1. Bölüm

Sağlam apartman

23 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
**Roman Adı: "Sağlam Apartman"**

**Bölüm 1: Şerefli Müteahhit Hüseyin Bey**

Burdur’un sessiz semtlerinden birinde, zamanın unuttuğu bir köşede, “Sağlamlar” adlı apartman dikiliydi. On katlı, gri tonlarda, dış cephesi zamanın pençesinden kurtulamamış bir yapıydı. Ama adı “Sağlamlar”dı. Herkes bilirdi: apartmanın adı sağlamdı, ama o kadar.

Bu apartmanı inşa eden, Şerefli Müteahhit Hüseyin Bey’di. Şehrin bir zamanlar en köklü isimlerinden biriydi. Adını her duyan, “Ah, Hüseyin Bey mi? O işin ehli” derdi. Ama zamanla bazı şeyler değişmişti. Hüseyin Bey’in “şeref”i, yıllar içinde inşaat demirinden betonuna kadar her şeyde biraz eksilmişti. O, “Kesinlikle çalmam” derdi. Gerçekten de çalmaz mıydı? Kim bilirdi?

Ama bir gerçek vardı: Hüseyin Bey’in inşa ettiği binalar, zamanla çürümeye yüz tutmuştu. Oysa yıllar önce, her demiri eksiksiz, her betonu sağlam dökülmüş gibi görünüyordu. İnsanlar güveniyordu. Çünkü Hüseyin Bey, “Ben şerefliyim” derdi. Ama bu söz, artık kimseyi kandırmıyordu.

Hüseyin Bey, gençliğinde bir hayal ile başlamıştı işe. Babasının çıraklık yaptığı bir demirhanede büyüyen Hüseyin, “Bir gün ben de bina inşa edeceğim” diye yemin etmişti. İlk yıllarında her demiri sayar, her çiviyi kendi eliyle çakar, her proje çizimini kendi gözleriyle onaylardı. Ama zaman geçtikçe işler büyüdü, şirketler büyüdü, ilişkiler arttı, vicdanlar sessizleşti.

“Şeref” artık bir marka olmuştu. İnsanlar onun adını duyunca güveniyorlardı. Ama o, artık binaların içine değil, banka hesaplarına bakıyordu. İnşaatlar yapıldı, ruhsatlar alındı, imzalar atıldı. Ama kimse bilmiyordu ki, her demirin kalitesi düşmüş, her betonun oranı bozulmuştu. Hüseyin Bey, artık “şeref”i sadece dudaklarında taşıyordu.

**Bölüm 2: Sağlamlar Apartmanı Sakinleri**

Sağlamlar Apartmanı’nda on kişi yaşıyordu. Her biri farklı bir hikâyeydi.

Hasan Bey, emekli bir öğretmendi. Her sabah kahvesini içer, gazetesini okur, çocuklara örnek olmaya çalışırdı. Eşi vefat ettikten sonra tek başına yaşamaya başlamıştı. Her sabah balkona çıkar, apartmanın önündeki küçük çam ağacına bakar, geçmişe dalar, zamanın akışına izin verirdi.

Ercan Bey ise bir esnaydı. Küçük bir kırtasiye işletir, çocuklarının geleceği için gece gündüz çalışırdı. Oğlunu mühendis yapmak istiyordu. Kızını doktor. Her kuruşunu hesap eder, her harcamasını düşünürdü. Ama zaman zaman, “Bu bina gerçekten sağlam mı?” diye düşünürdü. Ama sonra, “Hayır, Hüseyin Bey yaptı. Şerefli biridir,” derdi kendi kendine.

Orhan Bey, genç bir mühendis adayıydı. Hayalleri vardı, ama maaşı yetmezdi. Sabahları işe giderken, gece geç saatlere kadar ders çalışırdı. Hayalleri vardı. Bir gün kendi projesini çizmek, kendi binasını inşa etmek istiyordu. Ama şu anki binası, onun güvenini tam olarak kazanamamıştı.

Serap Hanım, bir hemşireydi. Gece gündüz çalışır, evde tek başına kalmasın diye kediler beslemeye başlamıştı. Her kedisi bir isim taşırdı. “Kutay”, “Zeynep”, “Cemil”... Onlar onun ailesiydi. Gece vardiyasından dönerken, her sabah onları okşar, onlarla konuşurdu. Ama bazen, duvarlardan gelen inilti seslerini duyar gibi olurdu. “Belki duymuyorum,” derdi. “Belki de bu bina gerçekten yaşlanmış.”

