Ebru Asya

@ebruasya
Üye
calendar_month Ağustos 2024 tarihinde katıldı
OKUMALARIM
Tümü
Ebru Asya , bir kitabı okuyacak.
@ebruasya
4g
Poetika Akademisi 1
Hayrettin Taylan - ÇIRA YAYINLARI - 19.11.2025
164
@ebruasya
İnceleme
5g
Öykü İnceleme / Şeker Kutusu



Rıfat Ilgaz’ın “Şeker Kutusu” adlı hikâyesi, gündelik yaşamın sıradan bir ayrıntısından hareketle dönemin toplumsal yapısını eleştiren anlatıdır. Görünürde bayram ziyaretleri ve hediyeleşme etrafında şekillenen olay örgüsü, aslında sınıfsal farklılıkları, toplumsal değerlerdeki çelişkileri ve insan ilişkilerindeki samimiyet kaybını açığa çıkarır. Hikâyenin merkezinde yer alan şeker kutusu, orijinal niteliğinin ötesinde statü, çıkar ilişkisi ve insani zaafların simgesine dönüşür.

Ilgaz’ın yalın dili ve gündelik konuşma doğallığı taşıyan diyalogları, metne güçlü bir ironi kazandırır. “Şeker Kutusu” yüzeyde bir bayram öyküsü izlenimi verse de Türk öykücülüğünde nesne merkezli anlatımıyla birey-toplum ilişkilerindeki yapaylığı sorgulayan hiciv örneklerinden biridir.

Bu simgesel anlatım, hikâyenin olay örgüsünde belirgin bir döngüsellik üzerinden derinleşir. Başlangıçta Ali Yılmaz’ın özel olarak bir şeker kutusu yaptırmasıyla başlayan olaylar elden ele taşınan kutunun sonunda yeniden Ali’ye dönmesiyle tamamlanır. Bu döngüde içtenlikten yoksun ilişkilerde yapılan jestler, bir anlam üretmek yerine kendi ekseni etrafında dönen boş eylemlere dönüşür. Bayram gibi paylaşımın ve dayanışmanın sembolü olan bir zamanda bile insanlar birbirine samimiyetle değil, statü kaygısıyla yaklaşır.

Ali Yılmaz’ın tutumu, bireysel duygular ile toplumsal roller arasındaki gerilimi görünür kılar. Nişanlısı Sevgi’ye götürmek üzere özenle seçtiği “üzeri çiçekli, içi dışı kadifeli, iç kapağının ortası aynalı, pırıl pırıl selefonlu,” kutu, Ali’nin duygusal ilgisini gösterişli bir nesne üzerinden ifade ettiğini açıkça ortaya koyar. Yani kutu hem duygunun dışavurumu hem de bu duyguyu estetik bir ambalajla sunma arzusudur.

Kutunun parlak, aynalı kapağı, duygusal bir armağanın içtenliğinden çok dış görünüşe verilen önemi temsil eder. Ali’nin “İki kat kâğıda sarın kutuyu, şıklığı dışarıdan belli olmasın” sözü, metinde doğrudan sıkılganlığının ifadesi olarak verilse de bu davranış toplumun erkekten beklediği ölçülülük ve duygunun kamusal alanda gizlenmesi anlamını da taşır. Ali Yılmaz’ın birkaç kez alkol alması, cesaret arayan biri olarak sıkıntılarını bastırma çabasını, özgüven eksikliğini ve sosyal ortamlara adapte olma tarzını yansıtır.

Ilgaz, bireyin iç dünyasıyla toplumun görünürlük baskısı arasındaki çatışmayı sade bir ayrıntı üzerinden aktarır. Tam da bu noktada öykü, nesnelerin gündelik hayattaki simgesel anlamlarını inceleyen modern düşünürlerle ortak bir kavramsal zeminde okunabilir.

Roland Barthes’ın “Mitolojiler” adlı eserinde belirttiği gibi, gündelik nesneler zamanla işlevsel anlamlarını yitirerek ideolojik birer mit’e dönüşür. Şeker kutusu da tıpkı Barthes’ın tanımladığı biçimde, yalnızca bir armağan olmaktan çıkarak toplumsal statüyü temsil eden bir göstergeye bürünür. Bu bağlamda Ilgaz, bireyin duygusal eylemini dahi toplumsal kodların belirlediği bir “mit” düzlemine taşır.

Jean Baudrillard ise modern toplumda nesnelerin artık kullanım değerlerinden çok “gösterge değerleriyle” işlev kazandığını vurgular. Ali Yılmaz’ın kutuyu seçerken gösterdiği estetik özen, bu gösterge ekonomisinin edebi bir örneğidir. Şeker kutusu, bir sevgi ifadesinden çok, görünürlük ve beğeni nesnesine dönüşür. Dolayısıyla Ilgaz’ın hikâyesinde armağan verme eylemi, samimi bir paylaşım değil, statüsel bir jesttir.

Bu dönüşümün toplumsal ve insani yönünü Georg Lukacs’ın “şeyleşme” (reification) kavramı açıklar. Lukacs’a göre modern toplumda insan ilişkileri ekonomik ve toplumsal baskılar altında nesneleşir. Öyküde kutunun elden ele dolaşması, bu yabancılaşmış ilişkilerin somut bir yansımasıdır. Her karakter nesneye kendi çıkarı doğrultusunda yaklaşır.

Ali Yılmaz, sosyal prestij kazanmak için kutuyu kullanırken nişanlısı Sevgi, bu anlamda ekonomik yaklaşım sergiler. Melahat, müfettişten terfi almak, Şenol, futbolda profesyonel kadroya geçmek, belediye meclis üyesinin kızı Sevim ise nişanlı olduğunu bilmesine rağmen romantik duygular beslediği Ali’ye kültürel bir gelenek olan bayram gününde kutuyu ulaştırır. Bu döngüsel dolaşımda her karakter, kendi toplumsal konumuna göre davranır; böylece öykü, toplumsal hiyerarşiyi ve ilişkilerdeki sahte dengeyi görünür kılar.

Olay örgüsü gündelik yaşamın akışı içinde, sıradan mekânlarda gelişir. Çiçekçi, şekerci, meyhane ve ev gibi mekânlar, karakterlerin toplumsal yaşantılarını görünür kılan sahnelerdir. Bu alanlar, gündelik hayatın sıradanlığı içinde insan ilişkilerinin yüzeydeki yapaylıklarını ve derindeki yalnızlıklarını yansıtır. Bayram gününün seçilmesi, paylaşma ve mutluluk duygularının en çok dışa vurulduğu bir zamanı işaret eder; ancak bu sevinç atmosferi, karakterlerin içsel boşluğunu görünür kılarak ironik bir karşıtlık oluşturur.

Yazar, öyküsünde üçüncü tekil kişi anlatıcıyı kullanır. Olaylara dışarıdan gözlemci bir bakışla yaklaşırken, zaman zaman karakterlerin iç dünyalarına da yer vererek anlatıya derinlik kazandırır. Diyaloglarda gündelik konuşma doğallığı korunmuş; karakterlerin sosyoekonomik durumları kullandıkları sözcüklerle sezdirilmiştir. Dildeki yalınlık ve doğallık, öykünün gerçekçi atmosferini güçlendirir. Betimlemeler ölçülüdür; anlatım, olayın akışını kesmeden karakterlerin ruhsal durumlarını sezdirir. Öykünün son sahnesinde kutunun iç kapağındaki aynaya özellikle yer verilmesi bireyin kendisiyle yüzleşmekten kaçınma anını temsil eder. Bu yönüyle Şeker Kutusu, Türk öykücülüğündeki toplumsal gerçekçi çizginin sade ve etkili bir örneğidir.



Ebru Asya
Şeker Kutusu
Rıfat Ilgaz - Çınar Yayınları - 2022
210
Ebru Asya , bir kitabı okudu.
@ebruasya
5g
Şeker Kutusu
Rıfat Ilgaz - Çınar Yayınları - 2022
132
@ebruasya
Alıntı
4a
hayat
kaybetmek de güzeldi seni
hâlâ orada bir yerlerdesin
ya hiç düşmeseydin içime?
112'in 76. sayfasında
Ruhun Bütün Baykuşları
Adem Tok - BİLA YAYINCILIK - 23.07.2025
1.368
@ebruasya
İnceleme
4a
Ruhun Bütün Baykuşları, Şair Adem Tok’un yazmış olduğu siyasi ağırlıklı bir şiir kitabıdır. Haziran 2025’te Bila Yayıncılık etiketiyle okurla buluşmuştur. Kapak görseli ve kitabın tasarımı, içerdiği şiirlerin imgesel ve metaforik derinliğiyle uyumlu biçimde, dikkat çekici bir estetik anlayışı yansıtır.



