Kitabı okurken bir noktada “depresyon hırkamı giydim, arada da bir tüttürdüm” dedim; sonra da “ne dertler var ” diye oturup şükrettim. Ruh sağlığı gerçekten çok önemli arkadaşlar. Allah zeval vermesin:) Mabel matiz antidepresan dinleyerek incelememi yazmaya koyuldum:
Kabul edelim ki depresif bir milletiz. Şarkılarımızda var, sanata edebiyata bile yansıyor. Tanpınar’ın “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” dizesi, tam da bizim ruh hâlimizi özetliyor.
Gittim TR’de antidepresan kullananların oranına baktım 100 kişiden 6’ sı antidepresan kullanıyormuş. İşin tabii ki şaşırmadığım kısmı da kullananların %70’i de kadın :)
Şimdi bana psikayatrlar kızabilir ama ben antidepresanların insanları iyileştirdiğine inanmıyorum. O an ayakta tutar anlık seratonin adrenalini regüle eder ama iyileştirmez. Asıl iyileşme psikoterapi ile olur duygularla yüzleşme ile bastırmama ile olur. Kısa vade için evet önerilir ama uzun vadede “psikoterapi” şart. Velhasıl gelelim kitaba;
Bu kitapla, takip ettiğim bir okurun paylaşımı aracılığıyla tanıştım ismi de aşırı dikkatimi çekti. Kısa bir araştırma sonucunda eserin otobiyografik niteliğini fark edince aaa dedim evet bu kitabı okumalıyım… Yazarın hangi psikolojik süreçlerden geçtiği, Prozac’ın duygu durumunu nasıl etkilediği gibi kafamdaki sorularla kitabı okumaya başladım.
Ne anlatıyor? Anne babası ayrı olan Elizabeth (Lizzy) adlı genç bir kızın içsel çatışmalarını, duygu durum dalgalanmalarını ve depresif semptomlarından bahsediyor. Ergenlik dönemi bağlamında değerlendirildiğinde, ölüm düşüncesi, kendine zarar verme eğilimleri ve isyankâr davranışlar söz konusu ancak burada dikkat çeken nokta bu uçsal dürtülerin geçici bir ergenlik krizinden ziyade süreklilik arz eden bir varoluşsal boşluk hâline gelmesi… Aslında ergenlikte olduğu için de bu tarz ölme isteği isyankar asi bir gencin bu süreci yaşaması normal geliyor hangimiz ölmek istemedik ki çılgınlar gibi? :) ama Elizabeth’in durumu oldukça uç noktada; kendisine her ne kadar da kendisi “şımarık bir kız izlenimi yaratmak istemiyorum”dese de davranışlarını şımarık ve abartılı buldum. Elizabeth yoğun güven problemi yaşıyor, annesi babası arasında kalmaktan yorulmuş sevgi ve ilgi eksikliği olan birisi. Elizabeth’in kendine zarar verme davranışı, kendini kesme davranışı aslında bir kendini “doğrulama- kanıtlama” çabası.Şu ifadesinde de açıkça görülüyor:
“Bazen keşke bir vitrin camından içeri yürüyebilsem, keskin cam kırıkları beni şeritler hâlinde kesse de hislerimle görünüşüm uyumlu olsa.” (s.83)
Bu alıntı psikodinamik açıdan değerlendirildiğinde, Açıkça; bağımlı mazoşizm olduğuna kanaat getirdim. Anne Sexton ve Sylvia Plath gibi ölünce rahatlayacağına da inanıyor.
Kitabı okudukça Türk edebiyatında Tezer Özlü’nün Çocukluğun Soğuk Geceleri adlı otobiyografik romanıyla da benzettim. Her iki kitapta da depresyon, güvensiz bağlanma örüntülerinin, duygusal ihmalin ve kırılgan bir benlik algısının izleri görülüyor.
Elizabeth’in annesiyle kurduğu ilişkiyi de doğru bulmadım. Annenin eşinden ayrıldıktan sonra tüm yaşamını kızına endekslemesi görünürde fedakârlık gibi dursa da çocuğun özerklik geliştirmesini engelleyen hastalıklı bir birey haline dönüştürmüş. Bu durum, kızın mükemmeliyetçi, doyumsuz ve sürekli eksik hisseden bir kişilik yapısı geliştirmesine neden olduğu açıkça belli.
“Onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıyorum ve beni bırakmasını söylüyorum.” (s.21)
Bu ifade bağlanma kuramından sıkça karşılaşılan “yaklaş–kaç” çatışmasını yansıtıyor. İlişkilerinde de hep kaygılı bağlanma söz konusu ya beni bırakırsa gibi düşüncelere sahip.
Kitap ilerledikçe ruh hâlinin, psikiyatrik tanılar ve ilaçlar aracılığıyla nasıl yönetilmeye çalışıldığını, Prozac burada bir iyileşme aracından ziyade duyguların törpülendiği acının kimyasal olarak bastırıldığı o anlık bir müdahale gibi.
Elizabeth karşımda olsaydı, muhtemelen ona şunu söylerdim: Şu an yaşadığın duygular geçici yavrum bebeğim ama sen kalıcısın. Büyüyünce geçer unutursun her şeyi. Dünya boştur leee. -iyi ki psikolog değilim. :)) -
Filmi de varmış. Bir ara izlerim belki. Şu an hiç modum yok.