İnsanlar öldüğünde havalanan minik kuş, yaşarken bedenlerinin neresindedir acaba? Kaşlarının çatında mı, kafasının üstünde mi yoksa kalbinde bir yerlerde mi?
Shakespeare cömert ve alçakgönüllü bir şekilde, özellikle tehlikeli bir rakip olarak gördüğü Southampton'un koruduğu şairi 'yetenekli' ve 'daha iyi bir ruh', 'daha değerli bir kalem' ve 'değersiz bir sandal' olan kendisiyle karşılaştırınca 'uzun yapılı ve gururlu bir gemi' olarak tanımlamıştır.
Ne yaldızlı hükümdar anıtları, ne mermer Ömür süremez benim güçlü şiirim kadar, Seni pasaklı Zaman pis bir mezara gömer. Ama satırlarımda güzelliğin ışıldar Savaşlar tepetaklak devirir heykelleri Çökertir boğuşanlar yapı demez sur demez, Ama Mars'ın kılıcı, cengin ateş selleri Şiirimde yaşayan anını yok edemez. Ölüme ve her şeyi unutturan düşmana Karşı koyacaksın sen; yeryüzünü mahşere Yaklaştıran çağların gözünde bile sana Bir yer var övgüm seni çıkarttıkça göklere Dirilip kalkıncaya kadar mahşer gününde Yaşarsın şiirimde sevenlerin gönlünde
'Madem aşk soneleri yazıyorum, eğer birisi sevgimi yazma tarzımla ölçmeye kalkarsa benim âşık olduğumu söylesin... Sırası gelmişken şunu da belirtmeliyim: Bir adam aşk hakkında yazabilir; ama âşık olmayabilir. Bu, çiftçi olup da saban sürmeye gitmemek, cadı olup büyü yapmamak, kutsal olup dinsiz olmak gibi bir şeydir.'
Saf, lekesiz gençliğinde seni mükemmel hedef yaptı, Ama sen genç erkekleri tehlikeye atan tuzaklardan kaçtın, Çünkü kimse kışkırtmadı, sen şeytana uymadın!
Açlık sanatçısı, Aşağıdakiler ve Şarkıcının isyanı
Sanatçıların aç kalışı ya da intiharı, haber değeri taşıyor ya biz de somut, basit ve nesne olanı konuşabiliyoruz şimdi tok sesle. Bu kötülüğü, bizden başkası yapamazdı bize.
Güneş kapımda bekleyedursun, yakasında adını unuttuğum bir mavi sızının tutup ayaklarımı toprağa batırdığı bir hükümsüz gecenin kavgasını ne kadar derinden hissetmişiz ki müntehaya ulaşmak avuçlarımı eritiyor.
İyi bir dinleyici, ergen bir çocuğun nelerle mutlu olduğu konusunda dinleyerek çok şey öğrenebilir. İletişimi kapatmanın en kolay yolu, bir ergenin hatalarını düzeltirken kapsamlı genellemeler yapıp, "Sen hep... yapıyorsun" ya da "Hiç... yapmıyorsun" şeklinde cümlelerle onu suçlamaktır. Hata düzeltmek yerine konuşmayı, diyaloğa geçmeyi deneyin, en önemsiz geyik muhabbetlerini ya da yakınmaları dikkatle dinleyin. Çocuğunuza bir eleştiride bulunurken, mesela "Saçların berbat görünüyor," demek yerine, "Bence o gördüğümüz tarzda saç sana çok yakışır," demeye veya "Rezil gibi giyinme," demek yerine, "Mülakata resmî bir kıyafetle gidersen iyi bir izlenim bırakırsın," gibi ifadeler kullanmaya gayret edin.
Kimsenin çocuğunuza olumsuz bir etiket yapıştırmasına izin vermeyin, kendiniz de bunu yapmayın ve elbette çocuğunuza "çekingen" denmesine müsaade etmeyin.
Çocuğa kendiniz konuşmadığınız bir yabancı dili öğretemezsiniz. Benzer şekilde evde kendinizde de her gün uygulamıyorsanız çocuğunuza arkadaşlığın dilini de öğretemezsiniz.
Salt toplumsal ortamlarda deneyim eksikliği de çekingenliğe katkıda bulunur. Sosyal deneyim seçeneklerini sınırlayan, uzak bölgelerde yaşamak veya imkânları kısıtlı ortamlarda yetişmek, toplumda acemiliğe ve bilinmezlik korkusuna neden olur.
Çekingenlik, insanı sosyal olarak başkalarınca nasıl değerlendirildiği üzerine aşırı kaygılı olmaya meylettiren zihinsel bir tutumdur. Kişinin reddedildiğine dair ipuçlarına karşı aşırı hassastık göstermesine neden olur. ..... Kişi, dikkati kendi üzerine çekebilecek davranışlardan uzak durarak "göze batmamaya" çalışır.
Modern dünyada benlik ile imaj, kalabalığın ortasında saklambaç oynuyorlar dense yeridir, hiçbirinin de 'sayım suyum yok' deme hakkı kalmadı. Kendimiz değiliz, kendimizde değiliz artık.
Namık Kemal, "Dün hak bildiğimiz şeye bugün batıl deniliyor, bugün hata dediğimiz şey yarın savap oluyor." ("Hukuk", İbret, 19 Haziran 1872) dediğinde ufku ne kadar aydınlıkmış, anladım.
Kimi insanlar üzerinde yansız bir yargıda bulunabilmek için, her şeyden önce önyargılarımızdan ve bizi çevreleyen insanlara ve nesnelere karşı edindiğimiz gündelik alışkanlıklarımızdan kurtulmamız gerek.
Ey kadın, kalemin yoksa yazmaya dilin de olmasın konuşmaya!
Günlük yaşamda karşılaştığımız pek çok kişi, şans eseri dinleme olanağı bulabildiğimiz hikâyeler gibidir, bırakınız tanımayı, onlarla ikinci kez buluşamadan gündemimizden çıkıveriyorlar.
upuzun bir yılan gibi çevreliyor dünyayı kelimeler mezarlıklara başımızı sokmuş, ölü yiyoruz hâlbuki biz birbirimizi severdik hatırla sana bir şey olsa, günlerimin beti benzi atardı bir bardak dua getirirdin sen de bu soğuk iman girmeden göğsümüze
çelik yeleği delindi hainin, akan kan mı sandın fareler aktı yere bir kurşun alnından geçti şehidin "Peygamberin eli ne serinmiş" dedi o an şehidin ne sandın
yumruğuna bak, orada sımsıkı bir bomba var kime doğru savursan yırtar sen, cesaretin de resmi olsun diye yaratıldın ne sandın
kuşlar! gökyüzü size tokat atsa ne yapardınız başınızı kaldırmanız yasaklansa. kanatlarınız rüzgârın karısı değildir artık hangi avcı sana "sen"den daha fazla zarar verebilir bense kuş olduğuna inandırılmış bir kuş resmiyim tanrım ölüyken bu kadar kanatla ne yapacağım
71- De ki: "Allah'ı bırakıp da, bize ne fayda veren ne de bize zararı dokunan şeylere mi tapalım? Ve Allah bizi hidâyete erdirdikten sonra, ökçelerimiz üzerinde geriye (küfre) mi döndürülelim? O kimse gibi ki, 'Bize gel!' diye kendisini hidâyete da'vet eden arkadaşları varken, şeytanlar onu yeryüzünde şaşkın bir hâle düşürmüştür." De ki: "Şübhesiz Allah'ın hidâyeti, hidâyetin ta kendisidir. Ve bize, âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredildi."