Kitabı ilk elime aldığımda yalan yok, içimden “ya kesin akıcı değildir, ben bunu okurken bayılacağım sıkıntıdan” diye geçirdim. Ama daha ilk sayfadan itibaren kurduğu dil, anlattığı hikâyeler, verdiği his… resmen beni içeri çekti. Okudukça fark ettim ki bu kitap sadece bir metin değil; insana kendi içindeki labirentleri gösteren bir ayna gibi.
Her sayfasında hem güldüren hem düşündüren bir taraf var. Bazen kelimeler o kadar net bir şekilde dokunuyor ki sanki yazar değil, kendi beynim bana bir şey anlatıyor gibi hissettim. Kitap beni sadece etkilemekle kalmadı, hayatımda gerçekten önemli bir ders bıraktı. Son sayfayı kapattığımda içimden şu cümle kendiliğinden döküldü:
“Bazen çok büyük acılar yaşarız ve deriz ki ‘Allah’ım lütfen bu acıyı bana unuttur.’ Sanırız ki unutursak iyileşiriz… ama meğer asıl güç, unutmadan yaşamayı öğrenebilmekteymiş. Acının içinden geçmek, ondan kaçmadan yüzleşmek, insanı büyüten asıl şeymiş.”
Bu kitap benim için öyle bir yerde duruyor ki… ders çıkarıp cebime koydum, zihnimin bir köşesine de sağlamca kazıdım.