1961 Araklı (Trabzon) doğumlu Hasan Öztürk, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunudur. (1983)
Yazıya 1980 li yılların ortalarında Yeni Forum dergisindeki yazılarıyla başlayan Hasan Öztürk, sonraki yıllarda bir iki yazısıyla adı geçenler sayılmazsa Milli Kültür, Türk Edebiyatı, Türkiye Günlüğü, Polemik, Liberal Düşünce, Dergah, Arka Kapak adlı dergiler ile K24, Gazete Duvar ve Aksi Sanat adlı sanal ortamlarda yazdı. Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa sürelik (2018/2019 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı kitap kültürü dergisini yönetti ve dergide yazdı. 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında, Roman Kahramanları ve Kitaplık dergileriyle T24 Haftalık ve Sanat Kritik adlı sanal ortamda aralıklarla yazan Hasan Öztürk ün Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017), Üç Duraklı Yolculuk (2021) ile İktidarın Gölgesi ve Roman (2022) adlı kitapları yayımlanmıştır. Hasan Öztürk ün ilk yedi kitabını konu edinen Hasan Öztürkün Eleştirel Denemeciliği (Zeynep Şule Şahin, Ahi Evran Üniversitesi, Kırşehir 2023) adlı yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.
Bugünün edebiyatı, Türk milletinin geçirdiği inkılap safhalarını ve inkılap mefkurelerini, romanlarında, şiirlerinde, piyeslerinde bütün kuvvet ve vuzuhuyla yaşatabilmeli ki o eserleri okuyan yabancı, Türkiye hakkında hiçbir şey bilmese bile, bugünkü hayatımızın umumi istikametini ve bu hayatı doğuran içtimai amilleri açık açık anlayabilmiş olsun.
Jack London, Adem’den önce kitabında şaşılacak bir sanat olayından söz eder. Garip yaratıkların oluşturduğu kalabalık ormanlık arazide dolaşırken birisi yerden bir sopa alıp bir kütüğe vurmaya başlayınca orada hemencecik bir tür ritim uydurmuş olur bu eylemiyle. Dağınık kalabalık anlık ritme uyar ve ritim onlarda yumuşatıcı bir etki uyandırır. Kendilerini etkileyen ritmin tesiriyle hey-hey toplantılarını çoğaltan kalabalık, önceki yaşantılarının ”ne kadar amaçsız ne kadar başıboş” olduğunu anlamış olurlar. Ritim kaybolduğunda tekrar saçma sapan gürültülerine dönen kalabalık için ritim eşliğindeki bu hey-hey toplantıları ”yeni yeni doğmaya başlayan bir sanat” oluşmuştur artık.
1/2 Yaşam, büyüsünü kaybetti ve insan nesneleştirildi. İnsan ruhunun sığınağı doğa, çıkar uğruna tahrip edildi ve insan, gündelik yaşamın içinde sıradan bir tüketim aracına dönüşebilsin diye sanat onun yaşamından bile isteye kovuldu.
1/1 İçeriği boşaltılan bir dünyada yaşıyor olmanın sıkıntısıyla her geçen gün teknik aklın yetersizliğiyle daha yakından ve çok yüzleşiyoruz. Aydınlanma aklının kılavuzluğunda gelişip büyüyen dünya, organik yapısını yok ederek mekanikleşti.
1/4 İşte o gün bu gündür karıştırır erkekler de kadınlar da Güzel olan’la Çirkin olan’ı birbirine. Yine de Güzelliğin yüzüne bakınca üzerindeki giysiye aldanmadan, onu hemen tanıyanlar olduğu gibi Çirkin olan’ı yüzünden tanıyan ve altında gizlendiği örtülere kanmayan keskin görülü insanlar da vardır.
1/2 Bir süre sonra Çirkinlik, kumsala çıkmış ve Güzelliğin giysilerini giyinip kuşanarak kendi yoluna gitmiş. Neden sonra Güzellik de denizden çıkmış ve bulamamış bıraktığı yerde giysilerini…
1/1 Günlerden bir gün Güzellik’le Çirkinlik karşılaşıvermişler denizin kıyısında. Biri ötekine, ‘gel yüzelim denizde’ demiş. Ve bunlar üzerlerindekileri çıkarmış, başlamışlar suları kulaçlamaya.
Hasan Öztürk’ün Yazdıkça ve Yaşadıkça Edebiyat adlı eseri, yalnızca bir deneme kitabı değil, aynı zamanda bir edebiyat yürüyüşünün, düşünsel bir iç yolculuğun iz düşümü. Her bir yazıda hayatla edebiyat arasındaki geçişgenliğe tanıklık ediyoruz. Hasan Öztürk, yaşadıklarını yazıya dönüştürürken, yazdıklarıyla da hayatı yeniden anlamlandırıyor.
Kitap, tek bir konuya saplanmadan mutluluk, çevre, dil, sanat, birey, toplumsal yapı gibi birçok meseleyi içten ve derinlikli bir biçimde ele alıyor. Edebiyata tutkuyla bağlı birinin kaleminden çıkan bu metinler, okuyucuyu yalnızca bilgiyle değil, duyguyla da besliyor.
Öztürk’ün denemeleri, didaktik değil, aksine davetkar. Okuyucuyu sorgulamaya, düşünmeye, hatta itiraz etmeye çağırıyor. Yazının okurla tamamlandığını hatırlatıyor sık sık. Bu yönüyle, metinler yalnızca okunmuyor üzerine düşünülüyor, altı çiziliyor, tartışılıyor.
Kitabın en dikkat çeken bölümlerinden biri, hayali bir “yazarlar masası” kurarak farklı dönemlerden edebiyat ve sanat insanlarını aynı metinde buluşturması. Halit Ziya ile Rilke’yi, Tanpınar’la Van Gogh’u bir araya getiren bu sayfalar, okuru sadece edebi değil, zihinsel bir diyaloğun da içine çekiyor.
“Yazdıkça ve Yaşadıkça Edebiyat”, her yaştan ve her birikimden okura seslenebilecek bir kitap. Ama özellikle kalemiyle hayata temas etmek isteyenler için ayrıcalıklı bir kaynak niteliğinde. Çünkü Öztürk, yazmayı bir eylem olarak değil, bir varoluş biçimi olarak görüyor.