Yazar Aylin Koç’un kaleme aldığı ilk kitabı “Denediklerim ve Öykülediklerim, anlatı türlerinin sınırlarını esneten biçimsel kalıplardan bağımsız bir okuma deneyimi sunar. Tam anlamıyla bir öykü ya da klasik bir deneme olarak nitelendiremeyeceğimiz bu kitap türler arası bilinçli bir geçişkenlik sergiler. Aylin Koç’un metinleri; hikâye, deneme, mektup, iç monolog ve gözleme dayalı eleştiriler arasında serbestçe dolaşırken, anlatı tekniklerine olan hâkimiyetini de görünür kılar.
Eserin biçimsel yapısında lineer bir kurguya bağlı kalınmaz. Bölümler arası geçişler zaman zaman hızlı görünse de duygusal süreklilik korunur; metinler arasında dikkatle örülmüş bir zincir bağı sezilir. Duru, akıcı ve melodik bir dilin hâkim olduğu anlatılarda, bazı metinlerin arasına serpiştirilmiş şiirsel pasajlar metinlere canlı, içten ve samimi bir atmosfer kazandırır. Bu bağlamda eser, yalnızca içerik açısından değil, üslup yönüyle de özgünlük taşır.
Kitabın tematik düzleminde toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri önemli bir yer tutar. Kadın bedeninin metalaştırılması, güzellik algısının tarihsel inşası, kadınların kamusal alandaki görünürlüğü, erkek egemenliğinin gündelik yaşam pratiklerine yansımaları, mahalle kültürünün şekillendirici etkisi ve toplumsal normların birey üzerindeki belirleyiciliği metinlerde sıklıkla işlenir. Bu çerçevede yazar, bireyin toplum içindeki kimlik ve konumuna dair güçlü bir farkındalık sunar. Özellikle Gırcır Böceği metaforuyla anlatıcının doğrudan okura seslenmesi, metne sıcaklık katarken; bireysel hafızanın derinliklerinde toplumsal baskılara karşı kimlik inşasının nasıl yeniden üretildiğini gösterir.
Metinlerin duygusal altyapısı ise ses, sessizlik, duyarlılık, mutluluk, mutsuzluk, paylaşmak, mesafe, dostluk, barış, hatıralar, hayaller, özlem ve sevgi gibi soyut kavramlar etrafında şekillenir.
Aylin Koç’un anlatılarında insan-doğa ilişkisi belirgin bir şekilde öne çıkar. Kimi anlatılarında yazar, görünenle görünmeyen, içle dış arasında ince ve duyarlı bir hat çizer. Verdiği her detay aslında bir çağrışımı besler, tıpkı yer incirinin doğada kendiliğinden belirmesi gibi... Doğa, yalnızca bir fon olarak değil; insan ruhunun metaforik yansıması olarak da ele alınır. Bu anlatım biçimi, esere evrensel bir duygu katmanı kazandırırken, doğayla insan arasında kurulan simgesel benzerlikler aracılığıyla anlatılar derinleşir. İncir Çiçeği ve Kelebek Zannedilen Dantelkanat bunun en bariz örneğidir. İncir Çiçeğinde görünürde trafik ışıkları üzerine bir gözlem sunulsa da metin, durmak-geçmek, kural ve iktidar gibi soyut kavramların simgesine dönüşerek toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan bir derinlik kazanır. Kelebek Zannedilen Dantelkanatta ise ekim ayı anlatılırken çam kese tırtılları gibi yan yana dizilen insanların güz yaprağı misali hayattan kopuşu üzerinden 10 Ekim 2015 Ankara Tren Garı Katliamına güçlü bir atıf yapılır.
Yazarın anlatı dili, sıradan ayrıntılar arasında gezinirken sessizce yerleşmiş toplumsal kabulleri görünür kılar. Metnin çeşitli yerlerine serpiştirilen halk söylemleri çocukluk hafızasına ait detayları yansıtır. Anlatılardaki çocuk bakışı, ahlaki sezginin ve duygusal farkındalığın merkezi haline gelir. Fatma teyzelerde olduğu gibi kimi zaman hafif bir ironiyle, kimi zaman çocuksu bir şaşkınlıkla bu kabullerin üzerine eğilir. Farklı karakterlerdeki Fatma teyzelerin temsil edildiği sahneler; görünmeyen mağduriyetler, zenginlik, fakirlik, kadın bedeni, geleneksel değer yargıları ve halk inanışları etrafında şekillenir.