Yüz on iki sayfadan oluşan eserde toplam seksen iki şiir yer almakta, şairin kısa bir biyografisine de eserin başında yer verilmektedir. Kitabın içindekiler bölümü alışılmışın dışında olarak son sayfalarda konumlandırılmıştır. Bu tercih, okurun herhangi bir yönlendirme ya da başlık listesiyle karşılaşmadan şiirlerle doğrudan sezgisel bir bağ kurmasını sağlar. Şiir başlıklarında kullanılan isimlerin, şairin arka kapakta da belirttiği üzere; insanlar, çiçekler ve kutsal metinlerle olan anlam ilişkisi gözetilerek seçildiği görülmektedir.


Kitap; genel yapısı itibarıyla şiirleri, belirli kategoriler altında toplamadan, tematik başlıklarla ayrıştırmaksızın bir bütünlük içinde okura sunar. Sayfa düzeni sade; tipografisi ise okunabilirliğin rahatlığını önceleyen, yer yer italik vurgularla anlam derinliğini artıran bir yapıda ilerler. Adem Tok şiirlerinde duygular serbest bir akışla dile gelir, ölçü yoktur, uyak bulunmaz. Mısralarda birebir aktarımdan çok çağrışım yapan imgeler sezilir. Geleneksel anlatım teknikleriyle, modern şiir diline ait izlekler anlam dünyasını zenginleştirir. Seslerin ritmi aliterasyonlarla kurulurken, tezatlar içsel gerilimi besler. Telmihler geçmişe kültürel göndermeler yaparken, istifham sistemin çarpıklığını sorup sorgular. Teşbih ve istiareler sanatsal imgeleri derinleştirirken, ironi ve hicivler kutsal değerlerin yozlaşmış ellerde nasıl bir riyakarlık aracına dönüştüğünü düşündürür. Kimi dizelerde mistik öğeler öne çıkarken, zihinsel dönüşüm ve değişimi imleyen metaforlar, şiirleri toplumsal olduğu kadar evrensel kılar. Bazı şiirlerde noktalama işaretlerinin az ya da hiç kullanılmamış olması ise anlamın tek bir yoruma sabitlenmemesine, okurun kendi yorumunu yapmasına olanak tanır.



Adem Tok şiirlerinin en belirgin özelliklerinden biri, duygusal derinliği bireysel bir anlatımla sunarken “biz” üzerinden konuşarak hem içe hem de dışa dönük seslenmeleri içermesi ve aynı zamanda toplumsal, tarihsel, politik ve felsefî temaları da ön plana çıkararak sorgulayabilmesidir. O, bir şairin omzuna düşen yükün farkındalığıyla konuşturur kalemini. Şiirlerinde yalın fakat yoğun bir anlatımı tercih eder. Siyasi ve sosyal meseleler ajitasyon aracı olarak kullanılmaz, şiirin asli malzemesi olarak işlenir, politik duyarlılık sloganlaştırılmadan estetik bir duruşla harmanlanır. Bir yandan süslemelere kaçmadan kelimelerin edebi dizilimi sağlanırken bir yandan da tarihin, insanlığın, kardeşliğin, barışın, emeğin, özgürlüğün, direnişin, toplumsal belleğin ve bastırılmış adalet arzusunun gür çıkan sesi duyulur.


Onun şiirlerinde geçen yer ve isimler; farklı coğrafyalardaki olayları ve kişileri hak mücadelesi gibi ortak paydada anarken aynı zamanda zulme karşı direnci, umudu, vicdanı ve hafızayı da simgeleyerek belgesele yakın bir tanıklık içerir.



Kalem; işçilerden değirmenin çarkına, zenginlikten seksen yedi model mavi kaplumbağaya, gülüşü Elvan küçük adamlardan fenere ışık katacak Korkmazlara, hapishane parmaklıklarından Denizin merhabasına, Montgomery otobüsünden siyahi bir gül Rosa’ya, Taksim meydanından Sekoyaya, Filistin’den Kolombiya’ya, bölüşülmeyen ekmekten Ayçe’nin bakışlarına, cumartesi annelerinden eriyen karlara, mankurt bırakılan vatandan kardeşliğin halayına, New York metrosundan Anka diye bir ateş ırmağına, Eşref Paşa 517. sokaktan Cennetini arayan semaha, kuru otlardan frezyalara, zeytin ağaçlarından kelebek ve baykuşlara, Madımak yangınından ölü madencinin avcundaki nota, komşunun külünden Compenyero’ya, davadan kavgaya, savaştan barışa, sessiz bir bekleyişten çıkıp devrimci bir çağrının kararlılığıyla sayfalara uzanırken, şair kelimelerini dizelere özenle yerleştirir ve okuru doğrudan bir yüzleşmeye davet eder.


Üç mısrayla koskoca bir hayatı özetleyebilecek beceriye sahiptir şairin kalemi. Zaman zaman lirik bir dil kullanır, bireyin yalnızlığı ve içe kapanışı soyut bir dile dönüşse de son derece gerçekçi bir hissiyatla temellendirilir. İçsel monologlarında insana dair mücadelesi umutla birlikte gelir ve çoğu zaman yeniden bir doğuşa varır. “Gün gözlerinde doğup ayak altlarında batıyor anne” dizesi bu yeniden doğuşun en çarpıcı imgelerinden biridir. Şiirde anne, aşk ve vefayla hem zamanın hem de hayatın döngüsünü üzerinde taşıyan bir figür olarak karşımıza çıkar. Toprak, bahar, nergis, yıldız gibi doğa öğeleri annenin varlığıyla anlam kazanan çağrışımlar haline gelir. “Solan, elinde yeşeriyor” ifadesiyle annenin otacı gücü vurgulanırken doğayla özdeşleştirilen bu unsurlar şiirin iç dünyasına açılan geçitleri de pekiştirir.



Adem Tok, insanın en saf hâli olarak gördüğü çocukları şiirlerinde biyolojik bir cinsiyeti işaret etmekten ziyade evrensel anlamda gelişimi, öğrenmeyi ve büyümeyi temsil eden var oluşsal bir kimlik olarak tanımlar. “Oğula Çığır” başlıklı şiirinde “çocuk” temasıyla uyumlu olarak, tüm genç kuşaklara yönelen kapsayıcı ve metaforik bir hitap biçimi ortaya çıkar. Çocukları nostaljik bir özlemle anmak ya da pedagojik bir bakışla sınırlamak yerine, özgürlüklerini destekleyen ve içten bir çağrıyla yüreklendiren tutum sergiler. Güneş toplayan, bulut taşıyan, yağmur dağıtan çocuklar; doğanın pasif öğeleri değil, anlam kuran ve etkin varlıkları olarak betimlenir. Bir peteğin yasasını, bir karıncanın iradesini kavrayarak öğrenmesi beklenen çocuk; “büyü”, “sev”, “gör”, “dokun”, “konuş” gibi doğrudan eylemlerle yaşamı keşfetmeye yönlendirilir. Şair; çocuğun hayatı ve kendini, kendi diliyle tanımasını onu bir bütün içinde var eden güçlerle bağ kurmasını amaçlar.



Sevgiliye seslendiği şiirlerinde çok derin bir iç içelik, ruhsal bütünlük görülür. İnsanın, insanı sevmesini bir inanç gibi kutsar. Bu sevgiyi iki birey arasında bırakmaz; doğayla, toprakla, emekle, dava ve güven ile birleştirir. Sevgiliye duyulan sadakatle, dünyadaki adaletsizliğe karşı hissedilen sorumluluk eş zamanlı işler. El ele tutuşmanın yalnız bir dokunuştan ibaret olmadığından bahsettiği mısraların devamında “hep belaya sürükledi içimde pankart açan adalet duygusu beni, sevgilim” olduğu gibi görsel imgeler duyguları somutlaştırır, şiiri salt bireysel aşk şiiri olmaktan çıkarır ve toplumsal bir farkındalığın diline dönüştürür.



Kitaba adını veren “Ruhun bütün baykuşları” adlı şiir; doğayla, toplumla ve insanın kendi vicdanıyla kurduğu ilişkinin eleştirisini yapan felsefi bir içeriğe sahiptir. Kalem; ekolojik duyarlılığı etik bilinçle birleştirerek doğa ile insan arasındaki çatışma, bilgelik ile kör itaat, doğum ve ölümün iç içeliği gibi temalardan beslenir. Bir yandan orman yangınları ve betonlaşma gibi somut tahribatlara göndermeler yaparken diğer yandan bu felaketleri doğuran zihinsel ve yönetsel kopuşlara işaret eder. Modern yaşamın yarattığı yabancılaşma, toplumsal ilişkilerdeki güven kaybı üzerinden sorgulanırken toprağın kutsallığı, dayanışmanın sıcaklığı ve bölüşmenin değeri vurgulanır.


