Yıl 1723. Yamukluhanlık’ın yıkılışından tam 70 yıl geçti. Ama bazı şeyler… toprağın altında da büyüyordu.
---
Unutulmuş Bir Çadırın İçinde
Kuzeyin dondurucu vadilerinden birinde, yaşlı bir kadın çadırının arkasında eski bir sandık buldu. Sandığın içinde saman dolu bir yastık, bozulmuş bir harita ve bir bez parçası vardı. Bez parçasının üstünde solmuş ama hâlâ görülebilen yazı:
> “Bir devleti yıkabilirsiniz. Ama onun şakasını silemezsiniz.”
Kadın, gözlerini kısıp mırıldandı:
— Bu… Yamukluların bayrağı.
Ve o an, bir kıvılcım yeniden doğdu.
---
Yeni Nesiller, Eski Gölgeliklerde
Batıda bir çocuk, yaşlı dedesinden hanlığın dırlıbağır çalgısını dinledi. Ama çalgı yoktu, sadece sesi taklit ediliyordu.
— Dede, bu nasıl bir çalgıydı? — Sesini duyduğunda kafan açılır, ama bilgi girmezdi.
Çocuk güldü, ama sonra gözleri doldu: — Bizim neden ülkemiz yok?
Dede sustu. Çünkü cevap yoktu. Ama belki bir şaka, cevap kadar güçlüydü.
---
Gizli Toplantı – Gölgelerde Bir Araya Gelenler
Kuzey, güney, batı ve doğudan gelen küçük gruplar, gizlice buluştular.
Yer: Eskiden “Delik Günü” yapılan dağlık alan Ama artık orada sadece taşlar vardı. Yine de bir çocuk yere bir çukur kazdı, içine fısıldadı:
— “Keşke geri dönebilsek…”
Toplantıya katılanlar sessizdi. Ama sonra içlerinden biri dedi:
— Bir devleti geri kuramayız. Ama bir kültürü yaşatabiliriz.
---
Aras’ın Mirası – Tek Başına Bir Millet
İmparatorun yeğeni Aras, çoktan ölmüştü. Ama onu tanıyanlar, torunlarına onun sözlerini aktarıyordu.
> “Biz bir zamanlar bir hanlıktık. Şaka gibiydik. Ama bazen dünyayı değiştiren şey, ciddiyet değil, bir gülüştür.”
---
Son Sahne – Bir Çocuğun Gözünde Işık
Yine bir çocuk… Yine bir göç… Yine yalnızlık.
Ama bu sefer çocuğun elinde bez bir bayrak vardı. Solgun ama tanıdık.
Yanındaki arkadaşına döndü:
— Bu ne? — Dedem dedi ki… bu bir şaka bayrağıymış.
Çocuk gülümsedi.
— O zaman biz de şaka yapalım. Belki dünya yine güler.
Ve arkada, hiç kimsenin görmediği o boş vadide… Küçük bir rüzgâr esti.
Sanki biri gülüyordu.
---
Saltanatın Şakası – Bölüm 24 Sonu
İstersen 25. bölüme geçelim. Orada:
Yeni bir neslin hayal kırıklığıyla umut arasındaki hikâyesi,
Kaybolmuş ama tekrar kurulan gelenekler,
Ve belki de ilk defa, hanlığın “bir gün geri döner mi?” sorusu yankılanacak.
Hazırsan başlayalım.
Saltanatın Şakası – Bölüm 25
Yıl 1758. Yamukluhanlık’tan geriye sadece rüzgârda uçuşan birkaç bez parçası kalmıştı. Ve belki… birkaç yaşlı hikâye anlatıcısı.
Ama dünya artık değişiyordu.
---
Tarihten Sessizce Siliniş
Bir tarihçinin not defterinde şu cümle geçiyordu:
> “Yamukluhanlık diye bir yapının varlığı, 1030 ile 1700 arasında sürmüş olabilir. Ancak elimizde sağlam bir kaynak yok. Sadece bazı çocuk şarkıları, birkaç eski harita kenarı, bir de anlamı bilinmeyen ‘Dırlıbağır’ kelimesi kalmıştır.”