Yüksel Hanım ise emekli bir hemşireydi. Komşularını ziyaret eder, herkese çorba ikram ederdi. Eski hastaları bile onu ziyarete gelirdi. “Senin gibi insanlar az kaldı,” derlerdi. O, gülümseyip, “Ben sadece iyilik yapmaya çalışıyorum,” derdi. Ama bir gece, bina sallandığında, ilk düşünen kişi o olmuştu: “Bu bina gerçekten dayanır mı?”

Sakine Teyze, apartmanın yaşlısıydı. Herkese “oğlum” der, herkese dua ederdi. Gözleri görmüyordu artık. Ama yüreği her şeyi hissediyordu. “Bu bina, bir gün çöker,” derdi bazen. Ama kimse ciddiye almazdı. “Yaşlı konuşuyor,” derlerdi. Ama o, bilirdi. Duvarlardan gelen sesleri duyuyordu. “Yakında bir şey olacak,” diye dua ederdi her gece.

Zeynep ise genç bir kızdı. Üniversiteye hazırlanıyordu. Hayalleri vardı. Ama bir gece, her şey değişti.

**Bölüm 3: Deprem Gecesi**

Bir gece, sessizlik içinde uyuyan şehri, karanlık bir çığlıkla sarsıverdi. Deprem, şiddetliydi. Sağlamlar Apartmanı, birkaç saniyede yerle bir oldu. Herkes yatağında uyurken, hayatları sona erdi.

Zeynep, enkazın altında kalmıştı. Ufak bir boşlukta nefes alıyordu. Günler geçti. Su kalmamıştı. Telefonu çalışmıyordu. Bağırmaya çalışmıştı, ama sesi çıkmıyordu. Günlerce bekledi. Kimse gelmedi.

Bir gün, bir ses duydu: “Şeyhimizin oğlu Abdullah Bey’i kurtardık. Burada kimse kalmamış.”

Zeynep, içi boşalmış gibi hissetti. Artık kimse yoktu. Hepsi gitmişti.

**Bölüm 4: Suçlular ve Unutkanlık**

Deprem sonrası incelemeler başladı. Hüseyin Bey’in bina raporları, onun ihmalini gözler önüne serdi. Ama o, mahkemede “Ben hiçbir şey eksik yapmadım” dedi. Raporlar yalanladı onu. Ama yine de serbest kaldı. Çünkü ilişkileri vardı. Çünkü kimse gerçekleri konuşmak istemiyordu.

Basında birkaç haber çıktı. Birkaç röportaj yapıldı. Ama birkaç gün sonra her şey unutuldu. İnsanlar başka şeyler konuşmaya başladı. Kimse hazırlık yapmadı. Kimse düşünmedi. Kimse unutulmuştu.

Ama bir gün, başka bir deprem gelecekti. O zaman kimse kimseyi suçlamaya fırsat bulamayacaktı.

**Bölüm 5: Artık Kimse Yoktu**

Zeynep’in cesedi, enkazdan çıkarıldı. Yanında bir not defteri vardı. Üzerinde yazıyordu:
*“Bir gün herkes unutacak. Ama biz buradaydık. Biz yaşadık.”*

Ve gerçekten öyle olmuştu. Hepsi unutuldu. Ama onların hikayesi, bu romanda yaşıyordu.

---

**Zeynep’in Sayfaları (Not Defterinden Parçalar)**

**Sayfa 1:**
Bugün sınavım vardı. Uyanamadım. Annem sabah kahvesini getirdi. Gülümsedi. “Başaracaksın,” dedi.
Ama şimdi buradayım.
Karanlıkta.
Sessizlikte.
Sesim çıkmıyor.
Kimse gelmiyor.
Neden kimse gelmiyor?

**Sayfa 2:**
Bir zamanlar burada yaşadığımızı kimse bilmiyor.
Hasan Bey’in çayı vardı.
Ercan Bey’in kırtasiyesi vardı.
Orhan Bey’in hayalleri vardı.
Serap Hanım’ın kedileri vardı.
Yüksel Hanım’ın çorbası vardı.
Sakine Teyze’nin duaları vardı.
Benim de bir hayatımdı.
Ama kimse anlatmayacak.
Kimse hatırlamayacak.
Ama ben yazdım.
Ben buradaydım.

**Sayfa 3:**
Bir gün bu kâğıtlar birine ulaşır.
Belki bir çocuğun eline geçer.
Belki bir öğretmenin.
Belki bir mühendisin.
Ve o kişi,
“Bu apartmanda insanlar yaşamış,”
diyecek.
Ve o kişi,
“Bu bina sağlam değildi,”
diyecek.
Ve o kişi,
“Bu hikâye unutulmamalı,”
diyecek.
Ve o kişi,
Belki ağlayacak.
Belki hüzünlenecek.
Ama en azından,
Beni duymuş olacak.

---

**Yazar:** Kadir Tuna Çelik
Yaş: 15
İstanbul, Türkiye
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar