben somurtmalıyım. O affediyor öyleyse ben merhametsiz olmalıyım. O etrafındakilere şefkat dağıtıyor öyleyse ben de korkuyorum sallayalım.
Dilin kararlı ama inancın hiç de öyle değil. Fedakarlık gerektirmeyen şeylere inanmak kolaydır. Ama inancımızı hayatımızla ispat etmemiz gerekirse işte o zaman ak koyun kara koyun ortaya çıkar.
Onlar için mutlulukların en büyüğü olan şey sende dehşet uyandırıyor olabilir. Lâkin sana sınırsız mutluluk veren bir şey de bir başkasında tahammül edilemeyecek derecede sıkıntı yaratabilir.
Acı çekme felsefesine sahip kültürler Dünya’nın doğusunda daha yaygın sanki. İntikam duygusuna da yüce anlamlar yüklenir niyeyse? Canını feda etmek gerektiğinde acı ve intikamdan daha iyi bir motivasyon olabilir mi? Olur elbette, dahası var: Bu dünya zaten ölümlü ve haksızlıklarla dolu. Gel biz seni sonsuz mutluluğun olduğu öbür dünyaya gönderelim, şehitlik de fazladan ikramiye olsun. Bak seni orada ne tatlı bir hayat bekliyor. Hem başkalarına da örnek ol, onlar da kendini feda etsin, senin gibi şehit olsunlar! Yarattığın kayıplara aldırma, bu yolda her şey mübah.
Böyle bir saçmalığı asla yapmam diyorsunuz değil mi? Peki kim yapıyor bunları? Yalnızca kör inançlarla ruhunu, haşhaşla beynini uyuşturmak yeter mi insanın böylesi akıl almaz bir şeyi yapmasına? Yetmez elbette. Kaybedecek bir şeyinizin olmaması bile yetmez. Umutlarının da tükenmiş olması gerek. Gerçi çocuğunu yanına alıp bu eyleme kalkışacak kadar ruhsal bozulmaya uğramış olanları da duymuyor değiliz ancak çocuğu o anda zaten onun için kaybedilecek bir değer değil. Böylesi bir akıl tutulmasının pençesindeki insanları fedai yapmanın gelişimini, tarihteki var oluş sürecini başarıyla aktarmış yazar. Elbette asıl konu bu değil.
Görünürde olan:
Şii Müslümanlar ve Selçuklu Türkleri arasındaki mücadele, güçlü bir silahlı örgüt, korkutucu bir siyasi güç, haşhaş ve bakire kızları kullanıp cennet vaadiyle gençlerin beynini yıkayıp intihar saldırılarında kullanan bir diktatör… Ardında bıraktığı izlere günümüzde dahi rastladığımız, var olan tüm ideolojileri reddetmiş gibi görünüp dini duyguları alet ederek kendi ihtişamlı sistemini oluşturan acımasız Hasan Sabbah’ın harcadığı hayatlara aldırmadan ölümüne giriştiği bir güç savaşı.
Hiçbir şey gerçek değil, her şey mübah!
Aslında olan:
İnanç diye kabul ettiği düşüncelerin yıkıma uğrayışıyla tüm ahlaki değerleri ve duyguları deforme olmuş hasta bir ruh. Amaç bellediği ne varsa onun uğruna başkalarını harcamaktan çekinmeyen bir kötülük. Bu kötülüğü göremeyecek kadar dogmalara teslim olmuş zavallı zihinler.
Eser yalnızca popüler bir roman değil, akıcı anlatımında gizli sembolik anlamlar ve sıkça kullanılan felsefi yorumlarla sürükleyip götüren bir serüven...
Hasan Sabbah'ın bu hale dönüşmesindeki etken Büyük Selçuklu devleti veziri Nizamülmülk'tür. Kendisi Hasan Sabbah'taki donanımı ve birikimi fark ettiği için onu Selçuklu sarayından kovdurmuştur.
Hasan Sabbah bunun üzerine geri çekilir taraftar toplar ve Elbruz Dağlarında Alamut kalesini inşa ettirir. Böylelikle hikaye başlar.
Buraya Sabbah'ın taraftarları çocuklarını onun hareketine katılması için gönderir. Ama hepsinin yeni yetme yaşlarda olması gerekmektedir. Bu gençlerin gerek öğretilerle gerekse haşhaşla gerçeklikten kopmaları ve sahte cennete kavuşma hayali ile her suikasti işlemeleri sağlanır.
Güzel bir kitaptı, sadece kurgu da olsa Sultan Melikşah'ın bir mücahit tarafından öldürülmesi aklımda kalmış. Bu çok abartı olmuş bana göre.
Kitabın baş karakteri Ibn-i Tahir'in yazgısı iyi kurgulanmış yazar tarafından. Bir de okuyacaklar Übeyde isimli fedaiye dikkat kesilsin güzel bir seanstı onun yaşadıkları da.
Ahmet Haldun Terzioğlu'nun Alamut ve Hasan Sabbah'ı anlatan kitabında verilen bilgilerle bu kitap arasında birçok fark gözüme çarptı. Hasan Sabbah konusu yanında, Selçuklular'ın yıkılışını da anlatıyor.
Hasan Sabbah'ı peygamber olarak görüyorlar bu kitapta. Ölülere etki edebildiğini ve istediği insanları cennete gönderebildiğini iddia ediyorlar.
Ayrıca Türkler'i Yecüc ve Mecüc soyundan gelen melez bir şeytan ırkı olarak görüyorlar. Oysa Haldun'un kitabında Türkler ile bir sorunu yoktu Seyduna'nın. Yalnızca Abbasi halifesini desteklemelerini ve Nizam-ul Mülkün Şii düşmanı olmasını yargılıyordu. Hatta o kitaba göre Türklerin savaş gücünden etkilenen Sabbah, bu alanda komutaya Türk bir askeri getiriyor. Fakat Bartol'un kitabında Sabbah, inançlı da değilmiş. Imamiyeti takip etmesindeki tek sebep Abbasi halifesini yıkmakmış. Bunun sebebi de Abbasilerin Türklerin elinde oyuncak olmasıymış. Türklerden at hırsızı şeklinde bahsediyor.
Sonuçta, karşımıza iki farklı Hasan çıkıyor. Birisi inançlı bir mümin, ikincisi ise hırslarının peşinden giden bir müşrik. Hangisi olduğuna karar vermek de birkaç kitap okumakla mümkün görünmüyor bence.