Kim olursak olalım, dünyanın hangi yerinde yaşarsak yaşayalım, tâ derinlerde bir yerde hepimiz bir eksiklik duygusu taşımaktayız. Sanki temel bir şeyimizi kaybetmişiz de geri alamamaktan korkuyoruz. Neyin eksik olduğunu bilenimiz ise hakikaten çok az.
Birini öldürdüğün zaman, muhakkak ki ondan bir şeyler bulaşır sana: Bir resim, bir koku, bir nefes... Bir ah, bir lanet, bir ses... "Maktulün bedduası" derim ben buna.
Biz söze dile bakmayız. Gönle hale bakarız. Edep bilenler başkadır, canı ruhu yanmış aşıklar başka. Aşk şeriatı bütün dinlerden ayrıdır. Aşıkların şeriatı da Allah'tır, mezhebi de.
İncelemeye gerek yok romanın Mine Kırıkkanat'ın Sinek Sarayı adlı eserinden çalındığı mahkeme teyitli ortaya çıkmıştır. Bit Palas ve Sinek Sarayı ne kadar da yaratıcı bir yazar. Elif Şafak'ın intihalci bir karakter olduğundan çoğu kişi şüpheleniyordu zaten. Cemaatin gelini şaşırtmadı.
Roman iki ayrı zaman diliminde geçen iki ayrı aşk öyküsünü bir arada anlatır: 13. yüzyılda Mevlânâ ile Şems’in mistik bağını, günümüzde ise Ella Rubinstein adlı Amerikalı bir kadının bir yazarla kurduğu ruhsal ve duygusal yakınlığı anlatır
Sadece bir aşk romanı değil, aynı zamanda bir arayış, bir fark ediş ve kendini yeniden inşa etme imkânı sunar.
Nadir, sıra dışı beyaz renge sahip Çota ile bu filin bakıcısı Cihan etrafında şekilleniyor hikaye. Mimar Sinan ve sarayla ilgili kısımlar merak uyandırıcıydı.
Ben özellikle hikayedeki detayları beğendim. Kimsesiz ve savunmasız konumda bulunan Cihan'ın başından geçen trajik durumlar da eklenmiş.
Okuması ne kadar zor olsa da bence hikayeleri gerçekçi yapan bu detaylardır. Bu yazardan öneri isteyenlere öncelikli olarak Ustam ve Ben'i òneririm.