(...) Tanrım, gözlerimizin olmaması bizi ne hale getiriyor, görmek, görmek, belirsiz gölgelerden başka bir şey olmasa bile bir şeyler görmek, bir aynanın karşısına geçmek, koyu renk yayınık bir lekeye bakıp, işte oradaki benim yüzüm, ışıklı şeylerse bana ait değil, diyebilmek.
(...) dünyadan o kadar uzağız ki kim olduğumuzu unutmamız o kadar uzun sürmeyecek, hatta birbirimizin adını söylemek bile aklımıza gelmeyecek, neye yarar ki, adlarımız ne işimize yarayacak, hiçbir köpek diğerini bizim koyduğumuz adla tanımaz, eğer tanıyacaksa, onu ayırt eden kokusuyla tanır, biz de burada başka tür birer köpek gibiyiz, birbirimizi havlamamızdan, sözlerimizden tanıyoruz (...)
Ben bulundum Sarıkamış'ta... Gördüm... 6 Kasım 1914'te başladı Köprüköy Savaşı... Altı gün sürdü. Günlerden cumaydı! Namaz kılmadık biz o cuma... Dövüştük... Dövüş daha sevaptır namazdan... Düşmanı geri attık... Direndi. 14 Kasım'da yeniden tutuştuk. Cumartesiden çarşambaya kadar dört gün dört gece vuruştuk.
Kocalarına olan yakınlıklarından ötürü zaman içinde doktorların karıları da tıptan biraz anlar olurlar ve kocasına bu denli yakın olan bu kadın da körlüğün salgın gibi bulaşarak yayılmayacağını, bir insanın sırf kör birine baktı diye kör olmayacağını, körlüğün kişiyle doğuştan sahip olduğu gözleri arasında özel bir mesele olduğunu bilecek kadarını öğrenmişti.
Batı’dan tekniği alacağız ama üstüne sere serpe yatıp uyumak için değil… Paçaları sıvayıp kendimiz de yapmak için… Biz birinci yolu tuttuk başından beri…
Doğuştan insan sevmezliğinden ya da hayatta çok fazla hayal kırıklığına uğradığı için herhangi bir kuşkucu, bu kadının yaşamının ayrıntılarını bilse, gülüşündeki güzelliğin, bir zanaat hilesinden başka bir şey olmadığını ima edecek olsa da bu kötü niyetli ve mesnetsiz bir iddia olurdu, çünkü bu gülüş henüz çok uzak sayılmayacak zamanlarda da böyleydi (...)
(...) herhangi bir kötü niyeti yoktu, tam tersine, herkesin bildiği gibi insan türünün en iyi özelliklerinden ikisi olan ve fakir fukaranın yoksunluğundan çıkar sağlayan işin gerçek patronları tarafından sömürülmekte olan ve kariyerinde ilerleme umudu bulunmayan bu basit araba hırsızından çok daha taş kalpli suçlularda bile rastlanabilecek cömertlik ve fedakarlık duygularına itaat etmekten ibaretti tüm yaptığı.
- Herifin ne mal olduğu bu kitaplardan belli... Şuna bak... Tuuu... Oldum olası, kitaba düşkün heriflere güvenmem. Neden mi? Okumaya dalar, kendi adını unutur! Böyleleri işe yaramaz vesselam…
Ya kör olsaydım oyununu oynamış, gözlerini beş dakika yumulu tuttuktan sonra, sonuçta körlüğün tartışmasız korkunç bir felaket olduğu, bununla birlikte, talihin böyle bir darbesini yemiş kurbanın, yalnızca renklerin değil, biçimlerin ve planların, yüzeylerin ve konturların anısını da belleğinde koruduğu durumda, görece olarak katlanılabilir bir şey olduğu sonucuna varmıştı (...)
Yok, sisin ortasındaymışım gibi, sanki bir süt denizine düşmüşüm gibi, Ama körlük böyle değildir, dedi diğeri, körlüğün siyah olduğunu söylerler, iyi de ben her şeyi beyaz görüyorum (...)
Ne kadar düşmanımız vamış bacanak. Burada bir iki saat otursan aklın durur. Her sokağında insan avı var bu temeline tükürdüğüm İstanbul şehrinin bugün.
Ne tuhaf şu dünya! Birtakım maddi maddi sebepleri bilinmekle beraber, daha önce bilinmeyen meçhullerden geliniyor, doğuluyor, büyünüyor, bir zaman bir arada haşır neşir olunuyor, birbirine alışılıyor, sonra yavaş yavaş dağılınıyordu. Bütün bunlar nasıl da ağır ağır, alıştıra alıştıra oluyordu. Ezellerden ebedlere bitmez, başı olmayan bir yolculuk!
Bana kalırsa, izah tarzlarımız yanlış. Bana öyle geliyor ki, ne alın yazısı, ne yazan, ne yazılan, ne de yazılmış bir şey var. Olmakta olan, boyuna şekil değiştirerek akıp giden, başsız ve sonsuz bir oluş. Bu oluş içinde ferdin sevinci yahut kederi…
Şu basit insanlara öyle tutuluyordu ki. Para hemen hemen her şeydi gözlerinde. Namus, şeref, haysiyet, devrimin yıktığı yahut da yıktığını sandığı kalıntılarla savaşmayı vazife edişi hemen hemen aptallıkla denkti.
Küçüklüğümden beri açık bir yaram var, üzerinde hiç bir kontrolümün olmadığı açık bir kapım vardı, annem o kapıdan girip mutsuzluğunu bana bulaştırdı, tüm çocukların başına gelen bu, değil mi, tüm annelerin yaptığı bu, değil mi, benimki dahil?