Şiirin sembolik örgüsü, metafor zenginliği ve ritmik kırılmalarıyla dikkat çeker. Baykuş simgesi Hegel’in “Miverna’nın baykuşu ancak gün batarken uçar” sözüyle örtüşecek biçimde bilgeliğin ancak felaket sonrası devreye girdiği zamanlama eleştirisini de içinde taşır.


Kitabın arka kapak yazısında şair, her iyiliğin hayata yeni bir halka eklediğini, her kötülüğün ise biraz daha insanı eksilttiğini söyler. Ona göre, dokunduğumuz her insanla bir gönül şarkısına ortak oluruz; bu yüzden temas, sorumluluk ister. Sabır ise, yıllanmış bir şarabın inceliğiyle emek gerektirir. Ne var ki insanlar çoğu zaman sormadan, sorgulamadan ve sabretmeden hüküm verir.

Eser; işte tam da burada, okuru durmaya ve düşünmeye çağırır. Bir ayna olarak kitap, insanın insanla, insanın doğayla, insanın toplumla, insanın evrensel değerlerle ve en önemlisi de insanın kendisiyle yüzleşmesini sağlar.



EbRuAsya//
Ruhun Bütün Baykuşları
Adem Tok - BİLA YAYINCILIK - 23.07.2025
3 1.877
Ebru Asya , bir kitabı okudu.
@ebruasya
4a
Ruhun Bütün Baykuşları
Adem Tok - BİLA YAYINCILIK - 23.07.2025
762
@ebruasya
İnceleme
4a
Ares Kitap tarafından ikinci baskısı yayımlanan “Can’ım Tenimden Ayrıldı,” adlı eser, iki yüz sayfadan oluşmaktadır. Yazar ve şair, Ali Haydar Koyun’un altıncı kitabıdır.

Kitapta kırk beş anlatı vardır. Metinler genel yapı itibariyle birkaç sayfadan oluşmuştur. Her bölümün başlangıç sayfasında okuru anlatıya hazırlayan lirik geçişler bulunur. Bu geçişler anlatının duygusal eşiğini belirlerken aynı zamanda epigraf işlevi görür.

Kitabın içeriğine dair bölümde yazar, eseri kaleme alma gerekçesini açıklamaktadır. Geride yazılı bir eser bırakmamış olsa da can dostum dediği Yücel Doğanşahin’in yazılmaya değer bir hayat sürdüğünü vurgular. Bu kitabı yirmi altı yıllık hatıraların vefa nişanesi olarak okura sunar.


Bir kayıp üzerinden duygu paylaşımının yapıldığı metinlerde yazar, süslü anlatımlardan kaçınmıştır. Okurla sohbet ediyormuş gibi kurduğu içten dil sayesinde kitabı herkesin kolayca anlayabileceği ve içselleştirebileceği bir zemine taşımıştır. Ancak bu sadelik anlatımın şiirsel yönünü gölgede bırakmamıştır. Bazı cümleler şiirsel mısralar inceliğinde sayfalara süzülmüştür. Yalınlık içinde derinlik barındıran bu üslup, esere duygusal bir zarafet kazandırmıştır.


Yürüme engelli Yücel Doğanşahin’in hayatına adanan Can’ım Tenimden Ayrıldı adlı eser biyografik ve tanıklık temelli bir kitaptır. İçerikte; anılar, mektuplar, günlükler, dost duygular adı altında yapılan yorumlar ve taziye mesajları yer almaktadır. Acı, burukluk, boşluk, çaresizlik, dostluk, düşler, fedakârlık, karanlık, ölüm, özlem, sancı, sevgi, sonbahar, vicdan, yara, yas gibi temalar işlenerek, yer yer Ali Tura, Ahmet Arif, Benjamin Franklin, Cemal Süreya, Charles Bukowski, Konfüçyus, Mevlâna, Osho, Paul Carson, Publilius Cyrus, Şükrü Erbaş, Tuncel Kurtiz, Yusuf Hayaloğlu gibi yazar- şair ve düşünürlerden yapılan alıntılar ve şiirsel pasajlarla desteklenmiştir.



Ali Haydar Koyun ve Yücel Doğanşahin’in yolları Türkiye Sakatlar Derneği Malatya Şubesinde kesişmiş, bu karşılaşma zamanla güçlü bir dostluğa dönüşmüştür. Eserde ön plana çıkan temel duygu, yazar ile Yücel Doğanşahin arasında kurulan “kan bağı değil can bağı” şeklinde tarif edilen samimi bağdır. Bu güçlü bağın izleri eserin her bir başlığında ve anlatısında kendini hissettirir.


İki dostun yalnızca ortak çalışmalarda değil, günlük hayatın her anında birbirlerine eşlik ettikleri görülür. “Onunla birlikte tıpkı etle tırnak gibiydik, cansız bedene hayat veren birer ruh...” diye bahseder yazar. Deprem, hastalık, aile kayıpları gibi pek çok zorluğu birlikte yaşayan ikili, özellikle engellilikle ilişkili sıkıntılar üzerinden birbirlerine destek ve çalışmalarıyla topluma örnek olmuşlardır. Yücel Doğanşahin’in Ankara’da yaşarken, Malatya’nın suyuna duyduğu özlem, vefatından sonra Ali Haydar Koyun’un suyu mezara götürmesiyle sembolik biçimde karşılık bulur. Bu zarif düşünce aralarındaki dostluğun ne denli sahici ve derin duygularla örülü olduğunu ortaya koyar.


Yücel Doğanşahin’in covid-19 hastalığı nedeniyle Malatya’dan ayrılıp Ankara’daki ailesinin yanına taşınması ve kısa süre sonra vefat etmesi, yazarın içinde derin bir boşluk yaratmıştır. Kayıp sonrası yaşanan boşluk, yazarın neredeyse her satırına sinmiştir. Bu yas, alışılmış bir anlatının ötesine geçerek zamanla içe dönen bir teselli arayışına dönüşmüştür. “Candan Ötem” adlı metinde ruhu huzura kavuşan, yazarın kaleminden yaşayanı teselli eder. Acı çeken geride kalmışken; sükunetle konuşan, yaşamayan olur. Yazı, kurgusal bir “ben” üzerinden duyguları tersten akıtır, bu lirik akış anlatının en güçlü yanlarından biridir.


Metin, ilk cümlesinden son cümlesine kadar ölüm sonrası bir farkındalık ve sevgiyle açılır,

“Ne olursun artık üzülme, gözyaşlarını akıtıp durma. Sen dünyada ağladıkça ben de burada üzülüp duruyorum” Bu anlatı, ölümden sonra kurulmuş hayalî bir bağla, yaşayanın acısını dindirme çabasıdır.


“Bugün fani dünyadan ve senden ayrılmamın üzerinden kırk gün geçti.”

Bu ifade, hem İslami kültürdeki kırkıncı gün vurgusuna bir gönderme yapar, hem de ölümden sonra da süren dostluk bağının sürekliliğine işaret eder. Yazar, bu veda mektubunda, ölen kişinin hayattayken hissettiklerini, yaşadıklarını, umutlarını ve vedaya dair son sözlerini dile getirirken, aslında yaşayanın ruhundaki boşluğu sözle doldurmaya çalışır.



Kitapta yer alan ve Yücel Doğanşahin’in bizzat kaleme aldığı iki bölümlük mektup, yalnızca bireysel bir yaşam öyküsünü değil, aynı zamanda engellilikle mücadele eden bir bireyin eğitim sistemine ve topluma dair sarsıcı tanıklığını içerir. Ortopedik engeli sebebiyle idare tarafından söylenen “okula gelmeyin, sen sakatsın, okumasan da olur” gibi söylemlerin yarattığı derin kırılma, engelli bireylerin maruz kaldığı yapısal dışlanmayı açıkça gözler önüne serer. Bu dışlanma çocuğun zihninde “toplum beni kabul etmiyor” algısı yaratır. Bu düşünceyle içine kapanır, sosyal hayattan uzaklaşır ve kendini eve hapseder. Doğanşahin’in yıllar süren emekleme hayatı sonrasında ise hastane süreçleri ve sonunda attığı ilk adımlar, bir umut ve direnç öyküsüne dönüşür. Mektubun sonunda yazım hataları için özür dilemesi, aslında sistemin ona tanımadığı eğitim hakkına karşı duyduğu içsel kırgınlığı da yansıtır.



