Dostoyevski’nin isimsiz bir kahramanının kırklı yaşlarında -aslında içinde bulunan bir- yeraltı dünyasından çıkarak geride kalan gençlik çağının büyük çalkantılarını anlattığı bu roman, okuyucusunu kaçınılmaz olarak kuşatıp içine hapseden kahramanının gözünden yaşamın zorluklarını, bu zorluklar karşısında içine düşülen bunalım ve kızgınlıkları anlatarak ilk gençliğin çatışmalarını sarsıcı bir yalınlıkla anlatır.
Bir monolog olarak bizzat okuyucunun dilinden seslendirilen yaşama sevinci ve insan sevgisine reddiye niteliğindeki ilk bölümün ardından kahramanın gömüldüğü yeraltı dünyasının bizzat müsebbibi olan kişilerle hesaplaşmasının anlatıldığı ikinci bölüme hınç içinde geçilir. Gençlik yıllarında içine çekildiği yeraltının sebebi olan yakın çevresiyle yüzleşmek üzere attığı bu hesaplaşma adımı yeni kırgınlıklara maruz kalmasına ve nihayet hayal kırıklıklarıyla dolu bir aşka sürüklenmesine de sebep olacaktır.
Ayrıca bir durum daha acı veriyordu bana: Ne kimse bana benziyordu, ne de ben kimseye. "Ben tek başımayım, onlarsa birlik," diye geçiriyordum içimden, derin düşüncelere dalıyordum.
Ama ne var, biliyor musunuz: Bizim yeraltı insanını dizginde tutmak gerektiği inancındayım. Yeraltında kırk yıl sesini çıkarmadan oturmasına oturur da, yeryüzüne çıkınca konuşur, konuşur, konuşur…