Samet Düzgün’ün ilk romanı, okuru Zahir’in içsel karmaşasına çekiyor. Gizemli bir tarikatın sırlarıyla örülü bu hikâye, “yaşamak” ile “nefes almak” arasındaki farkı sorgulatıyor. Zahir, unutulmuş anılarının peşinde koşarken, karşısına çıkan kadın onu vicdanını yeniden şekillendirecek bir mücadelenin içine sürüklüyor.
“Parçalanmış bir insanın, parçalanmış bir insana zaafı olurdu,” cümlesi, karakterlerin kırılganlıklarını öyle bir dokunuşla anlatıyor ki, insan ilişkilerinin çelişkilerini yeniden düşünüyorsunuz. Tarikatın ritüelleri ve Zahir’in “Kendi arzularımın değersiz olduğu bu mecrada bulunmak istemiyorum,” çığlığı… Her diyalog, okuru kendi iç sesiyle baş başa bırakıyor.
Samet Düzgün’ün keskin ve şiirsel üslubu, okuru sarsıyor. Zahir’in duvardaki çatlakta gördüğü yansıma, sadece bir metafor değil; insanın kendini sakladığı tüm karanlıklara tutulan bir ayna. Bu kitap, gerçekle yüzleşme cesareti olanlar için. Okuduktan sonra, “yaşamak” dediğiniz şeyin anlamı değişecek…