Instagram'a atmalık bir fotoğraf çektirsinler. Sizin gibi ezik değiliz, bakın ne güzel tadını çıkarıyoruz yaşamanın. "Çık, katıl!" diye dayattıkları hayatın ta kendisi.
Şiirin imkânları aynı zamanda onun zorunluluklarıdır da. İmkân, çünkü insanoğluna zenginlik kazandırıyor her gerçek şey. Zorunluluk, çünkü şiirde bu zenginliği bulmadığımız zaman damağımıza kötü bir tat dokunmuş olur, yoksullaşırız.
Hayat planlarımızda en sık, hatta neredeyse zorunlu olarak dikkate almadığımız ve hiç hesaba katmadığımız şey, zamanın bizzat bizde meydana getirdiği değişimlerdir.
Yani bizi asıl hedefimize yaklaştırdığı umuduyla her an koşullar dairesinde karar vermek zorunda kalırız. Böylece mevcut koşullar ve asıl niyetlerimiz, ayrı yönlere doğru çekilen iki farklı kuvvetle karşılaştırılabilir ve buradan ortaya çıkan diyagonal, bizim hayatımızdır.
Sonuç olarak aptallıkların en büyüğü, sağlığını feda etmektir, her ne için olursa olsun: İş için, eğitim için, şöhret için, terfi için, şehvet ve anlık zevkler için. Tersine: Ne var ne yoksa, her zaman sağlığın ardından gelmelidir.
--Rahatlık ve güvenlik, yaşlılığın asıl ihtiyaçlarıdır: Yaşlılıkta bu yüzden her şeyden önce para sevilir-- eksilen güçlerin yerine. Yanı sıra aşkın zevklerinin yerine yemek yemenin zevkleri geçer. Görme, seyahat etme ve öğrenme ihtiyacının yerini öğretme ve konuşma ihtiyacı alır. Fakat çalışma, müzik, hatta tiyatro sevgisini koruması yaşlı insan için bir mutluluktur.
Hayatın ilk yarısını, ikincisinin yanında pek çok avantaja sahip olsa da, talihsiz kılan şey, hayatta muhakkak karşılaşacağı varsayımından hareketle mutluluk arayışına çıkmaktır. Durmaksızın kırılan umudun ve memnuniyetsizliğin kaynağı budur.
Demek oluyor ki soyutlayabilmeliyiz, her meseleyi ona ait olan zamanda düşünmeli,yerine getirmeli, tadını çıkarmalı, ona katlanmalı, diğer her şeyle ilgili olarak endişelenmeyi bir kenara bırakmalıyız - adeta düşüncelerimizin çekmeceleri olmalıdır ki birini açtığımızda diğerlerini kapayalım.
o halde mutluluğumuzun sahnesi, mevcut andır. Bununla birlikte bu mevcut an, her an geçmişe dönüşür ve o zaman da sanki hiç olmamış gibi önemsizleşir. Peki ama mutluluğumuzun yeri neresidir?
Kesin olmayan ya da belirsiz sıkıntıların bütün hayatımızın huzurunu kaçırmaması için bunları ya hiç olmayacakmış ya da kesinlikle şimdi olmayacakmış gibi görmeye kendimizi alıştırmamız gerekir.
Şu halde diğer her şeyin yerini alabilecek ama başka hiçbir şeyin onun yerini alamayacağı bir servetse, o zaman bu serveti edinmeyi başka her şeyin üzerinde tutmamız gerekir.
Oysa insan neşeliyse genç, yaşlı, fakir, zengin olup olmadığının önemi yoktur: Mutludur. -Bu nedenle, ne zaman olursa olsun, neşeye kapı açmalıyız. Zira neşe asla uygunsuz bir zamanda gelmez.
Zira gerçekte insanın kendi güçlerini kullanmasından ve hissetmesinden başka hiçbir zevk yoktur ve en büyük acı, insanın güce ihtiyaç duyduğunda yokluğunu hissetmedim.
Bu nedenle insan kendininkine değil sadece başkasının karakterine uygun olan, aslında kendini mutsuz hissedeceği, muhtemelen tahammül bile edemeyeceği konum ve koşullara kıskançlık duyacaktır.
Sonra deneyim gelir ve mutlulukla zevkin bize uzaklarda bir illüzyon gösteren salt kuruntu, ıstırabın ve acınınsa gerçek olduğunu, illüzyona ve beklentiye ihtiyaç duymadan kendini duyurduğunu öğretir.
