Bu hayatta en güzel şey, insanın sevdiğiyle vedalaşabilmesidir. Peki ya vedalaşamadan gidenler?.. Bir mumu söndürür gibi sessizce silinen yüzler… Söylenememiş son sözler, dokunulamamış eller,tamamlanamamış cümleler…
Büyükada’nın çam kokulu yollarında geçmişin gölgeleriyle yürür Fidan Hanım. Her adımında bir hatıra, her susuşunda bir yara yeniden canlanır. Aşkın acıyla yoğrulduğu bir hayattır bu…
Gerçek bir hikâyeden ilhamla yazılan Fidan Hanım,yalnızca gidenlerin değil, kalabilenlerin de öyküsüdür. Çünkü hayat, en çok sevenin yüreğini seçer yakmak için.
İncir Kuşları, Meyra ve Piruze’yle yüz binlerce okurun kalbine dokunan Sinan Akyüz’den yine soluksuz okuyacağınız unutulmaz bir roman…(Tanıtım Bülteninden)
Saat 02:40… Bir solukta okuyup gecenin bu saatinde bitirdiğim bir kitap. Sıcağı sıcağına yazmak istedim duygularımı. Boğazımda kocaman bir yumruyla kapattım son sayfayı, itiraf ediyorum… Ah Fidan!
Oldukça etkileyici bir romandı. Belki de gerçek bir hikayeden ilham alınarak yazılmış olması, yaşanan her şeyin daha da içime işlemesine neden oldu. Sinan Akyüz’ün tüm kitaplarını okumuş bir okur olarak yine şaşırtmadığını, yine kalemiyle içime dokunduğunu söylemeliyim.
Kısacası, çok beğendim. Uzun süre etkisinden çıkamayacağım bir hikaye oldu.
Kitaplar hayata tutunmanın başka bir yolu. İçinde kaybolursun ama sonunda kendini bulursun. Hem acıyı hem sevinci tanırsın onlarla. Kitap, insanın kendi içinden geçen uzun bir yoldur.
İnsanın sevdiğiyle vedalaşması, bu hayattaki en kıymetli şey. Vedalaşmak bir daha dönüp bakmamaktır aslında. Ama işte bazı kapılar hiç kapanmıyor. O kapılar hep açık kalıyor, içeri hep acı giriyor.
Hayat acılarımıza hiç aldırış etmeden sürüp gider. Sadece şunu bil kızım: Acısı taze olanlar daha çok yaralıdır. Acısı eski olanlar ise yalnızca kederlidir.