Yazar, Yücel Doğanşahin’in yaşamına dokunmuş kişilerin tanıklıklarına kitapta bolca yer verir. Onun ardında bıraktığı insani mirası çok sesli bir biçimde okura hissettirir. Bu tanıklıklardan biri de Gülümser Ovagül’e aittir. Doğanşahin’i “kırmızı ojeli kadın!” olarak anan Ovagül, onun zarafeti, renkli kişiliği ve çevresinde bıraktığı pozitif etkiyi içten bir dille aktarır.



Eserin son bölümlerinde yer verilen taziye mesajları, Doğanşahin’in çevresinde bıraktığı manevi etkiyi açık biçimde ortaya koyar. Okuyucuların ve dostlarının yazara ilettiği satırlarda; onun kişilik özellikleri yanında, toplumla kurduğu ilişkideki derinlik ve sorumluluk bilinciyle de anıldığı görülür.

Ayrıca Cumhuriyet değerlerine bağlılığı ve Atatürk ilke ve devrimleriyle kurduğu bilinç, yaşamını şekillendiren temel taşlardan biri olmuştur. Bu yönüyle de hem özel çevresinde hem de kamusal alanda örnek alınan bir birey olarak hatırlanmaktadır. Yazar, bu yorum ve mesajları doğrudan aktararak yaslı bir vedayla yüreklere kazınan bir değerin izlerini de kalıcı bir belgeye dönüştürür.



Not: Kitabın yazarı Ali Haydar Koyun, ortopedik engeli yüzünden eğitim hakkından mahrum bırakılan Yücel Doğanşahin’in anısını yaşatmak amacıyla, eserin gelirini ihtiyaç sahibi okullara kütüphane kurulması ve engellilere yönelik sosyal sorumluluk projelerinde kullanılmak üzere bağışlayacağını bildirmiştir.
Can`ım Tenimden Ayrıldı
Ali Haydar Koyun - Ares Yayınları - 2022
5 1.653
@ebruasya
Alıntı
5a
Nereden bilecektim gelirken bana getirdiğin hediyenin yalnızlık olduğunu?
Oysa ben henüz kucak açmıştım yelkenler fora diyerek senli bir aşk'a doğru...
192'in 165. sayfasında
Can`ım Tenimden Ayrıldı
Ali Haydar Koyun - Ares Yayınları - 2022
1.334
@ebruasya
Alıntı
5a
Zor tutuyorum kendimi, yüreğimde koptu kopacak derin bir ah fırtınası...
Yaşadığım onca acılara rağmen çekmedim hiçbir engele eyvallah. Hayatta en çok korktuğum muhtaçlık denen duyguyla tanışana kadar. Bundan sonra haramdır bana uykular, öldürür beni bu ayrılıklar.
192'in 19. sayfasında
Can`ım Tenimden Ayrıldı
Ali Haydar Koyun - Ares Yayınları - 2022
1.314
Ebru Asya , bir kitabı okudu.
@ebruasya
5a
Can`ım Tenimden Ayrıldı
Ali Haydar Koyun - Ares Yayınları - 2022
751
#Edebiyat - @ebruasya
İnceleme
5a

Yazar Aylin Koç’un kaleme aldığı ilk kitabı “Denediklerim ve Öykülediklerim, anlatı türlerinin sınırlarını esneten biçimsel kalıplardan bağımsız bir okuma deneyimi sunar. Tam anlamıyla bir öykü ya da klasik bir deneme olarak nitelendiremeyeceğimiz bu kitap türler arası bilinçli bir geçişkenlik sergiler. Aylin Koç’un metinleri; hikâye, deneme, mektup, iç monolog ve gözleme dayalı eleştiriler arasında serbestçe dolaşırken, anlatı tekniklerine olan hâkimiyetini de görünür kılar.


Eserin biçimsel yapısında lineer bir kurguya bağlı kalınmaz. Bölümler arası geçişler zaman zaman hızlı görünse de duygusal süreklilik korunur; metinler arasında dikkatle örülmüş bir zincir bağı sezilir. Duru, akıcı ve melodik bir dilin hâkim olduğu anlatılarda, bazı metinlerin arasına serpiştirilmiş şiirsel pasajlar metinlere canlı, içten ve samimi bir atmosfer kazandırır. Bu bağlamda eser, yalnızca içerik açısından değil, üslup yönüyle de özgünlük taşır.


Kitabın tematik düzleminde toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri önemli bir yer tutar. Kadın bedeninin metalaştırılması, güzellik algısının tarihsel inşası, kadınların kamusal alandaki görünürlüğü, erkek egemenliğinin gündelik yaşam pratiklerine yansımaları, mahalle kültürünün şekillendirici etkisi ve toplumsal normların birey üzerindeki belirleyiciliği metinlerde sıklıkla işlenir. Bu çerçevede yazar, bireyin toplum içindeki kimlik ve konumuna dair güçlü bir farkındalık sunar. Özellikle Gırcır Böceği metaforuyla anlatıcının doğrudan okura seslenmesi, metne sıcaklık katarken; bireysel hafızanın derinliklerinde toplumsal baskılara karşı kimlik inşasının nasıl yeniden üretildiğini gösterir.


Metinlerin duygusal altyapısı ise ses, sessizlik, duyarlılık, mutluluk, mutsuzluk, paylaşmak, mesafe, dostluk, barış, hatıralar, hayaller, özlem ve sevgi gibi soyut kavramlar etrafında şekillenir.


Aylin Koç’un anlatılarında insan-doğa ilişkisi belirgin bir şekilde öne çıkar. Kimi anlatılarında yazar, görünenle görünmeyen, içle dış arasında ince ve duyarlı bir hat çizer. Verdiği her detay aslında bir çağrışımı besler, tıpkı yer incirinin doğada kendiliğinden belirmesi gibi... Doğa, yalnızca bir fon olarak değil; insan ruhunun metaforik yansıması olarak da ele alınır. Bu anlatım biçimi, esere evrensel bir duygu katmanı kazandırırken, doğayla insan arasında kurulan simgesel benzerlikler aracılığıyla anlatılar derinleşir. İncir Çiçeği ve Kelebek Zannedilen Dantelkanat bunun en bariz örneğidir. İncir Çiçeğinde görünürde trafik ışıkları üzerine bir gözlem sunulsa da metin, durmak-geçmek, kural ve iktidar gibi soyut kavramların simgesine dönüşerek toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan bir derinlik kazanır. Kelebek Zannedilen Dantelkanatta ise ekim ayı anlatılırken çam kese tırtılları gibi yan yana dizilen insanların güz yaprağı misali hayattan kopuşu üzerinden 10 Ekim 2015 Ankara Tren Garı Katliamına güçlü bir atıf yapılır.


Yazarın anlatı dili, sıradan ayrıntılar arasında gezinirken sessizce yerleşmiş toplumsal kabulleri görünür kılar. Metnin çeşitli yerlerine serpiştirilen halk söylemleri çocukluk hafızasına ait detayları yansıtır. Anlatılardaki çocuk bakışı, ahlaki sezginin ve duygusal farkındalığın merkezi haline gelir. Fatma teyzelerde olduğu gibi kimi zaman hafif bir ironiyle, kimi zaman çocuksu bir şaşkınlıkla bu kabullerin üzerine eğilir. Farklı karakterlerdeki Fatma teyzelerin temsil edildiği sahneler; görünmeyen mağduriyetler, zenginlik, fakirlik, kadın bedeni, geleneksel değer yargıları ve halk inanışları etrafında şekillenir.


Örneğin kolundaki tek bileziğe “ölümlüğüm” diyen ve yalnızlığın içinde darp edilen kadın figürü hem maddi hem varoluşsal olarak kırılgan bir yaşamın sembolü olur. Anlatıcının tanıklığıyla aktarılan “yabancı değildir, yalnız olduğunu bilen biri yapmıştır,” sözleri ise bu şiddetin yalnızlık ve sosyal güvencesizlikle doğrudan ilişkili olduğunu sezdirmesinin yanı sıra sorgulanmadan meşrulaştırılmış kabullere dikkat çeker. Yine Fatma teyzelerden biri, kısa olan saçlarının ucuna boncuklar takarak arkadan öne doğru uzatmasının sebebini “İslam’a göre kadının saçı, göğsünü kapatacak kadar uzun olmalıymış,” diye açıklar. Benzer biçimde “Peygamberin karısının adı Fatma’ymış” şeklindeki gerçek dışı sözler anlatıcı tarafından çocuklukta edinilen kutsal bilgi olarak algılanıp hatırlanır. Otuzlu yaşlarında yanlış edinilen bu bilginin ironiyle yoğrulmuş sorgulayıcı bir farkındalıkla “meğer o klasik bir sözmüş” ve “konu buymuş” ifadeleriyle cümleye dışarıdan dilsel bir mesafe ile yaklaşarak bu tür yanlış bilgilerin halen dolaşımda olduğunu ima eder.


