Şiirin imkânları aynı zamanda onun zorunluluklarıdır da. İmkân, çünkü insanoğluna zenginlik kazandırıyor her gerçek şey. Zorunluluk, çünkü şiirde bu zenginliği bulmadığımız zaman damağımıza kötü bir tat dokunmuş olur, yoksullaşırız.
sevmek, sesinden sızan acıyı sesiyle silmesidir "koskocasın" demeden açılan kocaman kucak... savrulmanın tatlı şurubu değil midir göğsünde sıkmak? her nefeste çoğalıyor, iç istediğin kadar
sevmek, imdada imbat olup yetişmesidir sınavlara sokmadan, zaman sormadan açılan kucak. .. burdayım diyen, korkma, sararım ben seni sarıldıkça çözülür düğüm, dolaş istediğin kadar
sen hiç hata yapmaz olur musun! kimden öğrendiysen öğrenmişsin yalancılığı sevmiyormuş gibi sevmişsin beklerken beklemiyormuş gibi ... sen seni yiyen yamyam olmuşsun bir ara tükenince duymuşsun en büyük şiirini falına bir "sevmek" ekledim bilmediğini düşündüğümden değil bildiğini sen de hatırla...
Ismarlama aşklara tahammülüm yok artık Ya beni adam gibi sev ya da çek git yolumdan Bir gülüş bir salınışsa tek verebildiğin, istemez Tutku isterim ve delice sevmek Bi coştumu dur durak bilmez bu yürek Yüreğini isterim, yürek ister benle sevişmek Ya adam gibi ya da çek git Her gün biraz daha zorlaşarak çıldırtmaksa niyetin Ama seviyorsan yeter ki, ki zaten yüreği ortaya koyduk Tamam o zaman Ben bi deli çocuğum, ama ısmarlama aşklara tahammülüm yok artık Ya adam gibi ya da çek git
Bakkallar kapanır kapanmaz çocuklar acıkır Çünkü kar sesinden gürdür sesi kepengin Gazeteye sarılan ekmekler ağlar Hiç açılmaz bir de memurun şemsiyesi Her gece bir kedi cinnet getirir Devirdiği bir tek kiremitten biliriz bunu da ...
bu şehir... gecelerini bana zimmetlemiş bir harita her sokak lambasında yüzün var, her yağmur damlasında sesin. tramvay raylarına sinmiş bir ayrılık, otobüs duraklarında bekleyen gölgeler… ben seni aradıkça şehrin bütün yolları aynı çıkmaza bağlanıyor.
II. Kadın
bir kadın gittiğinde, ardında kokusu kalır önce sonra bir mendil, bir defter, bir kitap, ve erkeğin içine işleyen sinsi bir boşluk... kadın yoksa: erkek yarım kalır, şehir yetim kalır, gece karanlık olur.
III. Aşk
aşk bazen bir pusu gibidir, karanlık sokakta aniden karşına çıkar. aşk bazen bir ihanet gibidir, en güvendiğin yerde sırtını yaralar. ama aşk dediğin şey, en çok da bir mecburiyettir: unutamazsın, kaçamazsın, çünkü kalbin bir kere imza attı mı hiçbir mahkeme o sözleşmeyi feshedemez.
IV. Erkek
erkek dediğin, çoğu zaman suskunluğunda boğulur. geceleri sigarasına konuşur, gündüzleri kalabalığa susar. ama ne yapsa, gözünün önünde hep aynı satır yanar: “ben sana mecburum...” çünkü mecburiyet, bir duygunun adı değil, bir kaderin adıdır.
V. Son
şimdi bil ki kadın, ben senden gitmedim, sen benden kaçtın. ama bu kaçış ikimize de kurtuluş olmadı. çünkü aşk, bir kere kanına karıştı mı yaşamak dediğin şeyin tam ortasında kalır. ve işte yine söylüyorum: ben sana mecburum... çünkü sensiz olmak, bu şehirde yaşamamak demek.
Bir gün, bütün ezanlar aynı anda susturulacak, bütün çocuklar aynı anda yetim bırakılacak. Ben biliyorum. Çünkü bu toprak, daha önce de ihanete uğradı kendi kardeşleri ve bütün dünya tarafından.