Örneğin kolundaki tek bileziğe “ölümlüğüm” diyen ve yalnızlığın içinde darp edilen kadın figürü hem maddi hem varoluşsal olarak kırılgan bir yaşamın sembolü olur. Anlatıcının tanıklığıyla aktarılan “yabancı değildir, yalnız olduğunu bilen biri yapmıştır,” sözleri ise bu şiddetin yalnızlık ve sosyal güvencesizlikle doğrudan ilişkili olduğunu sezdirmesinin yanı sıra sorgulanmadan meşrulaştırılmış kabullere dikkat çeker. Yine Fatma teyzelerden biri, kısa olan saçlarının ucuna boncuklar takarak arkadan öne doğru uzatmasının sebebini “İslam’a göre kadının saçı, göğsünü kapatacak kadar uzun olmalıymış,” diye açıklar. Benzer biçimde “Peygamberin karısının adı Fatma’ymış” şeklindeki gerçek dışı sözler anlatıcı tarafından çocuklukta edinilen kutsal bilgi olarak algılanıp hatırlanır. Otuzlu yaşlarında yanlış edinilen bu bilginin ironiyle yoğrulmuş sorgulayıcı bir farkındalıkla “meğer o klasik bir sözmüş” ve “konu buymuş” ifadeleriyle cümleye dışarıdan dilsel bir mesafe ile yaklaşarak bu tür yanlış bilgilerin halen dolaşımda olduğunu ima eder.
Eserdeki anlatılar kimi zaman düşünsel bir düzlemde başlayıp kurmaca evrene doğru sürüklenir. Kültürel bir deneme gibi başlayan bazı metinler, okuyucuyu bir öykünün içine, kimi zaman da geçmişin daha da gerisindeki bir ana misafir eder. Bu türsel serbestlik, denemenin düşünsel tonunu kırarak kurmaca dünyanın gerçekliğiyle yeni bir bağ kurar.
Aylin Koç’un kalemi, bireyin dış dünyanın yüklerinden arınıp kendi sesiyle yürüyebilmesini arzulayan bir yerden seslenir. Özellikle “Herkes İyi Olmanı İstemeyecek” başlıklı yazı, insan doğasına ilişkin güçlü tespitler sunar. Başarı, kıskançlık, kutlama yoksunluğu ve dışsal yargılar gibi kavramlar etrafında şekillenen bu metin, yalnızca kişisel gelişim çerçevesinde değil, aynı zamanda varoluşsal ve felsefi bir bağlamda değerlendirilebilir.
Denediklerim ve Öykülediklerim toplamda otuz altı anlatıdan oluşur. Öne çıkan başlıklar arasında Serendipçe, Ding Dong, Atık Sandıklarımız, Doğada Özgürlük Arayışı, Bazen İstanbul Bazen İzmir, Gölgenin Sözü, Kelebek Zannedilen DantelKanat, Fatma Teyzeler, Zamanda Kaybolan Saatçi ve Tarihin Sutyeni gibi dikkat çekici metinler yer alır. Bu anlatılar hem bireysel hafızanın hem de kolektif bilincin izlerini taşıyarak okura düşünsel ve duygusal derinliği olan bir okuma deneyimi sunar.
Kitabın arka kapağındaki satırlar yazarın anlatımındaki samimiyeti ve insana dair gözlem gücünü açıkça ortaya koyar.
Bu kitabı neden okumalısın? Denedik. Yaşadık, Anlattık. Hayat üstümüze düşen rollerden ibaret değil. Bazen sessiz bir çığlık, bazen gülüşlerimizin arkasına gizlenen kırıklar...Bu kitap, bir insanın gördüklerini, içinden geçtiklerini, kendisiyle ve hayatla ettiği uzun sohbetleri anlatıyor.
Merhaba, derin ve emek verilmiş bir inceleme olmuş. Kitap bende de merak uyandırdı okuma listeme ekledim. Diğer incelemelerinizi sabırsızlıkla bekliyorum. Kaleminize sağlık.