“Bu soruyu ancak sen cevaplayabilirsin ve şimdi, bütün bunlar geçip gittiğine göre, aslında cevapladın: Hayatınla.İnsan önemli soruları sonunda daima bütün hayatıyla cevaplar.”İkinci Dünya Savaşı ortalığı kasıp kavururken artık yaşlanmış ve münzevi bir hayat sürmekte olan General Henrik tam kırk bir yıl önce bir anda ortadan kaybolan gençlik arkadaşını beklemektedir. Çocukluğunda ve gençliğinde sıkı bağlar kurduğu bu dostun ölmeden önce yanıtlaması gereken sorular vardır. İlk kez 1942’de yayımlanan ama asıl yazarın ölümünden sonra keşfedilerek birçok dile çevrilen Mumlar Sonuna Kadar Yanar Márai’nin kuşkusuz en çok ses getiren romanı.
Dostluk, kıskançlık, ihanet ve insan doğası üzerine uzun süre unutulmayacak bir meditasyon.
Dipten akan bir gerilim ve zarif biçimde örülmüş moral ve metafizik sorgulamalardanoluşan çerçevesiyle parlak bir roman. The New York Times Book Review
Sándor Márai insana rahat vermeyen, muhteşem bir hayalet romanı yazmış; hakikatikendileri için bir arafa dönüştüren sağ kalanların ağıtı… Thomas Wirtz, Frankfurter Allgemeine
Bu kitap bana “zamana direnen duygular”ı hatırlattı. Kırk bir yıl… Düşünüyorum, bir insan kırk bir yıl boyunca bir başka insanı, bir sözü, bir anıyı, hatta belki bir ihaneti unutmadan yaşar mı? General yaşamış. Ve o bekleyişin, o sessizliğin, o gururun altında ne kadar büyük bir yalnızlık yattığını okudukça hissettim. İki eski dostun kırk bir yıl sonra karşılaşması… ama aslında bu, iki kalbin birbirine söyleyemediği her şeyin hikayesi. Henrik’in içinde taşıdığı o sitemi, o gururu, o kırgınlığı hissettim. Bazen konuş artık dedim, bazen susmak belki de daha doğru diye düşündüm. Bazı ilişkiler bitmez, sadece sessizce tükenir sanırım.. “İnsan önemli soruları sonunda daima bütün hayatıyla cevaplar.” Bu cümleyi unutmam sanırım. Çünkü bazen kelimelerle değil, hayatımızla veriyoruz cevabı.
...aynı özlem,aynı arayış içindeki umut,aynı umutsuz,hazin istek.Çünkü daima 'ötekini' severiz,daima onu ararız,hayatın bütün koşullarında ve değişikliklerinde...Bunu biliyormusun?Hayatın en büyük sırrı ve en büyük hediyesi,'aynı türde'iki insanın karşılaşmasıdır.
İnsan katlanmak zorundadır, işin bütün sırrı budur. Kendi karakterine, kendi tabiatına katlanmak zorundadır. Çünkü ne tecrübe ne de kendi eksikliklerine, şahsi menfaatlerine ve açgözlülüğüne dair içgörü hiçbir şey değiştirir. Arzularımızın dünyada tam bir yankısı olmayışına katlanmak zorundayız. Sevdiklerimizin bizi sevmemesine ya da umduğumuz gibi sevmemesine katlanmak zorundayız. İnsan ihanete, sadakatsizliğe katlanmak zorunda ve son olarak ki bütün görevlerin en zoru birisinin karakter ya da zeka yönünden kendisinden üstün olmasına da katlanmak zorunda.
Olduğundan farklı olma arzusu. Bu bir insanın kaderden yiyebileceği en büyük silledir. Olduğundan farklı olma arzusu: Kalpte yanan hiçbir arzu daha acı verici olamaz. Çünkü insan hayatı ancak kendi kendisi ve dünya için taşıdığı anlamla uzlaşarak katlanabilir.
Tutkunun özünü mantık teşkil etmez. Ötekinin ne verdiği tutkunun hiç umrunda değildir, o kendini bütünüyle ifade etmek, bütünüyle yaşamak ister; karşılığı yalnızca tatlı duygular, nezaket, dostluk ya da sabır olsa bile.
... kalbin de kendi gecesi ve kurdun ya da geyiğin avlanma içgüdüsü kadar vahşi kendi kıpırtıları vardır. Rüya, arzu, kibir, bencillik, aşk deliliği, kıskançlık ve intikam hırsı insanın gecesinde, tıpkı çöl gecesindeki puma, akbaba ve çakal gibi pusuya yatmıştır.
İnsan önemli soruları sonunda daima bütün hayatıyla cevaplar. O esnada ne söylediğinin, hangi sözler ve prensiplerle kendini savunduğunun bir önemi var mı? Sonunda, en sonunda insan dünyanın ona öylesine inatla sorduğu soruları hayatının gerçekleriyle cevaplar. Sorular şöyledir: Sen kimsin? Gerçekten ne istiyordun? Gerçekten ne yapabiliyorsun? Nerede sadıktın, nerede sadakatsiz? Nerede cesurdun, nerede korkak? Sorular bu şekildedir. Ve insan elinden geldiğince cevaplar, doğru ya da yalan söyleyerek ama bu kadar önemli değil. Önemli olan, sonunda bütün hayatıyla cevap vermesidir.
Olgular konuşur; hani derler ya: Hayatın sonuna doğru olgular itiraflarını, işkence sandalyesindeki sanıklardan daha yüksek sesle haykırır. Sonunda her şey yaşanıp biter, ortada yanlış anlaşılacak bir şey yoktur. Fakat kimi zaman olgular yalnızca sonuçların zavallı tezahürleridir. İnsan yaptığıyla değil, bu yaptığının arkasındaki amaçla kendini suçlu hale getirir. Her şey amaçta saklıdır.