Her sokakta, unutturulmak için yükselmiş sessizlik kuleleri var. Ve o kulelerin gölgesinde, göğe bakan çocuk gözleri… Adı kayıtlarda yok, ama çığlığı hâlâ duvarlarda yankılanıyor.
Ben yürüdüm, yürüdüm Gazze’nin yanan sokaklarında. Kömürleşmiş bir duvarın üstüne yazılmıştı: “Vatan, ölümü göze alabilenlerin mirasıdır.” Yanına bir çocuk, parmağıyla kanını sürmüş: “Ve ölümü çoktan tüketenlerin.”
İnsanlar ekranlarda alkış tutarken bir annenin kalbi paramparça oluyordu. Birleşmiş Milletler kürsüsünde sözler uçuşurken bir baba, oğlunun defterini kefen yapıyordu. Kimse görmedi. Çünkü görmek, ekran icadından önceki bir yetenekti.
Ben soruyorum: Ne zaman kaybettik ellerimizin duasını? Ne zaman, suyun kıyısında susuz kalmayı öğrendik? Hangi şairin defteri yakıldı da dilimizdeki bütün kelimeler, uçakların gölgesine satıldı?
Şimdi, bir şehir yanıyor içimde. Bir yangın ki, külleri bile zehirli. Ve biz, kendi çocuklarımızı bile mezarsız bırakıyoruz.
Bir gün, hepimiz birer harf gibi düşeceğiz yere. Ama o gün geldiğinde çocuklar toprağı öpecek. Çünkü bizden geriye kalan tek şey, yeryüzüne kazınmış bir direniş duası olacak.
Gazze, adını söyleyen herkesin dilinde kan tadı bırakıyor. Gazze, dünyanın vicdanında açılmış en kara yara. Ve biz, bu yarayı her gün yeniden kanatıyoruz.
Ama bilinsin: Her bomba bir tohum gibi düşüyor toprağa. Her yıkıntının altında yeni bir hayat filizleniyor. Her şehit, göğe açılmış bir dua gibi gökyüzünü ağırlaştırıyor.
Ben biliyorum. Bir gün, bütün çocuklar yeniden gülecek. Bir gün, külleri bile temiz olacak bu toprağın. Ve o gün geldiğinde, bütün dünya diz çökecek Gazze’nin önünde, çünkü o gün, insanlık yeniden doğacak küllerin arasından.
Görüyorsun ki ağaçlar budandıkça güçlenir. İnsan da kırıldıkça Etraf sessiz olsa da, vicdan içeriden seslenir. Parmaklığa gerek yok, Kendine hapsoldukça.
Ferfecir Şiirler içime sinen bir kitap oldu. Sadece diğer dijital sitelere giremediği için içimde biraz burukluk var. Bu kitabı 35 yaşımın içindeyken çıkarttım. Günümüzde şiir kitabı çıkartmak o kadar da zor değil. Sadece şiirlerinizin hiçbir platformda yayınlanmamış olması kuralını uyguluyor çoğu yayınevi. Benim şiirlerim her yerde olduğu için çok ret yemiştim. Şiirleri her yerden kaldırmak çok zor bir işti çünkü. Od kitap bu konuda bana olumlu dönüş yaptı. Şiir kitabı çıkarmak isteyenler Od kitap'a başvurabilir.
Neyse kitaba gelirsek 2019'dan 2024'e dayanan 5 senelik süreçte yazdığım şiirler var içerisinde. Aşk'tan çok hayatı kendimce yorumladım bu şiirlerde.
İki tanıdık gibi durup bakışacağız, İki saniye karşı kaldırımlarda... Birer yabancı olduğumuzu anlayacağız Ve hiç durmamış gibi adımlayacağız, Eski duraklardan ve aşklardan geçtiğimiz gibi... Pervasız umarsız yola tutunup, Sermayesiz sevinçler arayacağız.
Orhan Veli’yi anlatmak benim haddime midir ki. Ama birkaç kelam etmek gerekiyor. Üstat nasıl 36 yıllık bir ömürde ülkeye kocaman bir imza bırakabilmiş hiç düşündünüz mü? Düşünelim öyleyse, onu diğerlerinden ayıran özelliği neydi? Nasıl Türk şiirine damga vurabildi?
