Annemi babamı hiç hatırlamıyorum. Bazen belli belirsiz rüyalarımda görüyorum onları. Gördüklerim suretten öte bir şey değil. Ses renklerini bilmiyorum onların. Annesiz babasız hayat, toprağı olmayan fidan gibiymiş.
Annem babam buradan göç edince biz yapayalnız kalmışız bu dünyada.
Biz derken benim bir ablam iki ağabeyim var. Küçük ağabeyim Bekir benden sekiz yaş büyük Zeynep ablam on yaş büyük. Bbüyük ağabeyim Demir ise benden oniki yaş büyük. Evet anne babam gidince yapayalnız kaldık. Annesi babası olmayan her çocuk yalnızdır dünyada.
Annem babam dünyadan gidince ben dört yaşındaymışım. Bekir abim oniki, Zeynep ablam ondört, Demir abim onaltı yaşlarındaymış. Hatıramda kalmış bizlere yetim ve kimsesiz diyorlardı. Annesi babası olmayan her çocuk kimsesizdir zaten.
Kimsesizliğe kim empati yapabilir ki bu gezegende. Ah anneciğim sensiz kimse kimsesizliğimi ortadan kaldıramadı.
Annem babam ölünce biz altı ay amcamın yanında misafir kalmışız. Altı ay boyunca amcam bize bakmış ama bizler sığamamışız kimsenin yuvasına. Yanlış anlaşılmasın amcam kötü bir insan değil. Zaten buralardan göç edinceye kadar varlığını bize hissettirmeye çalıştı ancak bizler sığamamışız kimsenin yanına. Yuva aramışız yuva kendi yuvamızı. Zorunlu ayrılıklar olunca hayatta, zorunlu yuva kurma arayışına sokmuş bizi hayat. Abim Demir birgün bize " Haydi toparlanın evimize dönüyoruz. Artık sizlere ben babalık yapacağım" demiş. Amcam ne kadar ısrar etmişse de tası tarağı toparlayıp evimize dönmüşüz. Şimdi dönüp bakıyorum da o günlere kalsak iyi mi olurmuş diye düşünmeden geçemiyorum.
Evimize döndüğümüz ilk gün çok zormuş . Annesiz babasız bir eve dönüş yapmak hayatın en zor sınavıymış bizim için. Ben o günü hatırlamıyorum iyi ki de hatırlamıyorum. Zeynep ablam anlatmıştı bana o gün çok ağlamışlar. Demir abim göz yaşlarını saklamış kimse görmesin diye. Bekir abimle kaldıkları diğer odada ağlıyormuş gizli gizli. Kim bilir Demir abim o gün büyümüştür.
Ben yedi yaşından önceki hayatımı hatırlamıyorum. Ömrümün ilk günü okula gittiğim gündür. Her bir yanımda sesler suretler dolanıp duruyordu. Ellerimi sımsıkı tutan eller arasında varlığım yapayalnızdı. Hiç bir sesi ayırt edemiyordum uğultu uğultu kulaklarım sağır oluyordu. Gördüklerim suretten öte değildi. Zaman durmuş dönüyor duruyor arıyor aranıyordum lakin aradığımı bir türlü bulamıyordum. Ruhum göklere çıkmış meleğini arıyordu. Annemin kokusunu gözlerini gövdesini o kadar hissetmek istedim ki yanıbaşımda olmadı. Oysa ablacığım yanıbaşımdaydı. Sahte tebessümlerle ortamlarda bulunmak ne zormuş. Anne anne sesleri kulaklarımı delip geçiyordu. Annesiz kız çocuklarının yanında her anne sesi yıkıcı bir deprem gibidir kimse bilemez. Ben de o gün merhaba dedim hayata. Okulun ilk günü zorlu yaşamın da ilk günüydü.
Ah anneciğim babacığım yanımda olsaydınız ne güzel olurdu. Gök kubbenin altında mutluluklar dağıtılırken yanımda olsaydınız eminim ki o mutluluk parçacıklarından payıma düşeni kapardım. Sizin olmadığınız dünyada payıma düşenleri başkasına dağıtmışlar.