Eserdeki anlatılar kimi zaman düşünsel bir düzlemde başlayıp kurmaca evrene doğru sürüklenir. Kültürel bir deneme gibi başlayan bazı metinler, okuyucuyu bir öykünün içine, kimi zaman da geçmişin daha da gerisindeki bir ana misafir eder. Bu türsel serbestlik, denemenin düşünsel tonunu kırarak kurmaca dünyanın gerçekliğiyle yeni bir bağ kurar.


Aylin Koç’un kalemi, bireyin dış dünyanın yüklerinden arınıp kendi sesiyle yürüyebilmesini arzulayan bir yerden seslenir. Özellikle “Herkes İyi Olmanı İstemeyecek” başlıklı yazı, insan doğasına ilişkin güçlü tespitler sunar. Başarı, kıskançlık, kutlama yoksunluğu ve dışsal yargılar gibi kavramlar etrafında şekillenen bu metin, yalnızca kişisel gelişim çerçevesinde değil, aynı zamanda varoluşsal ve felsefi bir bağlamda değerlendirilebilir.

Denediklerim ve Öykülediklerim toplamda otuz altı anlatıdan oluşur. Öne çıkan başlıklar arasında Serendipçe, Ding Dong, Atık Sandıklarımız, Doğada Özgürlük Arayışı, Bazen İstanbul Bazen İzmir, Gölgenin Sözü, Kelebek Zannedilen DantelKanat, Fatma Teyzeler, Zamanda Kaybolan Saatçi ve Tarihin Sutyeni gibi dikkat çekici metinler yer alır. Bu anlatılar hem bireysel hafızanın hem de kolektif bilincin izlerini taşıyarak okura düşünsel ve duygusal derinliği olan bir okuma deneyimi sunar.

Kitabın arka kapağındaki satırlar yazarın anlatımındaki samimiyeti ve insana dair gözlem gücünü açıkça ortaya koyar.

Bu kitabı neden okumalısın? Denedik. Yaşadık, Anlattık. Hayat üstümüze düşen rollerden ibaret değil. Bazen sessiz bir çığlık, bazen gülüşlerimizin arkasına gizlenen kırıklar...Bu kitap, bir insanın gördüklerini, içinden geçtiklerini, kendisiyle ve hayatla ettiği uzun sohbetleri anlatıyor.

EbRuAsya//
Denediklerim ve Öykülediklerim
Aylin Koç - Bila YAYINCILIK - 14.06.2025
5 1.542
Ebru Asya , bir kitabı okudu.
@ebruasya
5a
Denediklerim ve Öykülediklerim
Aylin Koç - Bila YAYINCILIK - 14.06.2025
679
#Edebiyat - @ebruasya
Alıntı
5a
Denediklerim ve Öykülediklerim
Eksik kalırsa şefkatim, olmadığından değil,
göstermeyi bilmediğimdendir, bil istedim...

Denediklerim ve Öykülediklerim
73. sayfasında
Denediklerim ve Öykülediklerim
Aylin Koç - Bila YAYINCILIK - 14.06.2025
1.826
@ebruasya
Alıntı
1y
ölüm
bir yolcu bağını koparmış dünyayla
kavuşuyor toprağına
ardından dökülen birkaç damla gözyaşı
o da unutulacak yakında...
95'in 89. sayfasında
Yitik Çığlık
Arife Özden - Boy yayınları - 2023
2.322
#Alıntı - @ebruasya
Alıntı
1y
vuslat mevsimi
tebessümün, gözbebeğime yıldızlar taşıyan muzip çocuk
henüz mevsimi değil, nereden çıktı bu yolculuk?
95'in 44. sayfasında
Yitik Çığlık
Arife Özden - Boy yayınları - 2023
2.343
#Edebiyat - @ebruasya
İnceleme
1y
Şair Arife Özden'in Temmuz 2023 de Boy yayınlarından çıkardığı ilk şiir kitabıdır. Doksan beş sayfadan oluşan eserde toplamda altmış yedi şiir bulunuyor.

İçindekiler bölümünden sonra ''Yokluğunun ayazında üşüyor yüreğim, bu kaçıncı yama yaralarıma?'' dizeleriyle gönlünün sevda yanına parça parça lirik şiirler örmeye başlıyor. Serbest şiirlerin yanı sıra, genelinde on birlik ölçü kalıbı kullanılarak oluşturulan hece çalışmalarında sesin kesildiği duraklarda şiirin ahengi artırılırken, okuyucuya da bir nefeslik susma ve düşünme payı ustalıkla bırakılıyor.

Edebi açıdan zengin, derinlikli ve düşündürücü olan birçok şiirinde melankoliyle yoğrulmuş iç sesini dışarıya biz okuyuculara aktarırken yer yer bireysel ve toplumsal kayıpların ve içsel kırgınlıklar aynasının Arife Özden farkıyla bize nasıl yansıdığını görüyoruz.

Adaletsizliklere, haksızlıklara ve kötülüklere tepkisiz kalmayıp yapılan yanlışları yok etme gayesiyle ''bir silgi olsaydım, bütün kötülükleri silerdim'' diyerek çok sevdiği çocukları ve öğrencilerini masumiyet ve iyilik arzusunun en anaç yanıyla sarmalarken onlara tertemiz bir dünya bırakmak istiyor. Hayatta engelleyemediği, korumaya gücünün yetmediği durumlarla karşılaştığında ise üzüntüsünü ve çaresizliğini sessiz bir ağıtla dile getiriyor. Bir taraftan içinde söndüremediği bireysel yangınlardan dem vururken şairimiz, bir taraftan da talana uğrayan yanlarından bahsediyor. 2021 yılında yok olan binlerce ağacın önem ve değerini empati yoluyla anlatarak orman yangınlarına dikkat çekiyor.

Sayfaları çevirdikçe kimi zaman siyaha dönüyor ömrümüz, kor gibi yanarken sızlıyor yüreğimiz. Yarınlar buğulu, umutlar yorgun olsa da huzur kuşunu yakalamaktan hiç vazgeçmemiş şairimiz. Ömrün hasat zamanında payımıza hüzün düşerken, kendimiz için bir şey yapıp hayallere dalıyoruz. Bazen baharı olmayan sokaklarda bir muştu bekliyor, sevgiliyi arıyoruz. Bazen de bin bir mana içinde masallardan bir hisse kapıyoruz.

Kitaba adını veren yitik çığlığa göz attığımızda ise yoğun imgelerle karşılaşıyoruz. Yalnızlık, karanlık, hüzün, sabır, pişmanlık, suskunluk, yokluk, müphem hatıralar gibi temaların öne çıktığı bu şiirde sembollerin; şebiyelda, İbrahimi nefes, nemrudun harı, sisli çöl vahameti, korlarla çevrili vadiler gibi dini ve mitolojik göndermelerle birlikte kullanıldığını görüyoruz.

Şiirinde, hüznü ruhsal yolculuğuna rehber kılan şairimiz ironik bir şekilde ''hüznün'' yolunu aydınlatan bir ışık olduğunu söylüyor. ''Süt beyazı küheylan'' saflık ve temizliğe doğru telaşlı bir kaçışı anlatırken'' soluk soluğa çırpınmak '' ifadesiyle de bütün çabalarının umutsuzlukla son bulduğundan bahsediyor. Duygularının döküldüğü yerde yitik bir çığlık barındıran şairimiz ifade edilemeyen bu acının içinde ''isminin geçtiği dizelerde'' ve ''adın düşerken yüreğimin memnu satırlarına'' sözleriyle kendine yasakladığı duygu ve düşünceleri büyük bir kayıp gibi görerek üzerini gözyaşlarıyla örtüyor. ''sarar benliğimi suskunluğun nedameti'' dizelerinde geçmişte dile getiremediği şeylerin birikmişliğinin verdiği ağırlık sonucunda duyduğu pişmanlığı anlatırken şu ifadelerinde ise aslında yazıp yazıp sildiği kağıtlara içini döktüğünü anlıyoruz. ''Buruşturup bir köşeye attığım binlerce kelam içinde, yüreğim sıkışıp kalır yokluğunun cenderesinde.'' O, yokluk ki şairimizin duygularının en had safhada yaşanmasına neden oluyor ve büyük bir ruhsal yükün içine girdiğini ve bu yükün tarifinin ''terazimi şaşırtır kalemime çöken ağırlık'' ifadesiyle birebir desteklendiğini anlıyoruz.