Orhan Veli halkı biliyordu. Çünkü balolarda, resepsiyonlarda frakla salınmıyordu. Tozlu kaldırımlarda, eski esvaplarıyla turluyordu. Vatandaşı görüyordu, onlar gibi konuşuyordu, estetik aramıyordu. İçinden geleni en yalın haliyle yazıyordu. Şiiri okuyan anlayacak arkadaş! Ben anlayacağım, sen anlayacaksın, pazardaki Halime teyze, pide kuyruğundaki Yakup amca anlayacak. Eğip bükmeyeceksin yazdıklarını. Anlaşılmaz değil duru olacak yazdıkların. İşte en büyük özelliği buydu. Doğal manzarayı çizip herkese şifresiz yayınlıyordu üstat. Bunu en güzel o başarmıştı o zamana kadar.
Garip dediler, ama esas oydu. Yapay, gösterişli ve makyajlı şiirlerden daha çok kafiyesiz, kuralsız şiirler doğal değil miydi zaten. Sanat sanat için miydi, yoksa toplum için mi? Sanatı toplum mu anlamalıydı, yoksa sadece sanatçılar mı anlamalıydı? Orhan Veli şiirlerini ayrıştırmadan, anlamda bütünlüğü koruyarak herkese aktarabildiği için üstat idi.
“Bir yer var biliyorum, Her şeyi söylemek mümkün. Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum Anlatamıyorum...”
Bu dizeleri kimler yaşamamıştır ki? Kimler tanımlayamadığı, açıklayamadığı, izah edemediği durumlarda bulmamıştır kendini. Orhan Veli ve arkadaşları gibi dersi kırıp bir yerlere giden hiç olmamış mıdır? Yani o bizim yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz her şeyi bize yazmıştır. Boğaza bakıp iç geçirmiştir, kim İstanbul’u dinlememiştir ki onun gibi.
“Ölünce biz de iyi adam oluruz...”
Bu mısra kadar sert bir gerçek yazılabilir mi? Ölene kadar herkesin herkese çektirdiğini sonra onları badem gözlü, sırma saçlı yaptığını kim böyle ifade edebilir? Gerçek değil midir bu?
Memlekette ölünce herkes iyi insan oluyor. Oysa yaşarken kıymetin bilinmiyor. Bu genellikle böyle değil miydi?
“Peynir ekmek değil ama Acı su bedava; Kelle fiyatına hürriyet, Esirlik bedava; Bedava yaşıyoruz, bedava.”
Bu satırları okuyunca aklınıza ne geliyorsa işte o. Klasikleşmiş ve hala güncel değil mi? Esirlik ve kula kulluk bedava değil mi? İnsan hayatı bedava değil mi? İş cinayetleri, incir çekirdeğini doldurmayan sebeplerle cinayet işlenmesi vs. 80 yıl önce doğru teşhisi koymamış mı?
Bazı insanlar özeldir bu dünyada. Bir yetenekle dünyaya gelirler, hayatlara dokunurlar. Orhan Veli dünya çapında bir şairimiz değil belki ama ülkemizde bambaşka boyutlarda seviyoruz onu.
Kendi açımdan yorumlayacak olursam birinci yeni akımını Türk şiirinin tepe noktası olarak görüyorum. İkinci yeni akım şairlerini hiçbir zaman bu denli sevemedim. Çok süslü, üstü kapalı bir tarzları vardır. Bir başka sebebi de sürekli aşk, sevda, ayrılık temalı şiirler oluşturmuşlardır. Dışarıda hayat var be arkadaş. Her şey aşk mı, halk ne yapsın aşkı? Bu yüzden romantiklerin taptığı ikinci yeni akımını değil de bu garip ve mükemmel akımı tercih ediyorum.
Orhan Veli’den bahsediyorduk. O genç yaşında hayata imza atanlardan. Dünyada Mozart klasik müziğe nasıl bir soluk getirdiyse Orhan Veli de ülkemizde Türk şiirine heyecan getirmiştir. Kaderin bir cilvesi olarak da ikisi de erken göçmüştür bu âlemden.
“Cep delik, cepken delik Yen delik, kaftan delik Don delik, mintan delik
Kevgir misin be kardeşlik.”