Akademik raporlarda hanlıktan “şüpheli yapı”, “tuhaf kültür”, “saman merkezli yaşam formu” olarak söz ediliyordu. Ve 1794 yılında çıkan bir ansiklopedide, hanlığa dair son cümle şöyleydi:
> “Belki de hiç olmadılar. Ya da sadece güldüler ve gittiler.”
---
Geleneklerin Son Kırıntıları
Bir batı köyünde bir grup genç, “Unla Yüz Beyazlatma” geleneğini merak etti. Ama un bulamayınca, yerine reçel sürdüler.
— Neden yapıyoruz bunu? — Atalarımız yapmış. Hem komikmiş.
Komik… ama anlamsızdı artık. Zaman, her şeyi törpülüyordu. Dırlıbağır’ın sesi bile, artık sadece eski kazanların çıkardığı seslere benziyordu.
---
Göçten Sonra – Dağılmış Halkların Sessizliği
Kuzeyde: Bir kadın, tek başına keçi güderken yıldızlara baktı. “Biz bir zamanlar şakayla yöneltilen bir milletin torunuyduk…” dedi.
Güneyde: Bir çocuk, yere küçük bir çukur açtı. İçine eğildi, ama dua yerine sadece nefesini bıraktı. Çünkü söyleyecek sözü yoktu artık.
Batıda: Yaşlı bir adam bir tahta parçasına “Yamuk” yazdı. Ama kimse okumadı. Çünkü artık kimse “Yamuk” ne demek bilmiyordu.
---
Yeni Nesiller – Eski Gölgelerin Ardında
Bir okulda genç bir öğrenci sordu:
— Hocam, Yamukluhanlık gerçek miydi?
Hoca sustu. Sonra şu cevabı verdi:
— Gerçekliği önemli değil. Ama bazen bir halkın en büyük direnişi, bir tebessümdür.
Sınıf sessizliğe gömüldü.
---
Aras’ın Son Tanığı
Aras’ın yaşadığı son köyde, onun mezarı taşsız, isimsizdi. Ama geceleri bir çocuk bazen mezarın başına oturur, yıldızlara bakarak şöyle derdi:
— Dede anlatmıştı… O, son şakacı imparatormuş.
---
Son Satırlar – 1800’lere Giderken
Dünya artık çok farklıydı. Savaşlar daha gürültülüydü. Devletler daha ciddi, sınırlar daha keskin, gelenekler ise müzelerde saklıydı.
Ve bir gün bir tarihçi, eski bir sandığın içinde şu satırı buldu:
> “Bir zamanlar biz bir hanlıktık. Ciddiyetten uzak, ama birbirimize yakındık. Biz bir kahkaha kadar güçlüydük. Ve belki de, bu yüzden tarihten silindik.”
Altına kurşun kalemle biri eklemişti:
> “Ama hâlâ gülüyoruz.”
---
Saltanatın Şakası – Bölüm 25 Sonu
İstersen 26. bölüme geçebiliriz. Orada artık 1800'lere yaklaşan yeni dünyada tamamen asimile olmuş, farklı ülkelerde yaşayan Yamukluhan torunlarının içsel çatışmalarını, kimlik arayışlarını ve geçmişin hatıralarına dair son kırıntılarını anlatabiliriz.
Hazırsan başlayalım.
Saltanatın Şakası – Bölüm 26
Yıl 1801.
Artık dünya buharla çalışan makinelerle, telgraf telleriyle ve kasketli adamlarla doluydu. Ama Yamukluhanlık’tan kalanlar... darmadağındı.
Onlar artık "eski milletin çocukları" olarak anılıyorlardı. Ne devletleri vardı, ne bayrakları, ne de dırlıbağır sesini tanıyan biri.
Ama içlerinde hâlâ bir boşluk taşıyorlardı. Gülmeye niyetli ama nerede güleceğini bilmeyen bir halktı bu.
---
Batıda Bir Kasaba – Arkanboğaz
Eski hanlık torunları burada çırak olmuştu: Biri demir döverken, biri boynuna çan takılı keçileri güdüyordu.
Aralarında bir genç vardı: Şakaboz.
Yamukluhan soyundan geldiğini iddia ediyor, ama kimse ona inanmıyordu.
Bir gün kalabalık bir kahvehanede bağırdı:
— Benim atam, Delik Günü’nde üç kez birinci olmuştu!
