Andreyev’in Rusya’nın Rus-Japon Savaşı’ndan (1904) ağır bir yenilgiyle çıkmasının ardından kaleme aldığı Kızıl Kahkaha, savaşın akıl almaz mezalimi üzerine yazılmış en sarsıcı metinlerden biridir. Bir Rus subayının Mançurya’daki korkunç taarruz sırasında tuttuğu bölük pörçük günlük, onun ölümünden sonra savaşa katılmayan kardeşi tarafından tamamlanır. Genç subay kendi ordusunun mermilerine hedef olarak bacaklarını yitirmiştir. “Kızıl Kahkaha” onun için yaralı, sakatlanmış, paramparça bedenlerin; “kanla kızıllaşan toprakların” simgesidir: “Dünya çıldırdığında böyle gülmeye başlar.” Savaş alanındaki vahşet, hem sonu gelmeyen yürüyüşün tükettiği askerleri hem de bütün bu acılar karşısında büyük bir acze düşen doktorları delirtmiştir. Subayın kardeşi savaşı dışarıdan izlese de ölümü ve acıyı kanıksayıp duyarsızlaşmış, o da tıpkı subay gibi akıl sağlığını yitirmiştir. Savaş öyle akıl dışı bir hale gelmiştir ki oğlunun korkunç bir ölümle can verdiğini gazetelerde okuyan bir ana, bir ay boyunca ondan mektup alır. Ölülere ölülerden mektup gelir. Kızıl Kahkaha, giderek toplu bir cinnete dönüşen savaşın yol açtığı muazzam yıkımın, altüst ettiği hayatların, insanlıktan çıkıp deliliğe sığınanların trajik öyküsüdür.
Kitabı okumaya başlarken en ufak bir üşüme belirtisi bile göstermiyordum ama şimdi kitabı bitirdikten sonra, sanki kanım çekilmiş, sanki birisi ensemden içeri buz parçaları bırakmış da beni bir şokla dondurmuş gibi hissediyorum. Beyninize çivi çakarmışçasına sizi sarsan bir şey okumak istemiyorsanız bu kitaptan uzak durun.
Tortop büzülmüş yatıyorum, tüm bedenim hepi topu iki arşınlık alan kaplarken düşüncem dünyayı kucaklıyor. Tüm insanların gözleriyle görüyor, kulaklarıyla duyuyorum; ölenlerle ölüyorum; yaralananlar ve unutulanlarla kederlenip ağlıyorum ve bir bedenden kan fışkırdığında yaraların acısını hissediyor, ıstırap çekiyorum. Olmayanı ve uzaktakini, tıpkı olan ve yakındaki kadar net görüyorum, çırılçıplak kalan beynimin ıstırabının sınırı yok.
…her yerde anlamsız ve kanlı kavgalar. En ufak bir itki, vahşi bir hesaplaşmaya davetiye çıkarıyor; bıçaklar, taşlar, odunlar devreye giriyor ve kimin öldüğü fark etmiyor: Kızıl kan damarda durmuyor ve hevesle, oluk oluk akıyor.
﴾İtki: Bir işi yapmak, harekete geçmek için duyulan ve bireyin engelleyemeyeceği kadar güçlü istek, tepi.﴿
…tıpkı cepheden geri getirdikleri yüzlerce insan gibi çıldırmak zorundayım. Ve bu beni korkutmuyor. Aklını yitirmek bana saygıdeğer bir şey gibi geliyor, tıpkı nöbetçinin görev yerinde can vermesi gibi. Ama beklemek, deliliğin yavaş yavaş ve önüne geçilemez biçimde yaklaşması, muazzam ölçülerde bir şeyin uçurumdan aşağı düşmekte olduğu hissi, bin parçaya ayrılan düşüncenin verdiği katlanılmaz acı…
…ama savaş gerçeğinin kendisine alışamıyorum, esasen akılsızca olan bu şeyi anlamayı ve açıklamayı aklım reddediyor. Bir milyon insan bir yerde toplanıp edimlerine haklılık kazandırmaya çalışarak birbirini öldürüyor ve hepsi eşit derecede hasta ve hepsi eşit derecede mutsuz. Delilik değil de nedir bu?