... dünyaya mutluluk ve zevk beklentisiyle dolu olarak adım atarız ve kader bizi hoyrat bir şekilde yakalayıp hiçbir şeyin bizim olmadığını, her şeyin ona ait olduğunu gösterene kadar bunu gerçekleştirmeye yönelik o aptalca umudu koruruz; nitekim kader yalnızca sahip olduğumuz ve edindiğimiz bütün her şey üzerinde değil, aynı zamanda kolumuz ve bacağımız, gözümüz ve kulağımız, hatta yüzümüzün ortasındaki burnumuz üzerinde bile tartışmasız bir hakka sahiptir.
Bakkallar kapanır kapanmaz çocuklar acıkır Çünkü kar sesinden gürdür sesi kepengin Gazeteye sarılan ekmekler ağlar Hiç açılmaz bir de memurun şemsiyesi Her gece bir kedi cinnet getirir Devirdiği bir tek kiremitten biliriz bunu da ...
Her şey, hepsi ölümdür. Her şey ondan gelir ve oraya döner.. Biz, bütün bu gördüğün şeyler -eliyle etrafı gösterirken, ayağıyla otları eziyordu- her şey, hepimiz, büyük ve muazzam bir kadavranın üzerinde gezinen kurtlarız... Anlıyor musun? Kadavra kurtları...
Muvaffak mı, dedi, nerede, ne vakit? Nasıl? Hangi muvaffakiyet? Sırtında bit gibi yaşadığın devin müsamahasından bir an dışarı çıkabildin mi? Hayat mütemadiyen ölümün zaferini teganni ediyor. Sen küçücük başını sallayıp geçmeye çalışıyorsun!
Toprak, üzerinde emeklediğimiz, gezdiğimiz, oturup kalktığımız, hayat dediğimiz gülünç ve muzdarip oyunu oynadığımız ve sonra bir gün tekrar kucağına döndüğümüz katı anayı, bana bu zelzele geceleri öğretti.
ve insanlar kendi hakiki yüzlerini alsınlar, şehir bütün bu hayaletlerden kurtulsun ve çeşmenin sesi, gündüzün kalabalığında sadece bir çeşme sesi olmaya razı olsun.
Hakikatte bütün bu zavallılar için güneşten beklenebilecek ne vardır? Hangimiz arkamızda bu zalim gözün aynı çiğ parıltı ile aydınlattığı günlerin birbirine benzeyen sıkıcı yükünü hatırlamayız?
.. birkaç kavak ağacının üstünde güzel bir ay solgun ve dost yüzüyle asılmış, dünyamıza eski sükûnetini vermeye, bizi hiçbir şeyin değişmediğine inandırmaya çalışıyordu.
O günden sonra artık bir an bile yalnız değildim; soframda, yatağımda, çalışma masamda bir misafir, dişleri hiddet ve kinden kısık, gözlerinde boşa gitmiş bir ömrün bütün bıkkınlığı toplanan bir zavallı vardı ve bana pişmanlığın şuuruyla kısılmış sesi durmadan fısıldıyordu: " Ömrünü, ömrünü ne yaptın?"
Hiçbir şey düşünmedim, hiç kimseyi görmedim, sadece vagonların üstüne ve pencerelerin camlarına değdikçe yağmurun çıkardığı sesi dinledim.Bir tabutta uyananlar, yeraltının mutlak sessizliğinde kendi nabızlarını ancak böyle dinlerler.
Böyle zamanlarda hayat sanki bütün çeşmelerini kapatır, yalnız bir tanesi, azap ve üzüntünün kaynağı kalır ve ben onun bulanık aynasında bütün ömrün en kötü muhasebesini yapa yapa kendimi seyrederim.
Ve ben kamaştırıcı bir aydınlık içinde boğuluyor gibiydim. Bu hâli ancak, bazı uykularda çok sevdikleri insanların gözlerine bakarken uyananlar anlayabilirler.
ve içime sonuna kadar, böyle tek başıma, bir başkasının gördüğü bir rüya olarak kalmanın korkusu çökmeye başladı. Oh, ne mesutsunuz bilseniz. Geniş dünyada, kendi hayatını yaşamak, günlerin çıkrığını kendi ruhunun ilhamlarıyla çevirmek...