Tortop büzülmüş yatıyorum, tüm bedenim hepi topu iki arşınlık alan kaplarken düşüncem dünyayı kucaklıyor. Tüm insanların gözleriyle görüyor, kulaklarıyla duyuyorum; ölenlerle ölüyorum; yaralananlar ve unutulanlarla kederlenip ağlıyorum ve bir bedenden kan fışkırdığında yaraların acısını hissediyor, ıstırap çekiyorum. Olmayanı ve uzaktakini, tıpkı olan ve yakındaki kadar net görüyorum, çırılçıplak kalan beynimin ıstırabının sınırı yok.
…her yerde anlamsız ve kanlı kavgalar. En ufak bir itki, vahşi bir hesaplaşmaya davetiye çıkarıyor; bıçaklar, taşlar, odunlar devreye giriyor ve kimin öldüğü fark etmiyor: Kızıl kan damarda durmuyor ve hevesle, oluk oluk akıyor.
﴾İtki: Bir işi yapmak, harekete geçmek için duyulan ve bireyin engelleyemeyeceği kadar güçlü istek, tepi.﴿
…tıpkı cepheden geri getirdikleri yüzlerce insan gibi çıldırmak zorundayım. Ve bu beni korkutmuyor. Aklını yitirmek bana saygıdeğer bir şey gibi geliyor, tıpkı nöbetçinin görev yerinde can vermesi gibi. Ama beklemek, deliliğin yavaş yavaş ve önüne geçilemez biçimde yaklaşması, muazzam ölçülerde bir şeyin uçurumdan aşağı düşmekte olduğu hissi, bin parçaya ayrılan düşüncenin verdiği katlanılmaz acı…
…ama savaş gerçeğinin kendisine alışamıyorum, esasen akılsızca olan bu şeyi anlamayı ve açıklamayı aklım reddediyor. Bir milyon insan bir yerde toplanıp edimlerine haklılık kazandırmaya çalışarak birbirini öldürüyor ve hepsi eşit derecede hasta ve hepsi eşit derecede mutsuz. Delilik değil de nedir bu?