bu şehir... gecelerini bana zimmetlemiş bir harita her sokak lambasında yüzün var, her yağmur damlasında sesin. tramvay raylarına sinmiş bir ayrılık, otobüs duraklarında bekleyen gölgeler… ben seni aradıkça şehrin bütün yolları aynı çıkmaza bağlanıyor.
II. Kadın
bir kadın gittiğinde, ardında kokusu kalır önce sonra bir mendil, bir defter, bir kitap, ve erkeğin içine işleyen sinsi bir boşluk... kadın yoksa: erkek yarım kalır, şehir yetim kalır, gece karanlık olur.
III. Aşk
aşk bazen bir pusu gibidir, karanlık sokakta aniden karşına çıkar. aşk bazen bir ihanet gibidir, en güvendiğin yerde sırtını yaralar. ama aşk dediğin şey, en çok da bir mecburiyettir: unutamazsın, kaçamazsın, çünkü kalbin bir kere imza attı mı hiçbir mahkeme o sözleşmeyi feshedemez.
IV. Erkek
erkek dediğin, çoğu zaman suskunluğunda boğulur. geceleri sigarasına konuşur, gündüzleri kalabalığa susar. ama ne yapsa, gözünün önünde hep aynı satır yanar: “ben sana mecburum...” çünkü mecburiyet, bir duygunun adı değil, bir kaderin adıdır.
V. Son
şimdi bil ki kadın, ben senden gitmedim, sen benden kaçtın. ama bu kaçış ikimize de kurtuluş olmadı. çünkü aşk, bir kere kanına karıştı mı yaşamak dediğin şeyin tam ortasında kalır. ve işte yine söylüyorum: ben sana mecburum... çünkü sensiz olmak, bu şehirde yaşamamak demek.