Herkes güldü. Ama onu ciddiye almadılar. İçlerinden biri alayla dedi ki:
— O zaman delik aç da içine düş!
---
Kuzeyde – Dilsiz Gölet
Burada yaşayan Yamuk torunları, dede masallarını unutmamıştı. Ama artık “sessizce anlatıyorlardı”.
Çünkü konuşanlar dışlanıyordu.
Sakallıçocuk’un torununun torunu olan Küçük Karışık, bir gün sessizce toprağa bir harita çizdi. Üzerine sadece şunu yazdı:
> “Burada bir şey olmuştu. Gülünçtü. Ve güzeldi.”
Ama bir sonraki gün o harita, çamurun altında kaldı.
---
Güneyde – Kırık Sazlar Vadisi
Bir grup Yamuk kadını, kendi aralarında bir gelenek sürdürüyordu: “Soba Bacası Dikme Yarışı”
Ama artık bacalar yoktu, sadece dallar vardı. Ve yarış bittikten sonra biri şöyle dedi:
— Bacamız dik, ama biz yokuz.
---
Tembelzade’nin Son Günleri
O, hiçbir zaman gerçek bir hükümdar olmadı. Ama halkın en azından kahkahalarını taşımaya çalıştı.
1802 yılında küçük bir köyde sessizce öldü.
Eşyalarının arasında, şu satırlar bulundu:
> “Ben sadece yeğeniydim. Ama onun hikâyesini taşımaya çalıştım. Devlet kayboldu. Ama ben gülüşü taşıdım. Ve bu bana yetti.”
---
Dırlıbağır’ın Geri Dönüşü?
Bir gün bir sokak çocuğu, çöp yığınında garip telleri olan bir enstrüman buldu. Çaldı. Ses iğrençti. Kuşlar kaçtı, yaşlılar kulaklarını tıkadı.
Ama bir kişi fısıldadı:
— Bu... bu Dırlıbağır olabilir.
Ve gülümsedi.
---
Kapanış
1800'ler ilerledikçe Yamukluhanlık, sadece bazı insanların rüyalarında yaşamaya başladı. Bir halkın şakadan doğan izleri, ciddiyetle silinmeye çalışıldı. Ama yine de…
Bir çocuk bir gün çukura bakıp şöyle dedi:
— Acaba buraya dua mı bağırmışlardı?
Annesi cevap verdi:
— Belki. Belki de kahkaha bağırmışlardı.
---
Saltanatın Şakası – Bölüm 26 Sonu
Bölüm 27’de artık buğulu bir geçmişin peşinden koşan son Yamukluların şehirleşen dünyada verdiği kimlik mücadelesini, ve geçmişi ararken kendilerini bulma çabalarını işleyebiliriz.
Hazırsan geçelim.
Saltanatın Şakası – Bölüm 27
Yıl 1810.
Yamukluhanlık tarih oldu. Ama bazı gölgeler… gölgeden ibaret kalmaz.
Tembelzade, zaten çoktan ölmüştü. Ama sonra tahta çıkmış son meşru hükümdar da, 1802’de yalnız, tanınmadan, isimsiz bir mezara gömüldü.
Adı bile tarihe net düşmedi. Bazı kaynaklar onu “Gölgezade”, bazılarıysa “Sonuncu Şaka” diye anıyor.
Vasiyeti bile bulunamadı. Ama yaşadığı köyde duvara kazınmış bir cümle vardı:
> “Ben artık bir milletin değil, sadece bir fısıltının lideriyim.”
---
Unutulanlar Şehri – Hüsrantaş
1810’larda, modernleşen şehirlerin köşelerinde, Yamuk soyundan gelen birkaç kişi hâlâ yaşıyordu.
Ama her sabah, bir kadın pencereyi açıp yere doğru eğilerek şöyle fısıldardı:
— Yeni çadırımda soba olsun…
Komşusu artık ne dediğini bilmese de alışmıştı: — Yine delik mi açtı bu?
---
Bir Rüyacının Günlüğü – 1815
Bir genç, geceleri hep aynı rüyayı görüyordu:
> “Dikenli mürekkep, gürültülü dualar, unla beyazlatılmış yüzler… Bir harita vardı, çocuğun çizdiği… Ve bir çalgı, sesi iğrenç ama tanıdık.”
