New York`tan Buenos Aires`e gece yarısı kalkan büyük yolcu vapurunda her zamanki son dakika telaşı ve koşuşturması yaşanıyordu. insanlar arkadaşlarını uğurlamak için birbirlerini itiyor, eğik kasketli çocuklar bazı isimleri bağıra bağıra yolcu salonunda koşturuyor, bavullar, koca koca sandıklar ve çiçekler hamalların sırtında taşınıyor ve orkestra güvertede hiç durmaksızın çalarken meraklı çocuklar bir aşağı bir yukarı koşup duruyordu. Bu karmaşadan biraz uzakta durmuş gezinti güvertesinde bir tanıdığımla sohbet ederken hemen yanımızda iki ya da üç kez flaş patladı anlaşılan gazeteciler gemi kalkmadan önce bir ünlüyü hızlıca soru yağmuruna tutup onun fotoğraflarını çekiyorlardı. Arkadaşım o tarafa bakıp qülürnsedi. "Adı Czentovic olan nadir bir kuş binmiş gemiye" dedi. Boş gözlerle bakmış olmalıyım ki arkadaşım açıklama yapmak zorunda kaldı. "Mirko Czentovic, dünya satranç şampiyonu. Turnuvalara katılarak Amerika`yı bir uçtan bir uca gezdi ve simdi eni zaferler icin Ariantin`e gidiyor."
Bu dünyada bir zamanlar bir Rembrandt'ın, bir Beethoven'in, bir Dante'nin, bir Napoléon'un yaşadığı hakkında en ufak bilgisi bulunmayan birinin kendini büyük bir insan sayması son derece kolay değil midir?
Hayatım boyunca tek bir düşünceye saplanıp kalmış, monoman insanların her türü hep dikkatimi çekmiştir, çünkü bir insan kendini sınırladığı ölçüde sonsuzluğa da yaklaşmış demektir; özellikle dünyaya sırt çevirmiş gibi gözüken bu tür insanlar, özel malzemeleriyle kendilerine karıncalar gibi tuhaf ve gerçekten bir defaya özgü küçük bir dünya modeli inşa ederler.