Düşman krallığın sarayında sabah güneşi ağır ağır salona süzülürken, gösterişli tahtında oturan kibirli imparator gülümsedi.
— Bugün farklıyım, vezir. — Neden efendim? — Zayıf bir devlete hükmedeceğim. — Kim efendim? — Adını hatırlamıyorum. 50 defa yendiğimiz o küçük hanlık. — Hâlâ mı ayaktalar? — Bugün onlara bir torba diken ve yüklü bir vergi göndereceğim. — Diken mi efendim? — Evet. "Canınız yansın" demenin sembolü. “Ya ödersiniz, ya acıyı çekersiniz.”
Vezir eğilir.
— Hemen bir elçi hazırlatıyorum.
Elçi yola çıkar. Hanlık sarayında ise imparator hâlâ sandalyede oturmaktadır. Sıcak su içerken dalgındır.
— Biz bunca yıl ne yaptık? Sandalyede oturuyorum hâlâ… çay bile içemiyorum. Süper güç müyüz gerçekten?
Kapı hızla açılır. Vezir girer.
— Efendim, bilinmeyen bir elçi geldi. — Bilinmeyen mi? — Evet… 50 defa yendiğimizi söylediğiniz adamlar. — Ha… onlar mı? Ne diyorlar? — Ağır bir vergi istiyorlar. Ve… diken göndermişler. — Ne?! Diken mi?! — Evet efendim. “Canınız yansın” demekmiş. — Gönderin meydandaki direğe assınlar. Görsün millet. — Peki efendim. Vergi? — Mecburuz. Ödeyeceğiz.
---
Çarşı – Aynı gün
İki vezir savaş hazırlığı için çarşıya iner.
— Bu imparator hâlâ süper güç olduğumuzu sanıyor. — Ülke bir saatte dolaşılıyor. Adam taht değil, sandalyede oturuyor. — Kılıç yok, asker yok, çay yok. — İmparator hâlâ “hazır olun” diyor. Neyle? Mandayla mı savaşacağız?
O sırada çarşıda bir panik başlar. Atlar koşarak yaklaşır.
— Lan atlar geliyor! — Tüh be maaşı da almamıştık! Atların altında kalacağım şimdi! — Koş! Koşmazsan at üstüne atlayacak! — Bir şey olmaz! — Olur! Ekstra maaş isteyeceğim o zaman!
At bakıcısı bağırır:
— Durun! At vergilerini affedin, ancak öyle durdururum!
— Tamam! Tamam! Affettik!
Atlar durur. İkinci vezir nefes nefese:
— Bunlar zaten duracakmış! — Evet efendim, idman için çıkarmıştık… — Kandırıldık lan… tüh.
---
Saray – Akşamüstü
Vezirler geri döner, İmparator onları beklemektedir.
— Silahları alabildiniz mi? — Evet efendim, ama hepsi paslı. — Pası silin. Yarın sefere çıkıyoruz.
İmparator odasına çekilir. Pencereden dışarı bakar. İçinden geçirir:
> “Vezirlerim… adamlarım… biliyorum… güçlü değiliz. Ama hâlâ uğraşıyorum. Belki de bu uğraşın kendisi saltanattır.”
O sırada kapı çalınır. Vezir girer:
— Efendim… dışarıdan garip sesler geliyor… — Yine ne oldu? — Tavuklar efendim. Sarayı basmışlar… — Bu kaçıncı? — Efendim… bu ay da tavuk vergisini affetmek zorundayız galiba…
İmparator başını duvara yaslar.
— Bu devlet ne zaman büyüyecek bilmiyorum ama… büyümese de komik olmaya devam ediyor.