Platon, görüşlerin keyfiliği olarak parrhesianın karşısına, iyi ve cesur parrhesiayı yerleştirir. Parrhesiastes [parrhesiayı icra eden kişi], halkı pohpohlamaya çalışan popülistlerden ve siyasetçilerden farklıdır. Doğruyu söylemenin tehlikeleri yok değildir. Özellikle Sokrates, cesur parrhesianın örneğidir. Sözleri bütünüyle hakikat kaygısına dayanır. Doğruyu söylemek, onun ölünceye kadar vazgeçmediği bir ödevdir.' Bu ödev, onun filozof olarak varoluşuyla örtüşür. Ölme riskini bile göze alır. Foucault, Sokrates'in bir parrhesiastes olarak oynadığı rolü güçlü biçimde vurgular: "Burada, bir demokraside adalet ve yasa adına doğruyu söylemek isteğiyle hayatını riske attığını kanıtlayan bir örneğimiz bulunmaktadır. Parrhesianın tehlikeli olduğu doğrudur, ancak Sokrates'in bu parrhesianın risklerini göğüsleme cesareti gösterdiği de doğrudur."
Nietzsche'ye göre hakikat, insanların birarada yaşama imkanını kolaylaştırmaya hizmet eden toplumsal bir yapıdır. Birarada yaşama varoluşsal bir temel sağlar: "Hakikat dürtüsü, gerçek dünya ile yalanlar dünyasının ne kadar karşıt olduğuna ve uzlaşımsal-hakikat koşulsuzca bağlayıcı değilse, tüm insan varoluşunun nasıl da belirsiz hale geldiğine dair keskin bir gözlemle başlar: Eğer insani bir toplum ... var olacaksa, katı bir uzlaşımın zorunluluğu hakkında ahlaki bir kanaattir bu. Savaş hali sona erecekse, işe hakikatin tespit edilmesiyle, şeylerin geçerli ve bağlayıcı bir imlemiyle [Bezeichnung] başlamak gerekir. Yalancı, gerçek olmayanı gerçekmiş gibi göstermek için kelimelerden istifade eder, yani sağlam temeli kötüye kullanır." Hakikat, farklı geçerlilik taleplerinin bir bellum omnium contra omnes'e [herkesin herkese karşı savaşına] , toplumun topyekun bölünmesine yol açmasını engeller.
Artık kanıksadığımız ve sorunsuz olarak algıladığımız bir yaşam dünyasına fırlatılmıyoruz. Yaşam dünyası artık bir tasarı [Entwurf] meselesidir. Eskiden bölünmez bir birlik olarak algılanan bütüncül ufuk, radikal bir fragmantasyon sürecine maruz kalıyor. Küreselleşmeyle birlikte dijitalleşme ve ağlar oluşturma, yaşam dünyasının çöküşünü hızlandırıyor. Yaşamı dünyasının giderek olgusallıktan ve bağlamdan koparılması, iletişimsel eylemin bu "bütünsel arka planını" yok ediyor. Yaşam dünyasının olgusallığının ortadan kalkması, anlaşma odaklı iletişimi büyük ölçüde engelliyor. Yaşamı dünyasının olgusallıktan koparıldığı göz önüne alındığında, internet üzerinde kimlik ve topluluk deneyimlerini yeniden mümkün kılacak alanlar tesis etmeye, yani kanıksanmış ve sorunsuz kabul edilen bir ağ tabanlı yaşam dünyası kurmaya yönelik ihtiyaç ve çabalar ortaya çıkmaktadır. Böylece internet, kabileleştirilmektedir.
Toplumun artan atomizasyonu ve narsistleşmesi, bizi ötekinin sesine sağırlaştırır. Aynı zamanda empati kaybına da yol açar. Bugün herkes benlik/kendilik kültünü yüceltiyor. Herkes kendini gerçekleştiriyor [performer] ve üretiyor. Demokrasinin krizinden, internetin algoritmik kişiselleştirmesi değil, ötekinin kaybı, dinleme yetisinden yoksunluk sorumludur.
Görseller metinlerden daha hızlıdır. Söylem ve hakikat viral değildir. Görseller, argümanlar sunup bunları gerekçelendirmediği için, iletişimin giderek görselleşmesi demokratik söylemede mani olur.
(...) Dijitalleşmenin ilk günlerinde, geleceğin demokrasisi olacağı hayal edilen gerçek zamanlı demokrasinin tam bir yanılsama olduğu ortaya çıkmıştır. Dijital sürüler, sorumlu, politik olarak etkin bir kolektif oluşturmaz. Sosyal medyanın yeni özneleri olan takipçiler, akıllı injluencerlar tarafından eğitilip sağılan tüketici hayvanlar haline gelmiştir. Siyasetle ilgileri kalmamıştır. Sosyal medyadaki algoritma kontrollü iletişim ne özgür ne de demokratiktir. Yeni bir ergin/reşit olmamaya yol açar. Akıllı telefon mobil bir parlamento değil, bir boyun eğdirme aygıtıdır. Akıllı telefonlar, özel konuların sürekli başkalarına sunulduğu mobil vitrinler olarak hizmet ettiğinden, kamusal alanın parçalanıp dağılmasını hızlandırır. Sorumlu/erginleşmiş [mündige] vatandaşlar yerine tüketim ve iletişim zombileri yaratır.
Influencer, tüketim ürünlerini kendini gerçekleştirmenin araçları gibi gösterir. Kendimizi ölümüne gerçekleştirirken, aynı zamanda kendimizi ölümüne tüketiriz. Tüketim ve kimlik iç içe geçer. Kimliğin kendisi bir meta haline gelir.
Enformasyon kapitalizmi neoliberal iktidar tekniklerini benimser. Disiplin rejiminin iktidar tekniklerine karşıt olarak, zorlama ve yasaklarla değil, aksine olumlu teşviklerle işler. Özgürlüğü bastırmak yerine sömürürler. İrademizi şiddetle kırmak yerine, bilinçsiz bir düzeyde kontrol ederler. Baskıcı, disipline dayalı iktidar, yerini komuta etmeyen, aksine fısıldayan, buyurmayan, ama dürten, yani davranış kontrolünün incelikli araçlarıyla iteleyen akıllı bir güce bırakır. Foucault'nun disipline dayalı rejimini karakterize eden Gözetleme ve Cezalandırma, yerini motivasyon ve optimizasyona bırakır. Neoliberal enformasyon rejiminde egemenlik, kendisini özgürlük, iletişim ve topluluk [community] olarak sunar.
Gerçekten özgür olan insanlar değil, aksine enformasyonlardır. Enformasyon toplumunun paradoksu ise şudur: İnsanlar enformasyonların esiridir. İletişim kurup enformasyonlar üreterek kendi kendilerini zincirlerler. Dijital hapishane şeffaftır.
Dijital enformasyon teknolojisi iletişimi gözetime dönüştürür. Ne kadar çok veri üretirsek, ne kadar yoğun iletişim kurarsak, gözetim o kadar verimli hale gelir. Bir gözetleme ve teslimiyet aygıtı olarak cep telefonu, özgürlük ve iletişimi sömürür. Enformasyon rejiminde insanlar gözetlendiklerini değil, özgür olduklarını hissederler. Paradoksal bir şekilde egemenliği güvence altına alan, tam da özgürlük duygusudur. Enformasyon rejiminin disiplin rejiminden kökten ayrıldığı yer burasıdır. Özgürlük ve gözetimin birleştiği momentte tahakküm kusursuz hale gelir.