Huzursuzluğun kitabına başlamaya cesaret edemeyince bu kitabı seçtim. Biraz giriş dersi gibi, başlangıç için, yazarın üslubuna alışabilmek ve yarattığı karakterler hakkında ön bilgi sahibi olmak adına yeterli ve cezbedici bir kitap ortaya koymuş.
Belirli tek bir konu yok dediğim gibi. Daha ziyade önceki kitaplarındaki karakterleri temsil etme yönünde alıntılar yer alıyor. Reading slump için iyi bir tercih olabilir. Tavsiye ederim kesinlikle.
Tanrılar Konsili "Asla varılamayacak yere her zaman dosdoğru gidildiği için mi, yoksa varışı olmayan yere doğru dönüp durulduğu için mi hiçbir şeyin sonunun olmadığını kimse bilmez."
"Kesin kabul ettiğim çözümlere vardığım akılsal şeyler hariç, günde on kez fikir değiştiriyorum. Ancak duygulanma olasılığı olmayan şeylere dair oturmuş bir anlayışım var..."
Tanrı'yı Bulmak "Ortalıkta gözükmese de iyi olan bir insanın varlığı, görünür olan ama sadece iyilik taslayan pek çok insanın varlığından daha iyidir."
"Ancak, kimi inanlar ona ait olmayan giysilerine rağmen Güzelliğin yüzünü gördüler ve onu tanıdılar. Kimi insanlar da tanırlar Çirkinliğin yüzünü; giysiler onu gözlerinden saklayamaz."
Halil Cibran'dan okuduğum ikinci kitap oldu. Ilki gibi kısa ve anlamları, metaforlar arasında bulunmayı bekleyen türde öyküler yer alıyor.
Yüzeysel bir okumayla hafızadan silinecek, bir mesajı olmayan, sığ karakterlerden oluşan hikayeler bunlar. Fakat şahsen severek okudum Meczup kitabını da Gezgin'i de. Yine toplumsal konularla ilgili pek çok dokundurma vardı. Bunlar o kadar iyi saklanmış ki, bilinçsiz bir şekilde iletiliyor aslında. Anlamlandırıp, düşünceleri bir şekle büründürmek, çıkarımlar yapabilmek için alt metni dikkatle okumak gerekiyor.
"Ey tanrım? Doymaz bir tutkunun taze çekirdeği, ne doğuyu ne batıyı soran azgın bir fırtına, yanıp dağılan bir gezegenin yolunu şaşırmış bir parçası olan ben, neden burada olmalıyım?"
"Hüznüm'le ben, birlikte şarkı söylediğimizde, komşularımız pencerelere koşuşur, bizi dinlerlerdi. Şarkılarımız deniz kadar derin, ezgilerimiz garip anılarla dolu olurdu."
"Hüznüm'le ben, karşılıklı konuştuğumuzda günlerimiz kanatlanır, gecelerimiz düşlerle dolardı. Çünkü Hüznüm güzel konuşurdu ve ben de Hüzün sayesinde güzel konuşurdum."
"Dostum, sen iyisin, hem ihtiyatlı hem de bilgesin; dahası, kusursuzsun. Ben de bilgece ve ihtiyatla konuşuyorum seninle. Ancak yine de, meczubum ben. Ama gizliyorum meczubluğumu. Ben yalnız başıma mezcub olmak isterim."
"Ne söylediğime inanmanı ne de yaptığıma güvenmeni isteyeceğim senden; çünkü sözlerim senin öz düşüncelerinin yankısından başka bir şey olmadığı gibi, eylemlerim de senin eylem arzunun yankısından başka bir şey değildir."
"Özgürlüğü ve huzuru buldum meczupluğumda; yalnızlığın özgürlüğünü ve anlaşılmamış olmanın huzurunu. Çünkü bizi anlayanlar içimizdeki her şeye de egemen olurlar."
Hayatın farklı birçok noktasına değinilmiş olsa da ana temalar; topluma yabancılaşma, yalnızlık, anlaşılmamak, kendi varlığını kabullenmeme üzerineydi. Yani bana, bu kısa kitabı okurken sirayet eden izlenimler bu yöndeydi. Özellikle Meczup, Uyurgezerler, Çarmıhtaki Adam ve Kusursuz Dünya bölümleri, benim de bir zamandır aklımı kurcalayan konuları içerdiğinden çok dikkatimi çekti.
Alacakaranlık, okurken ismi hasebiyle Twillight evrenini aklıma getirmiş olsa da yine Sadık Hidayet'in kaleminden çıkmış olmalı, diyebileceğim tarzda yazılmış.
Birbirinden farklı, yedi tane çok yaratıcı bulduğum öykü yazmış yine. Bir önceki okuduğum öykülerden daha akılda kalıcıydı. Burada hikayeler salt insanların iç dünyasıyla, insan doğasıyla ilgili değildi. Daha çok insanlığın geleceğine dair yaşadığı zamana kıyasla müthiş çıkarımlar yazmış. Ileri görüşlü ve yaratıcı olması nedeniyle kitaplarını okumaktan asla sıkılmayacağım bir yazar.
"Aynı ümitsizlik çemberlerinde aklım durmuş; kendi varlığım beni hayretler içinde bırakmış! İnsan kendi varlığını hissettiği zaman ne kadar acı ve korkunç oluyor!"
"Biliyordum ki dünyanın bu büyük tiyatrosunda, herkes, ölüm gelip çatana dek bir tür oyun oynar. Ben de bu oyunu önüme almış, oynuyordum. Çünkü en kısa zamanda beni bu meydandan söküp atacağını zannediyordum."
Kafka'nın ve Poe'nun kasvetli tarzına benzettiğim için Sadık Hidayet okumaya bayılıyorum. Önceden üç başka eserini okumuştum. Gerek öyküleri gerekse romanları birbirinden etkileyiciydi. Modern öykü anlamında ikisi de gerçekten orijinal eserler yaratmış fakat Sadık Hidayet'in tarzını şahsen marazî buluyorum. Hassas olan arkadaşlarımdan saklayarak okuduğum bir isim.
Bu kitabında da çeşitli kısa öyküler yer alıyor. Kitaba ismini veren ilk öykü, daha çok kendi iç dünyasını yansıtan düşüncelerden oluşuyor. Biraz daha sakıncalı yazarın sahip olduğu fikirler. Çok karamsar, her şeyle bağını koparalı çok olmuş, hayatını anlamlandırmaktan vazgeçen başıboş bir hayalete benzetiyorum.
İş Bankası Kültür Yayınları'ından okudum bu kitabı. İçeriğinde üç değil, beş hikaye mevcut. Tipi, Luzern, Yemelyan ve Davul, Üç Mesel, Üç Soru isimleriyle konu bakımdan birbirlerinden çok farklı, iletmek istediği mesajlar bakımdan ise benzer ana fikirleri içeriyorlar.
İnsan ilişkileri, çıkarlar doğrultusunda topluma yabancılaşma, sınıflaşma, iyi, kötü ve âhlak üzerine yazarın öz görüşlerini kapsıyor her hikaye.
Akıcı ve kısa olmasıyla özellikle odaklanma sorunu yaşayan okurlara tavsiye ederim.