İnsan geleceği düşünmeye başladığı andan itibaren, yaşamakta olduğu cenneti terk edip anksiyete dünyasına adım atar; üzerine kaygının gri tonu çöker, hırs dürtüsü oluşur, mülkiyet başlar ve düşünceden yoksun, yabanın keyifli hayatiyeti kaybolur.
“Olumsuz duyguların bastırılmasını zorunlu kılan bir ortamda yetişmiş olmak düşmanca eğilimlerin gelişmesine ve insanın kendisine yabancılaşmasına neden olur.”
Aydın sayılan kendine hayranların, yaşadıkları dünyaya kapılarını kapatıp kendilerine kilitlendiği, yalnız kalpler kulübü meyhanelerdeki **, kısır döngü sohbetlerin kültür alışverişi sayıldığı gecelerle geçirilen yıllar.
Engin Geçtan’ın İnsan Olmak adlı kitabı, bireyin hem içsel dünyasına hem de toplumsal yapıyla olan etkileşimine dair derin ve insani bir bakış sunar. Bir psikolojik danışman olarak bu eseri incelediğimizde, sadece bireysel psikolojiyi değil, bireyin toplum içindeki varoluş mücadelesini de anlamaya çalışan çok katmanlı bir yapı ile karşılaşıyoruz . Bu kitapta, Engin hocamız bireyin kendiyle yüzleşme sürecinin kolay olmadığını vurgular. Psikolojik danışmanlık sürecinde de sıkça karşılaştığımız bir gerçek vardır: İnsan, çoğu zaman kendisinden kaçar. Kitapta bireyin, öz benliğiyle temasa geçmeden önce çeşitli savunma mekanizmalarına sarıldığı görülür. Bu, danışanların görünen sorun ile derin ihtiyaç arasındaki farkı anlamaya başladıkları noktada gözlemlenir. Kitapta dikkat çeken önemli temalardan biri de toplumsal yabancılaşmadır. İnsan, toplumun biçtiği roller içinde sıkışır; bazen anne, bazen çalışan, bazen öğrenci... Ancak tüm bu rollerin ardında, gerçek benliğine ulaşamayan bir birey vardır. Engin hocamız burada, bireyin bu yolculukta yalnızlaşabileceğini ancak bu yalnızlığın bir gelişim fırsatı olduğunu belirtir.