Yaralarından bahsediyor şairimiz bir başka dizede... Kabuk tutmayan yaralarından... Ve bunun çaresinin sadece gözlerde olduğunu söylüyor. ''Gözler'' sözcüğünün şiirlerde sıklıkla kullanıldığını hepimiz biliriz. Yitik Çığlık şiirinde ise gözler çok farklı bir şekilde anlamlandırılmış. içinde bulunduğu yokluk acısının verdiği derin ızdırabın somut olarak görmese de düşüncede ya da hayali bir varlık olarak kalsa da kendisine iyi gelecek tek şeyin, aklına düşen gözlerden başka bir şey olamayacağını vurguluyor. Ve son olarak ''Ah ömür takvimimin güzel günlerine düşen yangın'', ''kurumuş gül yaprakları'', ''ölüm uykusuna düşen dünyevi kalabalık'' ilgimi çeken diğer dizeler. Buradan da anlıyoruz ki ölüm dediğimiz şey kaçınılmaz bir gerçek, ne yaşarsak yaşayalım üzerimizdeki yükler elbet bir gün anlamını yitirecek.

Akıcı ve ritmik hece şiirlerine dönecek olursak içlerinden bestelenmiş sözler var mıydı bilemiyorum ama birçoğu güfte olarak hazır ol da bekliyordu sanki. Özellikle ''Elimde Değil'' adlı şiiri okurken elimde olmadan dilimde türküleştiğini fark ettim sözlerin. Kulağımda bağlamanın o vurgulu sesi; geçmişime, kanayan yaralarıma, özlemlerimin ç'ağladığı çocukluk yıllarıma götürüverdi beni bir çırpıda.

Hicran kuyularındaki mürekkebi usta kalemiyle usul usul çekerek halini tutkulu bir duyguyla arz eden şairimiz kan bağından öte can bağına yazdığı şiiriyle, hem gözleri hem de yürekleri dolduruyor. Anlatım dilinin oldukça akıcı olduğu kitapta derinlemesine yaptığım yolculuk beni şairimizin kıymetli dostlarına ithaf ettiği bir şiirle buluşturuyor. Dostlarını candan selamlarken sarf ettiği dua niteliğindeki sözleri ise oldukça duygulandırıyor.

Akılda kalıcı ve dikkat çekici şiirlerden biri de kokunun metafor olarak kullanılıp hem İstanbul'un büyülü atmosferini hem de bir sevginin verdiği sıcaklık ve özlemin duygusal imgelerle anlatıldığı ''İstanbul sen kokar'' adlı şiirdi. Okuduğum her şiirin tınısını dikkatle dinlerken aşka dair nasihat niteliğinde şu sözlerin büyüsüne kapılıyorum. ''Sevmeyi bilmeyen çıkmasın bu yola, yaşanmasın sevdalar sonunda ayrılık olacaksa.''

Kitabın sonlarına doğru zamanın sisli denizinde içinin en içine sığınırken görüyoruz şairimizi. Birkaç dize gözyaşıyla tevekkül içinde ölümü düşünüyor. En sevgiliye gönülden seslenip arınma ihtiyacını dillendirirken, kalemini de bir nebze olsun dinlendiriyor.

EbRuAsya//

Yitik Çığlık
Arife Özden - Boy yayınları - 2023
2 3.374
@ebruasya
Alıntı
1y
Ne yapayım sıcaktan geberiyordum, dayanamadım.
Mektubu postaya atmamış, pul parasıyla ayran içmiş.

Ey Açlık!

Seni midemde, iliklerimde, kanımın küreyvelerinde duydum. Ve sen, benim Şefik ve Rahim olan soyum -insan soyu- sen ebedi tokluğu fethedeceksin!
222'in 97. sayfasında
Baba Evi - Avare Yıllar
Orhan Kemal - Everest Yayınları - 2022
1 2.222
@ebruasya
Alıntı
1y
mahremiyetsiz, samimiyetsiz, gösterişli bir taklitten ibaret bir hayat... her görüştüğünle müthiş bir rekabet, bir mücadele, bir düşmanlık... hiçbir el sıkmazsın ki mümkün olsa seni bir çukura itmeyeceğine emin olasın; hiçbir ses işitmezsin ki senin arkandan en hain, en haksız bir alayda, bir kötülemede bulunmayacağına emin olasın
268'in 57. sayfasında
Eylül
Mehmet Rauf - İş Bankası Kültür Yayınları - 2024
3.530
@ebruasya
Alıntı
1y
yolları zor ve dik olsa da sevgi sizi çağırdığında, onu takip edin
64'ün 11. sayfasında
Ermiş
Halil Cibran - İndigo Kitap - 2019
2.040
@ebruasya
Alıntı
1y
hayallere güvenin, zira onlar gizler sonsuzluğa giden kapıyı...
64'ün 50. sayfasında
Ermiş
Halil Cibran - İndigo Kitap - 2019
1.954
@ebruasya
Alıntı
1y
bir arada durun, ancak çok yakın olmayın birbirinize. zira tapınağın sütunları ayrı durur ve meşe ağacıyla servi büyüyemez birbirinin gölgesinde...

(evlilik üzerine)
64'ün 14. sayfasında
Ermiş
Halil Cibran - İndigo Kitap - 2019
2.045
@ebruasya
İnceleme
1y

''neydi o cümle, neydi o söz, nerede okumuştum?'' diye geçen günler kendimi paraladığım, kitaplığımın altını üstüne getirip bir türlü bulamadığım, sonra bir arkadaşıma okuması için verdiğimi hatırladığım ve geri gelmeyen kitabımın yokluğunun ancak birkaç gün önce farkına vardığım Halil Cibran'ın hayata dair önemli detayları soru cevap şeklinde işlediği ''Ermiş'' adlı eseriydi aradığım. işte eser dediğin böyle olmalı; arattırmalı kendini, tekrardan okutturmalı.... hem, boşuna dememişler kitap en iyi dosttur diye... sanırım biraz akla, biraz da nasihate ihtiyacım vardı bu günlerde.



indigo yayınlarından çıkan incecik bir kitap elimdeki, topu topu altmış sayfa...
kitap ince de işte, ağırlığı gerçekten büyük. altı çizilesi o kadar çok cümle var ki..

özlemle sarıldığım ve çoğu yerde şiir kokusu aldığım deneme türünde yazılan bu kitabı yeniden okumak gerçekten iyi geldi. aradığım sözleri bulmaya çalışırken ilgimi çeken birkaç alıntı da bırakayım şuracığa..

*hayatın nefesi güneş ışığında, eli ise rüzgardadır...

*boşluklarda uçması için bırakılan bir kuştur düşünce; kelimelerin, kafesindeyken kanatlarını açsa bile uçamaz...


*eviniz sizi yansıtan daha büyük bir bedendir. güneşte yetişir ve gecenin sükunetinde uyur, amaçsız da değildir. eviniz rüya görmez mi, hayallerinde şehri terk edip tepelere ya da korulara kaçmak istemez mi?

*neşeniz, maskesini çıkarmış kederinizdir.

ve işte kitabı yeniden okumama vesile olan cümleler..

*dans edip şarkı söyleyin birlikte.. ve eğlenin.. ama yalnız olun ikiniz de...
tıpkı bir udun aynı melodiyle titrese bile ayrı duran telleri gibi. kalbinizi verin ancak teslim etmeyin birbirinizin eline. zira yalnızca hayatın avcuna sığar yürekleriniz...

bir arada durun, ancak çok yakın olmayın birbirinize... zira tapınağın sütunları ayrı durur ve meşe ağacıyla servi büyüyemez birlikte...

Ermiş
Halil Cibran - İndigo Kitap - 2019
2.632
Ebru Asya , bir kitabı okudu.
@ebruasya
1y
Ermiş
Halil Cibran - İndigo Kitap - 2019
981
Ebru Asya , bir kitabı okudu.
@ebruasya
1y
Yitik Çığlık
Arife Özden - Boy yayınları - 2023
1.001
#Edebiyat - @ebruasya
İleti
1y
Sanat düzeyine çıkmış hiçbir şiir birincil anlamla yetinilecek kadar fakir değildir. Aksine şiirin birinci anlamı ilk okunduğunda kafamızda canlanan yapı asıl anlatılmak isteneni taşıyan hamal durumundadır (Tökel )
1.780
#Edebiyat - @ebruasya
İleti
1y
Karakter bir şey ister, yalnızca bir bardak su olsa bile.

– Kurt Vonnegut
1.290
#Yaşam - @ebruasya
İleti
1y
Asla kusursuz olamayacaksın. Standartlarını aşağı çek ve devam et.


WILLIAM STAFFORD
1.330
#Edebiyat - @ebruasya
İleti
1y
Yorgunluktan tükenmiş olduğumda, ruhumun bir iskambil kartı kadar ince olduğunu hissettiğimde, hiçbir şey bir beş dakika daha dayanmaya değmeyecek gibi göründüğünde, yazmaya başlamak için kendimi zorlarım.

Ve her nasılsa, yazma etkinliği her şeyi değiştirir.


