Biri bana sevgi nedir diye sorarsa söyleyeceğim tek şey şudur ki; Sevgi,hataları affetmek, kusurları görmezden gelmek, kötünün iyisini düşünmektir. Sevgi her çıkmazın çıkışı olduğunun bir göstergesidir .
Seni Yoran Her Şeyi Bırak adlı kitap aslında gerçekten bizi yoran her şeyi bırakmamızı istiyor; hayatımızdaki gereksiz endişeleri, sürekli başkalarının beklentilerine göre hareket etme zorunluluğunu ve kendimizi sürekli suçlu hissetmemizi fark etmemizi sağlıyor. Kitap, bunların bizi ne kadar yorduğunu ve enerjimizi tükettiğini gösteriyor, aynı zamanda bunlardan nasıl uzaklaşabileceğimizi ve kendi sınırlarımızı korumanın ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Okurken insan, hangi ilişkilerin veya alışkanlıkların kendisini gerçekten yorduğunu fark ediyor ve hayatındaki yükleri hafifletmenin yollarını görebiliyor. Kitap, sadece bırakmayı değil, aynı zamanda kendine değer vermeyi, duygularına sahip çıkmayı ve iç huzuru bulmayı da öğretiyor; böylece okuyan kişi daha hafif, daha özgür ve daha sakin hissediyor.
Abartma Tozu, kasabada herkesin bir sabah bir anda her şeyi abartmaya başlamasıyla başlıyor ve bu çok komik bir hâle dönüyor; anneler yemekleri kocaman yapıyor, babalar işleri gereğinden fazla ciddiye alıyor, arkadaşlar her şeyi abartıyor ve okulda bile her şey tuhaflaşıyor. Kahramanımız ve arkadaşı Tevfik, bu abartma kaosunu fark edip, “her şeyin normal olmasının ne kadar güzel olduğunu” anlamaya çalışıyorlar. Kitap okurken hem gülüyorsun hem de bazen “vay be, bu gerçekten böyle mi?” diyorsun; çünkü her şey öyle büyük ve saçma ki, sanki kendi hayatında da bazen abarttıklarını fark ediyorsun. Dili eğlenceli, olaylar hızlı ve komik; bu yüzden hem keyif alıyorsun hem de abartıların ne kadar gereksiz olabileceğini düşünüp kendi davranışlarını da sorguluyorsun. Kısacası, Abartma Tozu hem çok güldüren hem de düşündüren, çocuk gözüyle yazılmış harika bir hikâye.
Edmondo de Amicis’in Çocuk Kalbi kitabı, küçük Enrico’nun bir öğretim yılı boyunca yaşadıklarını günlüğü aracılığıyla anlatıyor ve arkadaşlık, aile sevgisi, empati, fedakârlık ve saygı gibi değerleri çok doğal ve içten bir şekilde gösteriyor. Kitapta Enrico’nun gözünden sınıftaki arkadaşlarını, öğretmenlerini ve yaşadığı olayları takip ederken hem gülüyorsun hem bazen duygulanıyorsun. Farklı hayatları ve insan davranışlarını görüp anlamaya çalışmak, kendi ilişkilerini ve duygularını sorgulamana yardımcı oluyor. Dili biraz eski olsa da hikâye o kadar samimi ki okurken kendini olayların içinde buluyorsun. 15 yaşında biri olarak okuduğunda, hem insanlara nasıl daha iyi davranabileceğini hem de küçük iyiliklerin ve arkadaşlığın değerini fark ediyorsun. Çocuk Kalbi, yıllar geçse de duygulara dokunan ve insanın kalbinde iz bırakan bir kitap; hem düşündürüyor hem de insan olmanın önemini hatırlatıyor.
Victoria Williamson’ın kaleme aldığı Kelebek Zihinli Çocuk adlı kitap, bana okurken sanki iki ayrı pencere açtı. Hikâyede iki farklı karakter var: Elin ve Jamie. İki ayrı çocuk, iki ayrı dünya ve iki bambaşka hayal alanı… Bu yüzden kitabı okurken her sahne gözümde adeta film gibi canlandı.