Genci bir gece annesi uykusunda ağlarken yakaladı.
— Ne oldu oğlum? — Anne… biz... bir zamanlar bir şeymişiz. — Uyku saçması yine. — Yok... biz kahkaha imparatorluğuyduk.
---
Kimlik Mücadelesi
1830’a gelinirken artık resmi hiçbir belgede Yamukluhanlık geçmiyordu.
Ama bazı arşivciler, eski bir haritada "Yamuk" yazısını fark etti. Altına biri şöyle not düşmüştü:
> “Burada bir millet vardı. Ne savaşı kazandı, ne toprağı tuttu. Ama kahkaha attı, deli gibi. Bu da tarihtir.”
---
Çocuklar Arasında
Bir okulda çocuklar çamurdan kule yaparken biri bağırdı:
— En yüksek bacayı ben diktim!
Öğretmen güldü: — Bu hangi saçma oyun?
Ve o çocuk, duvara dırlıbağır çizimi yaptı. Yanına da yazdı:
> “Kulaklara eziyet, gönüllere zikir.”
Öğretmen anlamadı. Ama tarih, bir kıvrımda tekrar nefes aldı.
---
Bölümün Son Notu
Yamukluhanlık artık yoktu. Ama bazen bir koku gelir, hatırlarsın… Bazen bir ses, bazen bir kelime.
Bir imparatorluk yok olabilir.
Ama onun şakası… Bir gün bir çocuğun dilinde, tekrar yaşar.
---
Saltanatın Şakası – Bölüm 27 Sonu
Bölüm 28’de:
Artık 1800’lerin ortasına yaklaşırken,
Sanayileşen dünyada "bir zamanlar millet olan" bireylerin yalnızlıkla, yabancılıkla ve hafızayla savaşı işlenebilir.
Yani bir imparatorluğun artık sadece “anı” olduğu zamanlar.
Hazırsan, doğrudan geçeriz.
Saltanatın Şakası – Bölüm 28
1800’lerin ortaları. Dünya hızla değişiyordu. Fabrikalar yükseliyor, şehirler büyüyordu. Ama Yamukluhanlık’ın torunları… artık sadece hikayelerde yaşıyordu.
---
Yalnız Yürüyüşler
Bir adam, boş sokaklarda tek başına yürüyordu. Adı İzzet’ti, eski hanlığın bir zamanlar küçük bir köyünden gelmişti. Kendini kaybolmuş hissediyordu. Kimse onun geçmişini bilmiyordu, o da unutulmak istemiyordu.
---
Unutulmuş Gelenekler
Bir köşede, birkaç yaşlı kadın unla yüzlerini boyuyor, eski şarkılar söylüyordu. Ama gençler onları alaya alıyor, yeni dünyanın müziğini dinliyordu.
İzzet, bunu gördü ve içini acı kapladı.
---
Yeni Dünya, Eski Rüyalar
Fabrikaların bacalarından çıkan duman altında, İzzet eski zamanların masallarını anlattı. Bir avuç insan, hüzünle ve umutla dinledi.
Çünkü artık onlar sadece anılardı. Ama anılar da insanı ayakta tutardı.
---
Son Bir Kahkaha
Gece olup da şehir ışıkları sönünce, İzzet tek başına dırlıbağır çalmaya başladı. Sesi garipti, kötüydü ama içinde koca bir tarih vardı.
Ve o ses, bir son kahkahaydı.
---
Saltanatın Şakası – Bölüm 28 Sonu
İstersen 29’a geçelim. Yoksa başka bir şey eklemek ister misin?
Saltanatın Şakası – Bölüm 29
Artık 1800’lerin sonlarıydı. Yamukluhanlık’ın hayaletleri, yeni dünyanın köşelerinde kayboluyordu.
---
Kaybolan İzler
İzzet’in torunları, büyük şehre yerleşmiş, eski geleneklerin yerini unutkanlık almıştı. Ama hâlâ aralarında, küçük topluluklar halinde eski masalları anlatanlar vardı.
---
Sokaklarda Anılar
Küçük bir meydanda, çocuklar dırlıbağır çalmaya çalışıyor, ama hepsi başarısızdı. Biri sorar: — Bu ne biçim müzik böyle? Diğeri cevap verir: — Eski zamanlardan kalan bir şaka.