JOYCE CAROL OATES
1.260
@ebruasya
Alıntı
1y
ben insanlara yaşamak için ümit, kuvvet ve neşe veren yazılardan hoşlanırım. İnsanları yuğunmuş mutfak paçavrasına çeviren ve yeise düşüren yazılardan hoşlanmam. Tam bir ferah içinde yaşamıyorken bir de karanlık ve kötü şeylerden bahsederse bize.. Onları okursak... Bu insanları bir havana koyup ezmeye benzer. Halbuki insanların içinde bir umut olmalı, yaşama umudu...

M.Şevket ESENDAL
256'ın 14. sayfasında
Mendil Altında
Memduh Şevket Esendal - Can Yayınları - 2023
2.157
#Edebiyat - @ebruasya
İnceleme
1y
Kitap Adı : Mendil Altında
Sayfa Sayısı : 245
Yazar: Memduh Şevket Esendal

''İçindekiler'' bölümünden sonra, kitabın ilk iki sayfası İstanbul doğumlu Memduh Şevket Esendal'ın hayatıyla ilgili temel bilgileri içeren biyografisine ayrılmış. Kendi kendine Fransızca, Farsça ve Rusça öğrenmesiyle dikkatimi çeken yazarımız müfettiş, büyükelçi ve milletvekilliği görevlerinin yanı sıra edebiyat alanında üstün başarılar sergilemiş; Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu'nca da okullara tavsiye edilen anı, mektup, hikaye ve roman tarzında birçok esere imza atmıştır.

Kitabımızda yer alan hikayeleri henüz okumadan önce M. Sunullah Arısoy'un ''Edebiyatçılarımız Konuşuyor'' başlığıyla 1953 yılında Varlık Yayınları Cep Kitapları 73. sayı sayfa 5 ile 15 arasında Memduh Şevket Esendal'la yaptığı röportaj karşılıyor bizi. Bu röportajla birlikte Memduh Şevketi biraz daha yakından tanıyor bütün sorulara titizlikle verdiği yanıtlara, mütevazi kişiliğine, zarif nüktelerle süslediği keskin zekasına bire bir şahit oluyoruz.

''Nasıl yazarsınız?'' Diye sorunca Sunullah Arısoy

''İşte, oturur yazarım. Gecesi gündüzü belli olmaz. Ne zaman olsa yazarım'' diyerek cevap veriyor.

Bir başka soruyla ise bugünkü edebiyat hakkındaki düşüncelerini öğrenmek istiyor.

''Hiç hüküm veremem'' diyerek söze başlıyor ve devam ediyor.

''Söyleyeceklerim tam olarak doğru olmasa da ben insanlara yaşamak için ümit, kuvvet ve neşe veren yazılardan hoşlanırım. İnsanları yuğunmuş mutfak paçavrasına çeviren ve yeise düşüren yazılardan hoşlanmam. Tam bir ferah içinde yaşamıyorken bir de karanlık ve kötü şeylerden bahsederse bize.. Onları okursak... Bu insanları bir havana koyup ezmeye benzer. Halbuki insanların içinde bir umut olmalı, yaşama umudu... Neşe vermeli insanlara okudukları. Ancak dediğim gibi söylediklerim tam olarak doğru olmayabilir. Çünkü insan bazen yeis veren şeyleri de terennüm eder, arzular.

Kitaba adını veren mendil altında öyküsü de dahil olmak üzere toplamda yirmi beş tane hikaye var. Her birinin konusu birbirinden farklı olsa da anlatım tarzı genel olarak günlük konuşma diliyle yazılmış, doğal, akıcı, bolca samimi diyalog içeriyor. Öyle güzel anlatmış ki yazarımız karakterler içimizden biri gibi, ya bir komşu ya bir arkadaş, annemiz, babamız, çocuğumuz, kardeşimiz, hiç yabancılık çekmiyoruz okurken.

Kitabın oldukça faydalı bulduğum ve sevdiğim özelliklerinden biri de anlamını bilmediğimiz sözcükler için son birkaç sayfaya açıklamalar bölümü eklenmiş olması.

Edebiyata karşı ilk alaka sizde nasıl oluştu diye sorulduğunda bütün mütevazılığıyla

''vallahi beyefendi, edebiyata karşı bende hiç alaka uyanmadı'' diye cevap veren, edebiyatın bir iş olduğunu ve kendisinin bu işle hiç meşgul olmadığını, usulünü kaidesini doğru dürüst beceremediğini ama hoşlandığını, edebiyattan çok hoşlandığını belirten Memduh Şevket Esendal'ın bütün eserlerinde kaleminin nasıl da edebi bir hazla, aşkla, heyecanla ve severek yazdığını görüyoruz.

Kitap İçinde Yer Alan Hikayeler

Avni Hurufi Efendi, El malının tasası, İki ziyaret, Rüya nasıl çıktı, Ana baba, Şair tavafı, Haşmet Gülkokan, Keleş, Hasta, Gevenli Hacı, Mendil altında, Feminist, Düğün, Müdürün züğürdü, Karga yavrusu, Kızımız, Gül hanımın annesi, Sinema, Kaçırdık mı, Kuvvetli hükümet, Saide, Dursun Hacı, Celile, İhtiyarlık, Hayat ne tatlı
Mendil Altında
Memduh Şevket Esendal - Can Yayınları - 2023
2.289
Ebru Asya , bir kitabı okudu.
@ebruasya
1y
Mendil Altında
Memduh Şevket Esendal - Can Yayınları - 2023
965
#Edebiyat - @ebruasya
İnceleme
1y
Kitabın ilk iki sayfasında ''aşka aşık'' kişiliğiyle tanınan İstanbul doğumlu yazarımız Mehmet Rauf'un yaşantısından ve kısaca kitabın konusundan bahsedilmektedir.

Mehmet Rauf bu kitabının içine birkaç günlük kış hücumundan acı düşürmüştür. Bu yüzden ki adı Eylül'dür. Kitaba adını veren bu hüzünlü ay, hem gerçek hem de simgesel anlamda kullanmıştır.

Aile hayatı ve kişisel ilişkilerin gelişimini semboller kullanarak anlatan yazarımız, üçüncü tekil şahıs ağzından konuşarak kurduğu seçici cümleleriyle olayları çarpıcı bir biçimde okuyucuya aktarmıştır.

Sadakatsizlik ve yasak aşk teması üzerine kurguladığı eserinde her karakteri farklı bir bakış açısıyla değerlendiren yazarımız; insani duyguların alçalıp yükseldiği mutluluk, hüzün, sadakat, ihanet, coşku, olağanlık, pişmanlık, memnuniyet, kırgınlık, kıskançlık, vicdan azabı gibi kavramları derinlemesine işlemiştir.

Olaylar mekan olarak İstanbul'da; kah boğazda, kah yalıda, kah köşkte geçer. İstanbul'un değişken havasından ise Mehmet Rauf kendine has sanatıyla

'' Hava gittikçe serinliyor, durgun hava sanki su oluyordu; gece berrak, allı pullu, mavi tüyleriyle titreyerek donuyordu'' şeklinde bahseder.

Beş yıllık bir evliliğin sonucunda eşlerin birbirinden koparak nasıl uzaklaştığı; heyecanın, sevginin unutulduğu yerde yeni bir aşka duyulan özlem, duygusal açlık ve içsel dürtülerin yol açtığı ahlaki çöküntüler, içine düşülen yasak aşk sarmalında yaşanan gel- gitler ve karakterler arası ruhsal çözümlemeler yazarın kaleminden başarıyla okuyucuya sunulmuştur.

Kitap halinde ilk baskısı 1901 yılında yayımlanan ve Türk Edebiyatında ''ilk psikolojik roman'' olarak kabul edilen Eylül adlı eserin bitiminde yasak aşk yaşayan çiftimizi acı bir son beklemektedir.

ve bir kez daha anlıyoruz ki

'' Ölümden başka hiçbir şey gerçek ve hiçbir şey sonsuz değildir''
Eylül
Mehmet Rauf - İş Bankası Kültür Yayınları - 2024
1 3.646
Ebru Asya , bir kitabı okudu.
@ebruasya
1y
Eylül
Mehmet Rauf - İş Bankası Kültür Yayınları - 2024
1.392
#Edebiyat - @ebruasya
İnceleme
1y
Cumhuriyet döneminin tanınmış yazarlarından Orhan Kemal'e ait romanımız Baba Evi ve Avare Yıllar olarak iki bölümden oluşmakta. Türk edebiyatında çocukluktan gençliğe geçişi en iyi anlatan eserlerden biri olan bu kitabımızın toplam sayfa sayısı iki yüz yirmi bir. İlk bölümü oluşturan ''Baba Evi'' ise doksan yedi sayfa.

