Doğar, yaşar ve ölürüz. Çoğu zaman yaşama derdinden doğmayı es geçeriz. Oysa doğum, derin bir aşkınlık içerir. Yanlış doğan insan yaşam iradesini geliştirmeden ölür. Dışarıdan dayatılan kurallar, insanı doğal kimliğinden ve dünyadaki ikametinden uzaklaştırır. İnsan doğadan uzaklaştıkça üretilmiş bir nesneye dönüşür. Oysa plasentanın yerini alan sosyokültürel temellerden ve aileden ‘kendimiz’ olarak çıkabilmenin yolu, ‘nefesimize başvurmak’tır.
Bu kitapta filozof ve psikanalist Luce Irigaray, dünyayı, kadın ve erkek arasındaki arzu ve sevgi ilişkisinden yeniden inşa etmeyi öneriyor. Bizleri, köklerimize dair bir arayışa davet ediyor. Aldığımız ilk nefesten itibaren yaşamı aktif bir fail olarak sürdürerek kendi doğumumuzu gerçekleştirmeye çağırıyor.
Neredeyse bilgimiz dışında fakat telaffuz edilen herhangi bir dilin ifade edebileceğinden daha köklü bir teslimiyetle, bütünleşiriz. Teslim ettiğimiz sözün ne olduğunu bile bilmeden birbirimize sözümüzü veririz.
Yalnızca dışımızda gelişeni, yalnızca bize görüneni hayal ve temsil ederek değil, -mantığımızın bize öğretmediği- içimizde olana da sürekli yer açarak yol almalıyız.
Kendisine çekilerek öteki, bize varlığımızın temsil edilemez doğasını hatırlatır. Hatırlattığı bir diğer şey ise, insanın, varoluşun gizemini anlamadan, yalnızca onun herhangi bir kavrayışa indirgenemeyeceğini kabullenerek bir varlığı karşılayabilmesinin ve hatta onu doğurabilmesinin mümkün olduğudur.
Bu, o kendinde ikamet ediyorken beni kendime getirmesi için çekimine kapıldığım ötekine edilen bir tür duadır. Bu, ötekine yöneltilen, içinde kim olduğumu hatırlayabileceğim ve kendime sadık kalabileceğim bir yer ayırması için bir dilektir.
Dil bilgisi ne kadar çeşitli olursa olsun, canlı insan sınıflandırması mümkün olsa da öteki, hatta kişinin kendisi, varoluşlarını ve diğer canlı varlıklarla ilişkilerini felce uğratan sözdizimsel yapılara maruz kalırlar.
Karşılaştığımız varlığı, öğrenilmiş kodlar yoluyla halihazırdaki bir kategoriye indirgemeden onun farklılığını kabul ettikten sonra, bu öteki karşısında lal olmaz mıyız? Aramızda bir ilişki olduğuna şüphe yoktur ancak bunu ifade edecek sözcüklere sahip değiliz.
Var olma iradesini, heyecanını ve kendini aşma dürtüsünü dizginlemesi ve hatta unutması beklenir; fiziksel, duygusal ya da entelektüel enerjisini ancak izin verilen davranışlar için kullanabilir. Öyle ki algı düzeyinde dahi, kendi kendine algılaması için teşvik edileceği yerde, çocuk algıladığı -örneğin gördüğü- şeyleri tanımaya yönlendirilir.