Elin, babasına göre “mükemmel” görünmek için sürekli çabalayan bir karakter. Jamie ise sadece “normal” olmak istiyor, çünkü dikkat bozukluğu nedeniyle zihni durmadan dallanıp budaklanıyor. Bu yüzden diğer insanlar gibi görünebilmek onun için büyük bir mücadeleye dönüşüyor.
Kitapta iki farklı aile ve bu ailelerin yaşadığı sorunlar da hikâyenin merkezinde yer alıyor. Bu sorunların çocukları nasıl etkilediğini iki ayrı açıdan görebiliyoruz. Her bölümde hem Elin’in hem Jamie’nin iç dünyasına ayrı ayrı bakmak, kitabı daha da anlamlı kılıyor.
Kısacası, her cümlesi gözümde sahne sahne beliren, etkileyici ve duygusal olan bu kitap, kalbimdeki en özel okuma köşesine çoktan yerleşti.
Jack London’ın “Beyaz Diş” adlı kitabı, yarı kurt yarı köpek olan Beyaz Diş’in vahşi doğadan insanların dünyasına uzanan zorlu yolculuğunu anlatan etkileyici bir macera romanıdır. Doğanın sert kuralları içinde hayatta kalmaya çalışan Beyaz Diş, önce kötü insanların eline düşerek şiddet görür ve saldırgan bir karaktere dönüşür; fakat sonra Weedon Scott adlı iyi bir adamla tanışınca sevginin bir canlıyı nasıl tamamen değiştirebileceğini gösterir. Kitap, doğa-insan çatışmasını, sevginin iyileştirici gücünü ve bir canlıya nasıl davranırsan onun da öyle biri olacağını güçlü bir dille aktarır. Okurken hem doğanın soğuğunu hem de Beyaz Diş’in duygularını hissediyor, sonunda onun karanlıktan çıkıp güveni yeniden öğrenmesine tanık oluyorsun.
Herkes bazen hayatla başa çıkmakta zorlanır. Zor şeylerle mücadele eden herkes çıldırmış olsaydı, bu tüm dünyanın çıldırdığı anlamına gelirdi. Farklı olmak ve bir şeyleri herkes gibi yapmamak sorun değil.
Evet, var. Neşe Cengiz’in kaleme aldığı Gün Doğmadan Neler Batar adlı kitap , benim için gerçekten bakış açımı değiştiren bir kitap oldu.Hayatta bazı şeylere farklı bir açıdan bakmayı öğrendim .
Neşe Cengiz’in Gün Doğmadan Neler Batar kitabı, ilk sayfasından itibaren insana sessizce bir şey fısıldıyor: “Burada seni değiştirecek bir şey var.” O yüzden okurken hem karakterlerin duygularına yaklaşıyorsun hem de bir sonraki sayfada nelerin gizli olduğunu merak etmeye başlıyorsun.
Kitabın en dikkat çekici yanı, her olayı gereksiz bir hızla anlatmak yerine, sanki seni zarifçe içine çekmesi. Kahramanların yaşadığı zorlukların ardında hep bir “ya sonra?” sorusu kalıyor. Bu da kitabı elinden bırakmayı zorlaştırıyor. Çünkü her bölüm, bir öncekinden biraz daha derine iniyor.
Yazarın dili çok sade ama aynı zamanda gizemli bir hava taşıyor. Bazı cümlelerde insan fark etmeden durup düşünmek istiyor. “Bu yaşadıkları bana neyi hatırlatıyor?” diye soruyorsun kendine. Kitap, genç bir okur için hem duygusal hem de keşfetmeye açık bir yolculuğa dönüşüyor.
En merak uyandıran kısmı ise bence finali. Her şey bitti sanırken, kitabın sana anlattığı şeyin aslında daha yeni başladığını fark ediyorsun. O umut hissi… tam da insanın ihtiyacı olan türden.
Şöyle yazmış Montaigne; mızmız dırdırcı insanlar hiç sevmem .Bu adamlar yaşamanın sevinçlerine yan çizer, dertlerine can atar dertlerle kaynaşırlar. Sinekler gibi cilalı pırıl pırıl yerlerde tutunamaz. Pürlü pürüzlü yerlere abanır orada rahat ederler ya da sülükler gibi kara kan içer,kanlı beslenirler.
