Masumiyetin Tarihi: Anadolu’nun Çocuk Kalbi”, sizi; tarih boyunca çocukların seslerinin yankılandığı, hayallerinin filizlendiği ve oyunlarının hayat bulduğu Anadolu’nun büyülü dünyasına davet ediyor.Bu kitap; Hititlerin gizemli topraklarından Osmanlı’nın görkemli sokaklarına, Antik Çağlardan günümüze kadar uzanan bir zaman yolculuğuyla çocukların hayatlarına dokunuyor. Çocukluk döneminin masumiyetini, toplumların bu değerli döneme bakışını ve bu kadim coğrafyada çocuk olmanın ne anlama geldiğini derinlemesine keşfetmenizi sağlıyor.Eğitimden oyunlara, sağlık koşullarından masallara, toplumsal cinsiyet rollerinden arkadaşlık ilişkilerine kadar uzanan bu eşsiz eser; yalnızca geçmişi değil bugünü ve yarını da anlamlandırıyor. Her bir satırı, Anadolu’nun kültürel zenginliklerini çocukların gözünden anlatırken okuyucusuna şu soruyu sorduruyor: Gelecek nesiller için çocuklara nasıl bir dünya bırakıyoruz?Çocukların kahkahalarının yankılandığı sokaklardan ailelerin değerlerini aktardığı evlere, medreselerin ilim dolu atmosferinden geleneksel oyunların coşkusuna uzanan bu hikâye; geçmişle bugün arasında eşsiz bir köprü kuruyor. Her bölümde, Anadolu`nun çocuklarına nasıl baktığını ve onların geleceğini nasıl şekillendirdiğini bir kez daha düşüneceksiniz.Tarih boyunca her uygarlık; geleceğini, çocukların ellerine teslim etti. Peki, Anadolu uygarlıkları çocuklarının eline ne bıraktı? “Anadolu’nun Çocuk Kalbi”, hem bu soruya yanıt arayan hem de sizi tarihin en masum kahramanlarıyla tanıştıran bir başyapıt!Geçmişin izlerini sürmeye ve Anadolu’nun çocuklarıyla tanışmaya hazır olun! Bu kitap, sadece tarih değil bir miras, bir sorgulama ve bir çağrıdır: Dünü anlayarak bugünün çocuklarına nasıl daha aydınlık bir yarın bırakabiliriz?Eğitimin, oyunların, masalların ve hayallerin izinde, Anadolu’da çocuk olmanın ne demek olduğunu keşfetmeye davetlisiniz. Çünkü çocukların hikâyesi, hepimizin hikâyesidir.
Edirne II. Bayezid Darüşşifası’nda bir hekim, yüksek ateşle gelen bir çocuğu söğüt kabuğu çayı ve serin banyolarla tedavi etmeye çalışırken, Topkapı Sarayı’ndaki bir sütanne, şehzadesine süt verirken dualar etmekteydi. Bu iki farklı ortam, Osmanlı’da çocuk sağlığının hem bilimsel hem de manevi boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Osmanlı’da çocuklar için düzenlenen sosyal etkinliklerden biri de sünnet törenleriydi. Bu törenler, yalnızca dini bir vecibenin yerine getirilmesi değil, aynı zamanda çocuğun sağlığı için hijyenik bir adım olarak da değerlendirilirdi. Sarayda yapılan sünnet düğünleri, Osmanlı sanat ve kültür hayatının zenginliğini yansıtan büyük organizasyonlar olarak dikkat çekerdi.
Osmanlı vakıf sistemi, çocukların korunması ve sağlıklı yetişmesi için hayati bir rol üstlenmiştir. Yoksul ailelerin çocuklarına ücretsiz sağlık hizmeti, eğitim ve barınma imkanı sağlayan bu vakıflar, toplumsal dayanışmanın güzel bir örneğidir. Özellikle yetim ve öksüz çocuklar için kurulan “Darüşşafaka” gibi kurumlar, çocukların geleceğine yatırım yapmayı amaçlamıştır.
Osmanlı’da, çocukların tedavi ve bakımını üstlenen hekimler özellikle medreselerde eğitim almış kişilerdir. Bu dönemde inşa edilen şifahaneler, çocukların sağlık hizmetlerine ulaşmasında kritik bir öneme sahipti. Örneğin, Edirne II. Bayezid Darüşşifası, yalnızca yetişkinlere değil, çocuklara da hizmet sunan bir sağlık merkeziydi.
Osmanlı hekimleri, çocuk sağlığı ve hastalıkları konusunda dönemin en ileri tıbbi bilgilerini uygulamışlardır. İbni Sina’nın “El-Kanun fi’t-Tıb” adlı eseri, Osmanlı tıbbında temel bir kaynak olmuştur. Çocuk hastalıklarının tedavisinde bitkisel ilaçlar yaygın olarak kullanılmıştır. Örneğin:
• Ateş düşürücü olarak söğüt kabuğu ve kekik, • Cilt yaralarının tedavisi için balmumu ve zeytinyağı karışımları tercih edilmiştir.
Yeni doğan bebeğin sağlıklı beslenmesi için anne sütü büyük önem taşımaktaydı. Ancak annenin sütü yeterli olmadığı durumlarda, sütanneler devreye girerdi. Sütannelik, Osmanlı toplumunda kurumsallaşmış bir yapıdaydı. Özellikle sarayda, şehzadelerin ve hanedan üyelerinin sağlıklı büyümesi için seçilmiş sütanneler görev yapardı. Bu durum, sütannelik kurumunun sosyal statü kazandığı bir sistemin oluşmasına da yol açmıştır.
Osmanlı toplumunda hamilelik, kutsal bir süreç olarak görülmüş ve doğacak çocuk için dualar edilmiştir. Hamile kadınların rahat bir doğum yapması ve bebeğin sağlıklı dünyaya gelmesi için "lohusa duası" gibi dini ritüeller gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, lohusa döneminde annenin hem fiziksel hem de ruhsal sağlığına özen gösterilmiştir. Bu süreçte ebeler, doğumun güvenli bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak için önemli bir rol oynamışlardır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda çocuk sağlığı, dini, tıbbi ve sosyal yaklaşımların harmanlandığı bir sistemle ele alınmıştır. Çocuğun korunması ve sağlıklı bir birey olarak yetiştirilmesi hem dini hem de toplumsal bir görev olarak kabul edilmiştir. Osmanlı’daki bu yaklaşım, bir yandan İslam dininin ilkelerine, bir yandan da dönemin bilimsel bilgi birikimine dayanmaktaydı.
Kayseri Gevher Nesibe Şifahanesi’nde çalışan hekimler, çocukların sıkça yaşadığı hastalıklardan biri olan ishal için bitkisel karışımlar hazırlar ve bu karışımları temiz suyla karıştırarak uygularlardı. Aynı dönemde Bizans’ta bir annenin, bebeğinin bağışıklığını güçlendirmek için zeytinyağı ve sarımsak karışımıyla yaptığı masaj, iki farklı kültürün çocuk sağlığına verdiği önemi gözler önüne sermektedir.
Selçuklu ve Bizans dönemlerinde çocuk sağlığı, her iki medeniyetin dini inançları ve tıbbi bilgi birikimi doğrultusunda şekillenmiştir. Selçuklular, İslam tıbbının rehberliğinde çocuk sağlığına yaklaşırken, Bizans toplumu Hristiyanlık ve antik tıp mirasını birleştirmiştir.