Yavrum kızım kelimeleri benim için ne anlama geldiğini bilmiyorum. Ne çok isterdim "anneciğim babacığım" demeyi. Annemle inatlaşmak ne güzel olurdu. Kim istemez ki "Kızım kahvaltı hazır, kızım her sabah aynı numara kalk hadi" tatlı sert uyarıları. Anneye nazlanmak bazen "of anne " demek ne güzel bir şeydir kim bilir?
Sizi bilmem ama baba otoritesini ne çok isterdim. İlk aşkımı saklamak isterdim mesela babamdan. Ne bileyim işte akşam eve geç kaldığımda sağlam bir azar işitmek isterdim babamdan. Gözlerindeki ifadeyi doyumsuzca seyretmek ne güzel olurdu. Babama bazen geceleri uyuma numarası yapmak isterdim şefkatli elini saçlarımda hissetmek için. En önemlisi de sırtımı dayayabileceğim koca bir çınarın olduğunu bilmek benim için ne büyük bahtiyarlık olurdu anlatamam. Hayat işte size seçim hakkı tanımıyor.
Bizlerin yaşadığı yer, şehir merkezine uzak her bir yanı tepelerle çevrili bir kasabaydı. Bizim evimiz kasabanın da kenarında bir yerde yığma tuğla ile örülmüş tek katlı ahşaptan yapılmış iki odası bir holü olan eski bir yapıdır. Oda dediğime bakılmasın bir mutfak bir oda aslında. Mutfakta ablamla ben kalıyorduk,diğer odada abilerim kalıyordu. Misafirlerimizi de (!) abimlerin kaldığı odada ağırlıyorduk. İki sedir bir kilim yeterince yorgan yastık tüm varlığımızdı.
Evimize dair çok şey anlatmak elbette mümkün ama sanırım aklımda en çok yağmur damlaları kalmış. Evimiz ahşaptan yapıldığından her yağmur bizim için aslında biraz kabus demekti. Her yağmurda evimizin damı akardı hele gece yağdı mı biz sabahlara kadar uyuyamazdık. Çatıdan başımıza yağmur taneleri bir bir düşerken evimizdeki kap kaçaklar imdadımıza yetişirdi. Her yağmur tanesi bir sesti. Dan dan ile başlar sonra tık tık ile devam ederdi. Damlalar eşliğinde hüzün sesini işitirdik geceler boyunca kulaklarımızda.
Kimsesizlik zor bir imtihanmış. Kimsesizlerin yaşadığı imtihanı bugüne kadar kim kazandı ki biz kazanacağız. Annesiz babasız iseniz hayatın size güzel imkanlar sunmayacağı açıktır. Şans diye bir şey yoktur bizim yaşadığımız gezegende. Gerçekleri öyle derinden öyle şiddetli hissedersin ki yalnızken yapayalnız kalırsınız.
Biz de yalnızlığı bir daha Demir abimin gitmesiyle yaşadık. Anadolu’da küçük bir kasabada yaşıyorsanız iş bulamayacağınız açıktır. Hatta imkansızdır. İşleyecek toprağı olmayanlar ve her hangi bir işi olmayanların kaderi aynıdır küçük Anadolu şehirlerinde. İşsizlik demek sevdiklerinden ayrılarak akın akın gurbete gitmek demektir. Bir nevi göçebe yaşam gibi yarı orada yarı burada yaşama tutunmaya çalışmak demektir. Bize gelince anlayacağınız üzere durumumuz ortadadır. Varlığımızı yukarıda anlattım. Konu komşudan gelenlerle bir yere kadar devam edebiliyorsun hayatta lakin bir de gerçekleri var hayatın. Demir abim, hayatımızın yükünü bir bavula yükleyerek büyük şehirde iş bulmaya gitti.
Demir abim gitti ve onu artık göremez oldu gözlerim yılın bir iki ayı bizimle beraber gerisi gurbet ellerde. Paramız oluyor ama bize babalık yapan abimiz uzaklarda... Hüzünlerimizi ve kimsesizliğimizi yüreğimizin bir kenarına saklayarak hayat devam ediyor. Herkes gibi bizler de kimlik değiştiriyoruz. Yüzlerimizdeki ifadeler yavaş yavaş değişiyor. Abilerimin sakalları çıktı boyları uzadı. Ablam deseniz öyle . Ben de değişiyorum. Okulu bitirdim bir şekilde. Okul dediysem ilkokulu. Başarılı bir öğrenci değildim elbette. Okumayı öğrendim biraz da hesap hepsi o kadar.
