Boşluğun kendisi bize fazla ağır ya da fazla katışıkmış gibi göründüğünde, mekânın tasavvur edilebilen her biçiminin ötesinde bir çıplaklığa doğru atılırız hızla, hâlbuki zamanın son anı ilkine katılır ve onun içinde erir
Hiçbir şeyin olmadığını, şeylerin görünüş mertebesini bile hak etmediğini anladığımız zaman, kurtarılmaya ihtiyacımız kalmaz, kurtarılmış ve ebediyen mutsuzuzdur
Ben olmaktan" bıktım, diye tekrarlar durur, kaçmaya özlem duyduğunda ve geri dönülmez biçimde kaçtığındaysa, ironiye bak ki yeniden kendine kavuştuğu ve birden tamamen kendisi haline geldiği bir eylem bulunur
Gerçekte yapıp yapabildiği onları yatıştırmaktan ve bazı nadir anlarda, evcilleştirmekten ibaret. Yoksa çok kolay olurdu: Mutlu olmak için ölümü akla getirmek yeterdi... Ve en gizli dileklerimizi yerine getiren ölümden tümden karlı çıkardık.
Peki, bu sefaletleri hafifletmek için hangi imgeyi kafamda canladırmam gerektiğini bilirken, birini ya da kendi kendimi sevmek, her halükarda ıstırap çekmek neden?
Yaşayan her şey, sırf yaşadığı için merhameti hak eder. Ve tanıdığım herkesi, artık hayatta olmayan, uzun zamandır tabutlarında uzanan, etten ve de korkudan ebediyen muaf herkesi düşünüyorum.
Bireyle birlikte yayılan, haberi olmadan onu ezen, ayrı varoluşa terfi etmek için, müşterek yaşama karşı işlediği suç için ödemesi gereken bedel olan bir hata. Bu hata bilinçdışı olduğu için daha az gerçek değildir ve her mahlukun takatsizliğinde kendini gösterir.
Genel itibarıyla, canlı, hareketli olan hareketsiz olan karşısında suçlu görünür; yaşam bir suçluluk halidir, kimse bilincine varmadığı ölçüde daha da vahim olan bir hal.
Bu kadar uzun süre Tanrı’dan başka sığınağımız olmayınca, onda kendimizde olduğu kadar derinlere daldık, onun uçurumlarım ve kendimizinkini yokladık, sırlarım tek tek aşındırdık, bilginin ve duanın çifte saldırısıyla tözünü zayıflattık ve saygınlığını tehlikeye attık. Eskiler tanrılarını aşırı yormazdı: Onları hırpalamayacak ve inceleme nesnesi yapmayacak kadar zarafetleri vardı.
En derinlerimize demir atmış olduğu halde en az hissedilen şey, tanrılar da dâhil herkesten saklı kalan özsel bir iflas duygudur. Ve dikkat çekici olan şu ki çoğumuz bu duyguyu hissettiğini sezmekten uzaktır. Dahası, doğanın özel bir inayetiyle, bunun farkına varmamaya yazgılıyız: Bir varlığın gücü, ne ölçüde yalnız olduğunu bilmek konusundaki yeter sizliğinde yatar. Bu kutlu cehalet sayesinde heyecana gelir ya da eylemde bulunabilir. Bu sır ona açık oldu mu zembereği hemen, umarsızca boşanır. Yaratıcının başına bu gelmiştir ya da gelecektir, belki.
Düzyazı, gelişmek için, belirli bir disiplin, farklılaşmış bir toplumsal katman ve bir gelenek ister: Düzyazı bir sonuca bağlanır, inşa edilir; şiirse apansız belirir, doğrudandır, ya da bütün olarak üretilir