Arjantinli yazar Agustina Bazterrica’dan vahşet ile şefkatin yakınlaşıp uzaklaştığı, vurucu olduğu kadar dokunaklı bir roman: Leziz Kadavralar. İnsan olmanın anlamını, medeniyet ile barbarlığın sınırlarını sorgulayan Leziz Kadavralar, bir yandan kederli bir baba-oğul hikâyesi anlatırken diğer yandan kan dondurucu fakat tanıdık bir toplum portresi çiziyor. Hayvan eti bir salgından dolayı tüketilemez olduğundan yemelik insan “yetiştiren” bir dünya yaratan Bazterrica, psikolojik unsurlarla derinleşen bu politik anlatıda Latin Amerika yazınından aşina olduğumuz tekinsizlik duygusunu özgün ve çarpıcı bir biçimde şahlandırıyor ve çağımızın korkunç fakat kanıksanmış hakikatlerine ayna tutuyor. Leziz Kadavralar, distopya edebiyatında yeni bir sayfa açılabileceğini gösteren, kapitalizmi, sömürüyü, tüketim kültürünü ve nihayetinde uygarlığın geldiği noktayı acımasızca eleştiren, güncelliğini uzun süre koruyacak ve unutulmayacak bir roman.
Okurken midem birazcık bulandı ama çok değil biraz…Bu yüzden siyah kalp bırakıyorum. Kitabın ismi kadar kapağı da oldukça etkileyici. Eğer sıradışı ve rahatsız edici bir distopya okumak istiyorsanız kesinlikleeeee kaydetmelisiniz.
Vahşi olan her şey ilgimi çekiyor. Biraz wednesday ruhlu olduğumdan olsa gerek. Kitaptaki; kol-bacak kesim sahneleri, kancaya takılmış bedenler gözümün önünden gitmese de sanki ben de et işleme tesisinde Marcus Tejo ile çalışıyormuşum gibi hissettim. Kitabı okuyanlardan bir kısmının “iştahım kesildi et yiyemem artık” gibi yorumlar gördüm abartmayın o kadar da değil. Bende aksine merak uyandırdı hiç iştahımda kesilmedi. :D
Kitabın içeriğine gelecek olursak; bir virüs yayılıyor, hayvan eti yemek artık yasak. İnsanlar, protein ihtiyacını karşılamak için hayvan eti yerine insan eti yiyorlar.Yamyamlık metaforu nefis kullanılmış. İnsanlar birbirini yiyor “bizim dünyamızda mecaz anlamda.” Kitapta ise gerçek anlamda. Yazarın bize mesajı aslında tam olarak şu: “Siz birbirinizi tüketiyorsunuz, fark etmiyorsunuz; işte bunu sizlere somutlaştırdım.” İlişkilerde tüketiliyoruz, iş hayatında harcanıyoruz, toplum bizi çiğ çiğ yiyor. Romanın anlattığı çöküş, aslında bir distopya değil.Biz zaten oradayız sadece adını koymuyoruz.
İnsan ilişkilerinin yüzeyselleştiği, ahlakın pazarlık unsuru olduğu, insanların birbirine “iyi gelirken bile” bir çıkar aradığı bir düzen… Bu düzen kitapta biraz daha kanlı ve çıplak hâle getirilmiş. İnsan eti üzerinden tüketim çılgınlığı, talep-arz ilişkisiyle birlikte net bir şekilde gösterilmiş. Daha fazla et, daha fazla kâr. Bugünkü sosyokültürel dünyamızdaki tüketim çılgınlığını mide bulandırıcı ama net bir aynayla gözlerimize sokuyor.
İnsan en çok neye alışırsa ondan korkmalıyız. Sistem insanı yavaş yavaş, fark ettirmeden yer. İlk adımda miden bulanıyor, ikinci adımda sorguluyorsun, üçüncü adımda gözlerin alışıyor. Biz, düzenin sofrasında birer ‘kadavra’ olmayı çoktan kabullendik dostlarım. Bu durum: Zygmunt Bauman’ın akışkan modernite kavramıyla birebir örtüşüyor: Her şey hızla değişiyor, insanlar nesneleşiyor ve el değiştiriyor. Foucault’nun iktidar-özne ilişkisi üzerinden bakmakta oldukça anlamlı:İktidar aynı zamanda insanı “nasıl biri olması gerektiğine” ikna eden görünmez bir mühendisliktir.
Leziz Kadavralar, mide bulandırıcı sahnelerin ötesinde, modern hayatın tüketim ve çıkar çarkını çarpıcı bir şekilde gösteren bir ayna. Şiddet ve rahatsızlıkla dolu olsa da oldukça düşündürücü bir roman.
Öyle bir kitap ki beğeneni çok olduğu kadar beğenmeyeni de fazla. Şans verin ve tarafınızı seçin.