Söyleyecek sözü olanların bir araya gelip, bir yandan yiyip içerken bir yandan söyleştiği sofraları düşünün. O masaları… İşte şimdi tam da oradasınız; Vedat Milor’un sofrasında. Bir farkla… Menümüzde bu sefer yemekler değil, hayata dair seçimlerimiz var.Âdeta bir menüden yemek seçer gibi, her gün hayata ve yaşadıklarımıza dair çeşitli kararlar veriyor ve yolumuza devam ediyoruz. Günümüz dünyasında ise bu menü kabardıkça kabardı, seçenekler hiç olmadığı kadar dallanıp budaklandı. Öyle ki alışkın olduğumuz bazı yollar artık çıkmaz hâle gelirken yeni rotalar tüm belirsizlikleriyle önümüzde belirdi. Yeni kurallar, yeni oyuncular ve meslekler, yeni yaşam kültürleri...• Peki, baş döndürücü bir hızla değişen bu dünyaya nasıl ayak uyduracağız?• Geleceğimizle ilgili hâlâ planlama yapabilir miyiz? Nereye kadar?• Önümüzde serili binlerce imkân varken hangi seçimleri, neye göre yapacağız? Önceliklerimizi nasıl belirleyeceğiz? • Neleri korumak için nelerden vazgeçmeliyiz? Ufkumuzu nasıl genişletmeliyiz?• Bu yaşamı, kendimize ve başkalarına saygı duyarak, en zor koşullarda dahi vakarımızı koruyarak sürdürmeyi nasıl becereceğiz?Yenal Bilgici sordu, Vedat Milor yanıtladı: Yeni Dünya Yeni Kurallar. Yaşam zevkinin bugünkü yollarına, çağımızda var olmak için gereken yetenekler setine, bu çağda insan kalmaya dair derinlikli bir sohbet…Haydi gelin, siz de bir sandalye çekip bu masaya oturun.
Çoğumuz, yani basit ve sıradan insanlar, kendi hedefleri diye aslında başkalarını hedeflerini benimsiyor. Kendileri seçim yapmıyor; başkaları onlar için seçiyor, onlara hedef gösteriyor.
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” lafı bizde çok eskidir. Sosyal sermayenin düşük olduğu kültürlerde bir bu laf, bir de gösteriş ve hava atma ihtiyacı öne çıkar. Sosyal sermayenin , yüksek olduğu ülkelerde ise insanlar mahçup olmamak için çok dikkatli davranır, utanmak istemezler.
Dikkat edin, bizde insanlar bir yerde erkek erkeğe veya kadın kadına topladığında eşlerinden şikayet eden çoktur. Mutsuzdurlar. Ama bunun önüne geçmek için bir de bir şey yapmazlar. Hem şikâyet etmeye hem de hiçbir şey yapmamaya devam ederler. Eylemlerindeki bu çelişkiyi de görmezler. Aslında yapabilecekleri bir şey vardır ama onu da yapmak istemez suçu başkalarının üzerine atarlar. “Çocuklar” derler meselâ; “çocuklarım olmasa çoktan boşanırdım,” ama dedikleri yanlıştır; Çünkü bu kadar mutsuz, bu kadar kavga edilen bir ailede büyümek çocuklara da kötü etkiliyordur. Bunu da çok görürüz.
En büyük alışkanlıklardan biri de kendi adına düşünmemek, inisiyatif almamaktır. Neyin doğru neyin yanlış olduğunun başkaları tarafından söylenmesi kişiye daha kolay gelir., bu da onda bir alışkanlık yaratır.
Neticede herkes ciddiye alınmak ister. Kimse kendine bir eşya bir meta gibi davranılmasından hazzetmez. Kimse başka birinin mülkü olmayı ya da yaşamda bir makinenin alelade dişlisi olarak iş görmeyi istemez.
Kızdığın zaman biraz bekleyeceksin, derdim. Hayaller böyle yıkılıyor, ilişkiler böyle bitiyor. Hele iyice bilenerek, yazarak hiç tepki vermeyeceksin, derdim. Çünkü insan yazarken canavarlaşabiliyor; çok güçlü, etkili ve kırıcı sözler yazabiliyor.