Kolera Günlerinde Aşk, bırakılmış bir sevgilinin, yeniyetmelik yıllarından başlayarak yaşlılığın alacakaranlığına dek süren yarım yüzyıllık aşkının öyküsü. Gabriel Garcia Marquez`in, ustalığı, bu öyküyü bir destana dönüştürüyor: aşkın, deli-akıllı, yabanıl-evcil, tensel, romantik tüm biçimlerinin pastoral bir şiirin büyüsüne büründüğü bir destan. On dokuzuncu yüzyılın yirminci yüzyıla dönüştüğü bir zaman dilimini kapsayan bu bitmeyen aşkın gerisinde, çağdaşlaşma çabası içindeki bir toplumun çeşitli yönlerini, özellikle taşra kentsoyluluğunun saçmalıklarını ince bir alayla eleştiriyor yazar. Roman boyunca, aşk acılarının lirik rüzgârlarının esintileri arasında, Gabriel Garcia Marquez`in, insancıl mizahı, sürekli olarak duyuruyor kendini. Bu nitelikleriyle, Kolera Günlerinde Aşk, Gabriel Garcia Marquez`in başyapıtı sayılan Yüzyıllık Yalnızlık`ın yanında tartışılmaz bir biçimde yerini alıyor.
“Beklemek cehennemdir. Ama beklerim seni.” - William Shakespeare
Başkahramanımız Florentina Ariza, gençlik zamanlarında birbirlerine mektuplar yazarak aşık olduğu kadın Fermina Daza'yı, aradan geçen onca süreye, onca şeye rağmen tam yarım yüzyıl boyunca bekler. Bir insan bir başkasını ne kadar severse sevsin, bu kadar bekleyebilir mi diye düşünmeden edemedim sayfaları çevirirken. Sanırım bu kitap bir aşktan çok, bir bekleyişin romanı. Pişmanlıklar, yaşanabilecekken yaşanamayan anılar, seçişlerimizin dışında kalan vazgeçişlerimiz, insanın içinde hep bir yara olarak kalıyormuş.
Gabriel García Márquez'in dilinin yer yer sıktığı olabilir fakat bu asla kendini tekrar eden olayların doğurduğu bir bıkkınlık veya usanç değil bana kalırsa; bu, olayları kaleme alış sırasındaki duygu yoğunluğundan ileri gelmekte. Márquez'in kalemine ne denilebilir ki zaten ve kitabın çevirisi de ayrı bir övgüyü hakediyor sanırım.
“Yüz yaşıma geldim; her şeyin, evrendeki yıldızların bile yerlerinin değiştiğini gördüm, ama bu ülkede hiçbir şeyin değiştiğini görmedim daha,” diyordu.
Ama Florentino Ariza, yıllar sonra, aynanın önünde saçlarını tararken keşfetti bu benzerliği; bir erkeğin babasına benzemeye başladığında yaşlanmaya başladığını da ancak o zaman anladı.
Korku yılardır içindeydi, onunla birlikte yaşıyordu; bir gece kötü bir düşün ardından uyanıp ölümün, her zaman duyumsadığı gibi yalnızca sürekli bir olasılık değil, anlık bir gerçeklik olduğunun bilincine vardığından beri.
Her şeye karşın, yüreğin belleğinin kötü anıları sildiğini, iyileri büyüttüğünü, geçmişe katlanmayı bu hile sayesinde başardığımızı bilmeyecek kadar gençti daha.