Bu kitap bir “seyahat” değil,bir içsel sarsıntılar dizisi. Tezer Özlü’yü ilk kez bu kitapla tanıdıysanız, onun kırılganlığının ne kadar derin, ama aynı zamanda ne kadar bilgece olduğunu hemen fark edersiniz. Kitap boyunca coğrafyalar değişiyor, şehirler, sokaklar, tren istasyonları, oteller… ama bir şey sabit kalıyor, ruhundaki o dipsiz boşluk.
Yazar, kimi zaman Kafka’nın Prag’ında dolaşırken onun ruhuna dokunmaya çalışıyor, kimi zaman Pavese’nin intiharla noktalanmış yaşamının izlerini sürüyor. Ama aslında tüm bu yolculuk, kendi varoluşunu anlamaya çalışan bir kadının iç monologlarıyla örülü. Zaman zaman delilikle sınanmış bir benliğin, geçmişteki acıları didik didik eden bir zihnin kitabı bu. Anlatımı sade ama bir o kadar yoğun, kimi cümleler sanki içinden sökülüp alınmış gibi acıtıyor.