Hocam az önce mutlu olmak hem haktır, hem de görevdir dediniz hak kısmı tamam da görev kısmını biraz daha açabilir misiniz?
Görevdir, çünkü insanın zorluklara kendisi hazır olduğu kadar çevresinde hazır tutması gerekir, az önce seneca’dan bahsetmiştik. Ne diyordu; hayat size bir anda en kötü şartları getirebilir bunlar karşısında da kendimizi bozmamamız lazım.
Espri yapmaktan çekinmek bir yana bir çok insan kendini ifade etmekten de çekiniyor. Bu bir dert hiç hatasız yaşayıp gitmeye çalışan çok kişi var ,başlarına iş almak istemedikleri için belli vasatı tutturup yola öyle devam etmek istiyorlar. İtiraf etmek gerekirse zaman zaman ben de bu yönde kararlar aldım. Neticede sormak istediğim şu: Hatasız yaşamaya çalışmak tamam ama buna yaşamak denir mi?
Evet okumak bir yetenektir ,çünkü merakla bağlantılıdır, daha önce de dediğimiz gibi merakın kendisi uyandırılabilir; harekete geçirilebilir ama açıktır ki esasen doğal bir yetenektir.
Doğan Cüceloğlu’nun Var mısın? kitabı aslında bize şunu anlatıyor: “Hayat senin, gerçekten ne istediğine karar ver ve onun için adım at.” Kitap boyunca insanın kendini tanıması, içindeki sesi duyması ve başkalarının düşüncelerine göre değil kendi değerlerine göre yaşamayı öğrenmesi gerektiği söyleniyor. Bazen korkuyoruz, özgüvenimiz düşüyor, sanki hiçbir şey beceremeyecekmişiz gibi geliyor ama kitap tam da burada diyor ki; “Korkman normal ama pes etmek zorunda değilsin.” Kendine küçük hedefler koyup adım adım ilerlediğinde hem güçlü biri oluyorsun hem de hayatın daha anlamlı geliyor. Yani kitabın mesajı şu: Kendi hayatının sorumluluğunu alır ve gerçekten ne istediğini bilirsen, kimsenin seni durdurmasına gerek kalmaz. Var mısın?
Okuduğum “Senden Bir Tane Daha Yok” adlı kitapta Gülhan Uzel, bize aslında hepimizin bildiği ama bazen unuttuğu bir şeyi hatırlatıyor: Her insanın kendine özgü ve değerli olduğu gerçeğini. Kitap boyunca yazar, gençlerin yaşadığı duygusal karışıklıkları, özgüven sorunlarını, kıyaslanmayı ve kendini bulma sürecini çok içten bir dille anlatmış.
Kitabı okurken bazı bölümlerde kendimi buldum. Özellikle insanların başkalarıyla kıyaslanmasının ne kadar yıpratıcı olduğunu fark ettim. Yazar, kimsenin kusursuz olmadığını, önemli olanın kendini sevmek ve olduğu gibi kabul etmek olduğunu söylüyor. Bence bu mesaj bizim yaşlarımız için çok anlamlı çünkü bazen çevremizin bizi nasıl gördüğüne fazla önem veriyoruz.
Dil olarak kitap sade ve akıcıydı. Okurken sıkılmadım, hatta bazı yerlerde sanki biri bana konuşuyormuş gibi hissettim. Yazar gençlerin düşünce tarzını iyi anlamış.
Sonuç olarak bu kitap bana kendimi daha çok sevmem gerektiğini, hatalarımın beni eksik değil, benzersiz yaptığını öğretti. Kitabın ismi gibi, gerçekten de “Senden bir tane daha yok.”
Tolstoy’a altmış yedi yaşında bisiklet sürmeyi öğreten, Kemal Sunal‘a 51 yaşında diploma aldıran hayatta. Sen bir şeylere geç mi kaldın? Bir daha düşün…
Ne kadar uygularsın bilmem ama sevginle güzelleşmeyen ve sana iyi gelmeyen insanlardan gitmen, seni kötü biri yapmaz.Bu iyilik yaptığın anlamına gelir,onlara da kendine de…