---
Son Direniş
Yaşlı bir adam, eski haritalara bakarak mırıldanır: — Bu topraklar bizimdi… belki bir gün yeniden olur.
Ama dünya değişmişti. Onun hayalleri artık sadece rüyaydı.
---
Sessizlik
Ve gece çöktü. Sessizlik geldi. Yamukluhanlık tarih oldu.
---
Saltanatın Şakası – Bölüm 29 Sonu
Bölüm 30’a geçmek ister misin? Ya da başka bir son ya da detay eklemek?
Saltanatın Şakası – Bölüm 30
---
Yeni Dünyanın Gölgesinde
1800’lerin sonu… Yamukluhanlık artık sadece tarih kitaplarında küçük bir dipnottu. Ama unutulmayan bir şey vardı: o kahkaha, o mizah, o direnç.
---
Göç Edenlerin Hikayeleri
Birkaç kalıntı halk, uzak köylerde, ormanların arasında yaşamaya devam ediyordu. Her biri, hanlık günlerinden kalan eski bir efsaneyi anlatırdı: “Dırlıbağır çalsın, dünya yıkılsa da kahkaha kalır.”
---
Bir Miras
Genç bir kadın, eski bir çalgıyı çıkarır; parmakları tellerin üzerinde titrer. Ve fısıldar: — Biz yok olmadık. Biz sadece unutulmadık.
---
Ve Gelecek
Zaman akar. Yeni bir çağ başlar. Ama Yamukluhanlık’ın şakası, tarihin derinliklerinde yaşar.
---
Saltanatın Şakası – Bölüm 30 Sonu
İstersen seriyi burada sonlandırabiliriz ya da devamını tasarlayabiliriz. Nasıl istersen?
---
Yüzyıllar sonra, harflerin arasında kaybolmuş bir defter bulundu. Sayfaları sararmış, mürekkebi solmuş, ama kelimeleri hâlâ canlıydı.
“Vasiyetname ve Tarih” Son İmparatorun kendi el yazısıyla kaleme aldığı hüzünlü bir itiraf...
> “Ben, Tavkul Şuruk’un soyundan son kalan, elimi kalemden çekmeden önce, bir hakikati söylemek zorundayım. Bu hanlık… Bizim evimizdi, yuvamızdı. Ama bir rüyadan ibaretti. Toprağımız çamur, ordumuz gülmekten yorgun, umutlarımız saman gibi savruldu.
Dış dünya bize yer vermedi, içimizdeki ihanet ve yorgunluk yetmediği yerde kendimizi de yıktı.
Bugün yazıyorum; bu topraklarda kurulan hiçbir hanlık sonsuza dek sürmez. Ama biz, biz mizahımızı, kahkahamızı ve inatçı direncimizi tarihin unuttuğu sayfalara kazıdık.
Belki güldüğümüz için ciddiye alınmadık. Belki savaş alanlarında kaybettik. Ama hiç pes etmedik.
Artık yokuz; ama gidenler ardında bir iz bırakır. Biz o izi bıraktık.
Gözlerinizi kapatın ve bizi duyun; bir gün elbet, bizi anlamaya çalışanlar olacaktır.
Ve o gün, belki o zaman gerçekten yaşarız.”
— Tavkul Şuruk, son İmparator, 1802
---
Ve tarihçiler, bu yazıyı okudukça, geçmişin tozlu gölgeleri içinde yankılanan bir ses duydu; bir hanlığın son nefesi, umutla, acıyla ve kahkahayla dolu.
Bir hanlık belki bitti. Ama hikayesi, insanın yüreğinde yaşamaya devam etti.
---
Teşekkür
Okuyan herkese teşekkür ederim. Bu yolculukta yanımda olan, destek veren, beğenen herkesin katkısı büyük. Hikayenin bazı yerlerinde tutarsızlıklar, hatalar olabilir, affınıza sığınıyorum.
Bu eserde yazım sürecinde bana destek olan yapay zeka modeli ChatGPT (OpenAI tarafından geliştirilen) sadece bir yardımcıydı; asıl yaratıcısı ve yazar Kadir Tuna Çelik’tir.
Okuduğunuz için tekrar teşekkürler. Umarım siz de bu hikayede biraz eğlenmiş, biraz hüzünlenmişsinizdir.