"İşte adaşım, sana seven bir Çingene`nin hikayesi. Çiçeklerin açtığı bir mevsimde, senin kollarına yaslanan ve çiçekler kadar güzel kokan bir vücutla uzak su kenarlarında oturmak ve öpüşmek, yoruluncaya kadar öpüşmek hoş şeydir... (...) Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir."Değirmen`denTürk edebiyatının "özgür" sesi Sabahattin Ali`den yıllara meydan okuyan öyküler...
Sırça Köşk'ün peşine okuduğum ikinci öykü kitabı oldu Değirmen. İtiraf etmeliyim ki bu kitap ile birlikte onun öykücülüğü, romancılığının yanında benim gözümde çok daha yükseklerdedir artık. Yahu bu nasıl bir kitap, onlar nasıl öykülerdi öyle aman ya rabbi… Sanki kalbim camdanmış da bu öykülerdeki aldığım hisler de o camdan kalbin çekiçle parçalanması gibi bir hissiyatmış… Böyle bir kitaba ne denilebilir daha fazla bilemiyorum.
Halbuki ben onun için bir hiçtim; gelmiş ve geçmiş birisi… Nasıl anlatayım efendim, çorabının yırtığı, şapkasının kurdelesi kadar benimle alakadar olmuyor, evlerindeki kedi kadar bile beni sevmiyordu.
Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?
Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekâlâ, ikincisine? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o?.. Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin?.. Hem biliyor musun, bu aptalca bir laftır: Kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu filana veya falan veriyorsun… Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun…
‘Gel,’ dedim, ‘beraber kaçalım.’ Acı acı güldü, ‘Ağam,’ dedi, ‘ben senden noksanım, bana sadaka mı veriyorsun?..’ Onu nasıl sevdiğimi anlattım: ‘Bana kolunun yerine kalbini veriyorsun,’ dedim, ‘bir kalp bir koldan daha mı az değerlidir?’