Gözün görüyor, elin tutuyor, nefes alıp verebiliyorsan hayat güzeldir. Hastalık hariç. Onu dahi hoş tutanlar var. Bu da bir mertebedir. “Kahrın da hoş, lütfun da hoş” diyenlerin mertebesi. Yüksek makam.
İnsan kendini beğenmez ise götürüp denize atar denilmiş. Yani dünyadan vazgeçmek o kadar kolay değil. Evet, bir an için “her şey boş” denebilir. Lakin o bir “an” içindir. Ya sonra? Sonrası şu: Herkes tuttuğu işin, beslediği hayalin, arzunun kulpuna yapışır. Hayat güzeldir.
duyulan, bir yüreğin bahar ezgileridir kar suyunda eriyor gecenin gülüşleri hayal neden kaçıyor güneşin gözlerinden belki de bir doğuşun başlangıcıdır zaman uzatıp kollarını dağların sînesine koparır en zehirli kalbin dikenlerini şimdi ne çöl kalmıştır içimizde, ne serap ıtır kokmalı artık bu tepede ıstırap
Fantastik, gizem ve aksiyon türlerinde yazılmış olsa da bu kitap, iyi bir dystopia türüne de örnek olabilir belki. Dünya üzerindeki insan nüfusunun neredeyse yarısını oluşturan bir cinsiyetin yok oluşu kurgulanmış. Böyle bir durumda zaten insanlığın sonu gelebilirdi. Kitabın konusu da bu nedenle çok ilginç duruyor. Ben de kurgusu için yedi yüz küsür sayfayı göz ardı edip vize haftasında okumaya başladım. Ancak okuduğum diğer Stephen King kitaplarından farklıydı. Belki de oğlu Owen King ile birlikte yazmış olmaları orijinal tarzını bu kadar çok etkilemiştir.
Kitap oldukça sakin başlıyor. Tek mekanda geçiyor yarısından fazlası. Hatta "Oyun'daki" kadın, kurtulmak adına yüz küsür sayfa boyunca bir anahtarı almaya çalışıyor. Fakat bu kitabı sıkıcı veya durağan yapmıyor. Yazar size, karakterin geçmişine dönük anılar veya karakterin iç dünyasına ait düşüncelerini aktarıyor. Bu bakımdan birçok ayrıntıyı yavaş yavaş bir araya getiriyorsunuz. Bu da kurguya ayrı bir eğlence katıyordu bence.