Kitap girişi Orhan Kemal'in hayatına ve eserlerine ayrılarak yazar hakkında ön bilgilendirme yapılmış. Orhan Kemal edebi hayatına şiirle başlamış ancak şiirin yanında deneme niteliğinde olan düzyazılar da yazmaktaymış. Orhan Kemal’in çalışmaları arasında bir roman denemesi bulan ve çok beğendiğini belirterek ona “Bırak şiiri miiri birader; hikaye yaz, roman yaz sen” diyen Nazım Hikmet'le olan tanışıklığının da bin dokuz yüz kırk yılında Bursa Cezaevinde olduğunu bu bilgilendirmelerden dolayı öğreniyoruz.

Kitabımızın ilk bölümünde yer alan eser adı Baba Evi...

Otobiyografi türündeki bu eserde kimi zaman biyografik öğelerden de faydalanılarak; toplumda saygınlığı bulunan, statü sahibi, ataerkil bir ailenin konakta yaşadığı günler anlatılır.. Önsözde yazar Adana kahvehanelerinden birinde Küçük Adamı tanıdığını sohbet sırasında onun hayatından etkilendiğini ve yazmaya karar verdiğinden bahseder. Küçük Adamın hikayesidir kitapta anlatılan ancak Orhan Kemalin hayatını az çok bilenler kurgusal karakterlerin yanında kendi hayatından derin izler taşıdığını rahatlıkla görebilirler.

Baba evinin anlatımı Çanakkale savaşlarının devam ettiği dönemde küçük adamın doğumunun dedesi tarafından askeri görevde olan babaya telgraf çekilerek haber edilmesiyle başlar. İlerleyen sayfalarda Osmanlı’nın son demlerinde zaman zaman görevi dolayısıyla başka şehirlere gitmek zorunda kalan otoriter, despot bir yapıya sahip babanın çocuklarının okumasını, onların saygın bir meslek edinmelerini istemesini konu alır.

Kitabı yıllar evvel okumuş olmama rağmen baba ve oğul arasında geçen şu konuşmalar zihnimde yer etmiştir.

"bak oğlum," dedi, "seninle pazarlık edelim! Biliyorsun ki dünyada herkesin rızkı başka başka yollardan... Kimisi bakkal, kimisi kunduracı, kimisi çiftçi, kimisi de mesela, çöpçü. Bu neden böyle? Çünkü Allah herkese derece derece akıl vermiştir. Bir doktorun işini bir çöpçü beceremediği gibi, bir çöpçünün işini de bir doktor göremez. Şimdi olabilir ki, senin kafan da okuyup bey olmaya uygun değildir. İçinden, "ben okuyup bey olmak istemiyorum, ben kunduracı olacağım, yahut da çöpçü!" dersin. Ha? Söyle, sen ne olmak istiyorsun mesela?"

Eğer ağzımı aramıyorsa...

"Fikrini apaçık söyle, korkma... Bak çöpçülere. Ne okuma kitapları var ne de akşamları ders soran beybabaları. Sen de ''ben çöpçü olacağım okumak istemiyorum'' dersen, ben de senin yakanı bırakırım, bir daha da ders sormam"

Uzatmayalım, çöpçü olacağımı söylemiş bulundum.

Tekme, tokat, yumruk ve iskemlemle beraber yerlere. Ondan sonra dersler bir kat daha bindi, tabii dayaklar da.

Çok zaman "aman yâ rabbi," derdi, "aman yâ rabbi! böyle mi olacaktı benim oğlum?"

O, kuran'ı beş yaşında hatmetmiş!
...
Rahatına düşkün bir çocuğun korkuyla ve baba baskısıyla geçen yıllarının ilginç diyaloglarla gözler önüne serildiği bu roman bir çocuğun gözüyle onun psikolojisi düşünülerek okunduğunda gerçekten çok etkileyiciydi. Evet, bir babanın çocuklarını okutarak iyi bir meslek sahibi olmasını istemesinden daha doğal ne olabilirdi? Ancak o zaman neydi çocuğu okumaktan soğutan? Üstelik de hukukçu olan babası bu denli üzerine düşüp çalışmasını istiyorken, çöpçülüğü büyük adam olmaya yeğleten neydi küçük adamı? İşte bu satırlarda durumu apaçık anlatıyor yazarımız.
..
Babam ne ve neciydi bilmiyorum. Gümüş topuzlu bastonu, sarı çantası, hasırlı kırmızı fesi, bilhassa bana bakarken mutlaka çatılan kaşlarıyla o, benim için iri gövdeli bir korkudan ibaretti.

Kalın kalın öksürerek gelirdi.

''Dersine çalıştın mı bakayım! Ha?

Çenemi kaldırır gözlerimi arar...

''Söyle çalıştın mı?''

Sesinden onun niyetini keşfetmeyi öyle öğrenmiştim ki!

''Cevap versene ulan, çalıştın mı?''
''Çalıştım...''
''Su gibi mi? Ha? Su gibi mi?
''Su gibi...''
''Oku öyleyse!..''

Kıllı, kalın parmağı okumamı istediği satırın başındadır. Büyük halamın su gibi çalıştırdığı dersten aklımda eser kalmamıştır. Yalnız kıllı, kalın parmak... Satırın başında.. Parmağın kıl diplerindeki deliklere gözlerim dikili.
''Okusana!..''
Parmağın kıl diplerindeki delikler büyürler, küçülürler, uzaklaşır yaklaşır, tekrar uzaklaşırlar. Kah ağız olurlar kah göz. Ağız olunca dil çıkarır, göz olunca göz kırparlar... Ya harfler? Onlar da
eğri büğrü, kambur birer hareket halindedirler... Birdenbire bir tokat bir tekme...
..

Küçük adam için babası ; onu sürekli uyaran, istemediği halde sorumluluk yükleyen, ödevler veren, otoriteyi en sert biçimde kullanan kişidir. Babanın bu sert tutumu çocuğun öğrenim hayatını başarısız yönde etkilemiş ve okulu bırakmasına sebep olmuş, aynı zamanda davranış bozukluğu yaratmıştır. Bu olumsuz davranışları küçük adamın tuzak kurarak yakaladığı tavukları iple bağlayıp, sorgu sual edip bağırta bağırta dövdüğü kısmı okurken, kendisine engel olmaya çalışan annesine tavukları terbiye ettiğini söylediğinde anlıyoruz.

Bu küçük adamın yaptıklarını savunma sözlerinden sonra, annenin evladına verdiği öğüt zihinlere kazınacak nitelikte.

''Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma!.. Bu tavuk bile olsa...''


Bir dönem baba, ailesinden uzakta yaşamak zorunda kalıyor. İşte o zaman küçük adam babanın yokluğundaki özgür bakış açısını bakın nasıl anlatıyor.

Babasından ayrılan birçok çocuk babasız kalışına üzülür... Ben tersine... Sevinmiştim... Niçin? Bilmem... Bu "hissizlikte" benim çocuk yapımın çok az etkisi olmalıydı. Evde krallığımı ilan ettim. Astığım astık, kestiğim kestikti. Kardeşlerimi istediğim zaman ağız tadıyla dövebiliyor, güneş battıktan çok sonra eve döndüğümde nerde kaldığımı niçin geciktiğimi dersleri bırakıp gene mi futbol oynadığımı soran olmuyordu...

Ailenin, Türkiye'den Beyrut'a göç edip yerleşmesi çocukların ergenlik dönemine denk geliyor. Baba kendi mesleği olan avukatlığı prosedürlerden dolayı yapamadığı için bir lokanta açıyor. Bu işletmede kardeşiyle birlikte dönüşümlü şekilde garson ve bulaşıkçı olarak çalışan küçük adam iş hayatı boyunca da babasının dayatmacı tutumuna maruz kalıyor ve bu otorite aynı zamanda aile bireyleri üzerinde büyük bir gerilim yaratıyor.

Bir müddet sonra lokantada işler bozulup kapatmak zorunda kalıyorlar. Hayat avare yıllara doğru süre giderken bakın yazarımız açlık psikolojisiyle ilk bölüme son noktayı nasıl bırakıyor.


Ey açlık! Seni midemde, iliklerimde, kanımın yuvarlarında duydum. Ve sen benim iyi, benim şefik ve rahim olan soyum, insan soyu, sen ebedi tokluğu fethedeceksin!
Baba Evi - Avare Yıllar
Orhan Kemal - Everest Yayınları - 2022
2.475
Ebru Asya , bir kitabı okudu.
@ebruasya
1y
Baba Evi - Avare Yıllar
Orhan Kemal - Everest Yayınları - 2022
938
@ebruasya
1y
Sosyal Kitap'a katıldı
2 1.330