Bu kitap bana “zamana direnen duygular”ı hatırlattı. Kırk bir yıl… Düşünüyorum, bir insan kırk bir yıl boyunca bir başka insanı, bir sözü, bir anıyı, hatta belki bir ihaneti unutmadan yaşar mı? General yaşamış. Ve o bekleyişin, o sessizliğin, o gururun altında ne kadar büyük bir yalnızlık yattığını okudukça hissettim. İki eski dostun kırk bir yıl sonra karşılaşması… ama aslında bu, iki kalbin birbirine söyleyemediği her şeyin hikayesi. Henrik’in içinde taşıdığı o sitemi, o gururu, o kırgınlığı hissettim. Bazen konuş artık dedim, bazen susmak belki de daha doğru diye düşündüm. Bazı ilişkiler bitmez, sadece sessizce tükenir sanırım.. “İnsan önemli soruları sonunda daima bütün hayatıyla cevaplar.” Bu cümleyi unutmam sanırım. Çünkü bazen kelimelerle değil, hayatımızla veriyoruz cevabı.
İşin Aslı , Judit ve Sonrası ‘ aşkı, evliliği ve toplumsal sınıf farklarını, aynı olayın üç farklı bakış açısından anlatan çarpıcı bir roman. Her bölümde bir başka karakterin gözünden, görünüşte sıradan ama derinlikli bir hikâyenin iç yüzü ortaya konuyor.
İlk bölümde, Ilona’nın perspektifinden dışarıdan kusursuz görünen bir evliliğin içindeki sessiz çatışmalar ve duygusal eksiklikler işleniyor. Okur, ev içindeki görünmeyen çatlakları, Ilona’nın iç sesiyle keşfediyor.
İkinci bölümde, Peter aracılığıyla burjuva hayatının tekdüzeliği ve bireysel sıkışmışlık duygusu aktarılıyor. Peter, kimlik arayışı, özgürlük ihtiyacı ve toplumsal roller üzerine sorgulamalarla romanın felsefi katmanını temsil ediyor.
Son bölümdeyse Judit’in dünyasına adım atıyoruz. Yoksulluktan zenginliğe geçişin yarattığı içsel boşluk, geçmişle hesaplaşma ve toplumsal beklentilerle mücadele temaları öne çıkıyor. Savaşın ruhunda açtığı yaralarla, Judit hem kendini hem de hayata olan inancını yeniden tanımlamaya çalışıyor.
Roman, kadın ya da erkek fark etmeksizin okura, karakterlerden birinde kendini bulma fırsatı sunuyor.