Türkü Söylüyor Otlar

(1 kişi)
Kitabı değerlendirin

0

Takip

0

Beğeni

1

Okuma

126

İzlenme

Tanıtım Yazısı
“Çok kötü bir iş.” Türkü Söylüyor Otlar’da Rodezya’nın ırkçı beyazları, Turnerların uzak çiftliğinde işlenen cinayetten bu alelade cümleyle söz ederler. Ayrıcalıklarını korumak, krizleri sıradanlaştırmakla mümkündür. Lessing’in 1950 yılında yayımlanan romanı Türkü Söylüyor Otlar bağımsız, şehirli bir beyaz kadın olan Mary’nin, yine beyaz bir çiftçi olan Dick’le evlenip onun çiftliğine taşınması üzerine kuruludur. Yalıtılmışlık, tekdüze çiftlik yaşamı, yarı-insan konumuna itilmiş siyah hizmetçiler ve Dick’in onulmaz yoksulluğu Mary’de şiddetli bir ırkçı nefrete evrilir, ta ki yeni siyahi hizmetçisi Moses’in gelişine dek. Moses’in Mary’yle kurduğu bağın özgünlüğü, aralarındaki efendi-hizmetçi gerilimiyle daha da karmaşıklaşacaktır. Doris Lessing küçüklük anılarından süzdüğü bu yapıtında kısır bir yaşam, sevgisiz evlilik ile ırkçılığın birbirini nasıl beslediğini incelikle sergiler.
Tür: Roman
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
ISBN: 9786254293481
Sayfa: 248s.
Kapak: Ciltsiz
Tarih: 2024
Kağıt Tipi: 2. Hamur

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

Okuma Durumları
Okudum (1):
İncelemeler ve Alıntılar
Türkü Söylüyor Otlar kitabı hakkında sen ne düşünüyorsun?
@nese
İnceleme
19g
Siyah ve Beyaz
Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu,
birinciliği beyaza verdiler.
(Özdemir Asaf)

Bu kitapta çok ama çok şey var. Yine de uzun uzadıya anlatmadan aktarmaya çalışacağım.

Yer Güney Afrika, Rodezya. Bugünkü ismiyle Zimbabwe. İnsanlık iki büyük dünya savaşını tecrübe etmiş. On savaş daha yaşasa değişen fazla bir şey yok. Biz önce dışından bakıyoruz insana.

Gözümüze ilk önce siyah ve beyaz çarpıyor.

Türkü Söylüyor Otlar’da Doris Lessing’in yirmi beş yıl yaşadığı Zimbabwe toprakları mükemmel bir betimlemeyle anlatılıyor. Avrupalı beyaz efendilerin hem sömürüp hem tiksindiği siyah, sade bir dille çıkyor karşımıza.

Açlıktan yığılıp kalmış çocuğu, arkasında bekleyen akbaba ile görünce deklanşöre basan Kevin Carter, o fotoğraf sayesinde Pulitzer Ödülü almıştı hani, bakınca hepimiz de ne üzülmüştük!. Sonra şölen sofralarımıza geri dönmüştük. İşte o fotoğrafın ardındaki yaşamı en yalın anlatımla görüyoruz. Bunu yaparken, beyazın yalnızca siyaha değil, birbirine karşı tutumunu da izliyoruz. Dönemin toplumsal yapısı yazarın aynasından gözümüze yansıyor. Kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik, erkeğin egemen olduğu düzendeki çarpıklık, toplum baskısının insan psikolojisi üzerindeki yıkımı akıcı ve duru bir dille sergileniyor. Eleştirel bakış açısını satır aralarında boğulmadan yakalayabiliyoruz. Sayfalar ilerledikçe beyaz adamın ırkçılık ideolojisinin hem değersizleşmesi hem de bu değişimi reddetmekten doğan iç çatışmalarına tanık oluyoruz.

Lessing, efendi-köle ilişkisini hem beyaz adamın siyah adama uyguladığı baskıcı tutumla hem de ataerkil sistemin kadına getirdiği dayatmalarla göz önüne sererken, aslında bir taşla iki kuş vurmuş oluyor. Çocukluğunu yoksul ve mutsuz bir anne babayla geçiren Mary’i ana karakter olarak seçmesi, “Mutsuz çocuklar mutsuz toplumların mimarı mıdır?” sorusunu ayrıca akıllara getiriyor. Geçmişiyle bağlarını koparıp ailesiz bir yaşamı seçen, üstelik bundan mutlu da olan Mary’nin toplum baskısına boyun eğmesi, ister istemez aile kaderdir düşüncesini çağrıştırıyor. Seçtiği yaşam ile kendisine dayatılan yaşam arasındaki zıtlık yüzünden kendini toplumdan soyutlayıp, akıl bozulmasına kadar sürüklenen bir karakter profilinde tanık olduklarımız akıllara şu soruyu da getirmeli: Batısıyla, doğusuyla, adil bir toplum olmamız düşüncesi bir hayalden ibaret olabilir mi? Belki de kaçış yok.

Yazar, kara kıtanın iyileşmeyen yarası olan siyah ve beyaz arasındaki eşitsizlikle, beyaz adamın ‘haklı da benim üstün de’ psikolojisi ve kendi dünyasında çözemediği cinsiyet eşitsizliğiyle, insanın insanı sömürmesiyle doğan adaletsizliğe yaptığı vurguyla, harika bir eser meydana getirmiş.

Lessing’in ilk romanı olan Türkü Söylüyor Otlar, kendi özyaşam izlerini de taşıyor. Katolik okulunda okurken eğitimini yarıda bırakan, genç yaşında evi terk eden yazar, otuzlu yaşlarında kaleme aldığı bu romanla ırkçılık konusunu kadının toplumdaki trajik durumuyla harmanlayıp, bu alanda yapılmış çalışmalardan farklı bir eser koyuyor ortaya.

“Bir uygarlığın zaaflarıyla ilgili en doğru yargıya başarısızlıklarına ve uyumusuzluklarına bakarak varılabilir.”

"O, beyaz Güney Afrika'nın birinci kuralına uyuyordu: Beyaz soydaşlarının, belli bir seviyenin altına düşmelerine izin vermeyeceksin; çünkü buna izin verirsen, Zenci kendini seninle eşit görür."

Kazandığı 2007 Nobel Edebiyat Ödülü’nü, ödülle gelen ilginin yazarlığını olumsuz etkilemesi yüzünden bir felaket olarak niteleyen Lessing’in başarılı psikolojik tahlillerinden biri olarak gördüğüm şu alıntıyı da paylaşmadan geçmek istemedim.

“Gerçeği söylemek ya da dışlamak uğruna, bir insanın kendisi hakkındaki imgesini çökertmek çok kötüdür. O insanın yaşamaya devam edebilmek için yeni bir imge oluşturmayı başarıp başaramayacağını kim bilebilir?”
Türkü Söylüyor Otlar
Doris Lessing - İş Bankası Kültür Yayınları - 2024
442