Bana gerçek hayatlardan bahsediniz. Hayallerde yaşayamıyorum. Bana masalsı aşklar, lüks hayatlar, rengârenk çiçekler lazım değil. Çünkü ben çocuk değilim ki. Dünya nüfusunun 4/5’i hayatta kalıyor, yaşamıyor ki. Bana kendime benzeyen şeyler lazım. Ya tek başınasındır, ya da yanında birileri olduğu halde yalnızsındır. Hayat acı bir sudur çoğu zaman. Susuzluğunu giderirsin ama içmekten zevk almazsın. Ölmemek için içersin, yaşamak için değil. Üstat bu durumu şu kısa satırlarında nasıl anlatmış bir bakın.
“Bilmezler yalnız yaşamayanlar Nasıl korku verir sessizlik insana İnsan nasıl konuşur kendisiyle Nasıl koşar aynalara, Bir cana hasret Bilmezler.”
Bilmezler üstadım, öğrenmek de istemezler. Senden bize o güzel yalın şiirlerin kaldı. Her gece senin şiirlerinle zihni temizleyip öyle uyumak lazım. Belki rüyalarımızda rakı şişesinde balık oluruz.
Saçlarını topuz yap kollarını kavuştur geç karşıma Otur, bilmiyorum ne diyeceğimi ama böyle iyi Dinle beni, uzun uzun söyleşelim Söyleyecek sözü olan insanlar gibi Eski insanlar, en eskileri Birinin suyu temiz Diğerinin iyi ekmeği ...
Saçlarını topuz yap kollarını kavuştur geç karşıma Otur, bilmiyorum ne diyeceğimi ama böyle iyi Dinle beni, uzun uzun söyleşelim Söyleyecek sözü olan insanlar gibi Eski insanlar, en eskileri Birinin suyu temiz Diğerinin iyi ekmeği ... Pergelin Mükemmel Dönüşü
Eğer bir adam bir şiir görüşü serdediyor ve bu görüşün izine kendi şiirlerinde rastlanmıyorsa, o adam şiire de, insanlara da, kendine de düşmandır. Bir adam da her sözünü önemli yazarların ismini anarak zorla destekletmeye uğraşıyorsa, o adam zalim ve zorbadır. Kim şairliği küçümseyip durduğu halde şiirlerini yayımlatıyorsa, o bir sahtekârdır. Kim her yazdığını şiir sanıyorsa, o bir alık veya züppedir. Kim yazılan her şeyin kendi kavrayışının sınırlarında dondurulmasını bekliyorsa, o bir yobazdır.
Günün şiir’i; Bir şey var aramızda Senin bakışından belli, Benim yanan yüzümden. Dalıveriyoruz arada bir İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki, Gülüşerek başlıyoruz söze.
Bir şey var aramızda. Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek. Fakat ne kadar saklasak nafile Bir şey var aramızda, Senin gözlerinde ışıldıyor. Benim dilimin ucunda. Nahit Ulvi Akgün
Zorların üstüne gidebilmek için kolayları gözden kaçırmamak Şu halde kolay olan, şiirle doğru dürüst ilgilenmektir. Yazmaya heves edip de okumayı hafife alan kişiler, edebiyat adına kölemesine işler yapabilirler sadece.
En sevdiğim şiirlerden; Yazmadım seni daha Sevmeye ayırdım tüm zamanları Yazmaya bu yüzden vaktim olmadı Ben düşünmeye başlayınca seni ki bu bir önceki düşünmenin sonundan çok öncedir İnan ki dağlar taşlar, inan ki bulutlar yağmur ve kar toprakla su ve gökyüzü, güneş ay ve yıldızlar Onlar da benimle birlikte ve onlar da benim kadar seni düşünürler Benim kadar diyemem ama yemin ederim onlar da seni özler Hep dalgınım bu günlerde Saati cezveye koyup yumurta tutuyorum Bir gün takvime bakmasam yılı unutuyorum Aklım başıma gelmiyor başıma çarpmadan dallar Yolda yürürken dalıp dalıp gidiyorum Nisana kaç var diyorum saat sorarken Hiç böyle olmamıştım Bilenlere sordum, "aşk bu" dediler..