Değişiyorum dedim ya. Vücut hatlarımda bir bir değişiyor. Bazen korkuyorum bu değişimden ablam teselli ediyor beni. Ablam söyledi yavaş yavaş genç kız oluyormuşum.
Ablam bana hep "Benim kuzum çok güzel " olacak derdi. Ablamın varlığı bana güven veriyor. Lakin birgün o da gidecek.
Saçlarımı hep ablam tarardı. Annem gibi yatardım dizlerime. Lakin son günlerde bir asilik peyledi ruhumda. Saçlarımı ablamın taramasını istemiyorum. Hayatıma vurulan prangayı sanki saçlarımda hissediyordum. O nedenledir ki örgülerden kurtulmak istiyorum.
Sanırım büyüdüm ve ihtiyaçlarım yavaş yavaş değişiyor. Ablamdan ayna tarak istedim geçen gün pazara gittiğinde.
Ablam dedim de ablam yirmialtı yaşına kadar bizlere annelik ablalık yaptı. Ondört yaşında evimizi bize yuva yaptı. Artık onun da yuvadan uçma zamanı geldi sanırım. Onsekiz yaşından beri sürekli görücü geliyor. Eskiden ablam hiç yüz vermezdi görücülere. Bugünlerde gelen giden görücü sayısı arttı. Onun da yaşı geçiyormuş geçen gün komşular söylediler. Ablam da "Nasıl bırakayım bizimkileri" diyordu sonra da "kısmet" diyordu. Yine bir gün bir görücü geldi ablama. Bu sefer ablamın da gönlü var bu işe amcam da evet derse bu iş olacak gibi.
Amcam ve abilerim rıza gösterdiler ve ablamın da gönlü evet dedi ve ablam gitti.Ablam bizden ayrıldığında ablam yirmiyedi yaşında ben onbeş yaşındayım Bizden uzak bir yere gitti. Yeni yuvasına uçtu gitti. Giderken de bana emanet etti abilerimi sıra bendeymiş. Onbeş yaşında yeni bir yükle tanıştım.
Bekir abimden size pek bahsetmedim. O Demir abim gibi değil. Hayatın sorumluluğunu almayı pek sevmez, hayatı vurdumduymaz yaşar. Günlük hayatı vardır onun yarını yoktur. Demir abimin aksine o yılın sadece iki ayında çalışır on ayında yatar ve ayyaş ayyaş dolaşır. Ablam koruyucu bir melek gibiydi etrafımda. Evliliği kabul etmesinin arkasında yatan en önemli sebep kendisi gibi eve sahip çıkabileceğime olan inancıydı diye düşünüyorum. Evi çekip çevirmesini yapabilirdim ama düşünmediği bir sorun vardı. Ben onun gibi hüküm kuramıyordum eve, abilerime, komşularıma akranlarıma... Benim mesafeler’im yoktu sadece ve sadece yalnızlığım vardı. O da kullanılmaya elverişliydi.
Onbeş yaşında genç güzel kimsesiz bir kız iseniz durum biraz faklı oluyor bizim gezegenimizde. Bugüne kadar evimize pek gelen giden olmazdı. Ben büyüdükçe gelen gidenlerimiz de artmaya başladı. Ablamla ile birlikte evimizin otoritesi de gitti ve gelenimiz gidenimiz gözle görülüş şekilde arttı ancak gelenler gidenler arasında hem cinslerim yok gibi. Kızlarla arada görüşüyoruz ama bizim eve pek gelmiyorlar. Sanırım aileleri göndermiyor. Gelen giden çok olunca Bekir abim zannediyor ki herkes onu seviyor herkes onunla arkadaşlık etmek istiyor. Saf adam işte bugüne kadar niye gelmiyorlardı şimdi geliyorlar düşünmüyor. Düşünse zaten yaşanacaklar başıma gelecekler belki de gelmeyecekti. Günlük mutlulukların peşinden koşulunca gelecekteki kayıplarımız telafi edilmiyormuş onu da çok sonraları anladım.
Hayatımızdaki hüzünler her geçen gün artıyor. Annemi babamı tanımadan kaybettim. Beni seven bana değer veren Demir abim bizim için dönüşü mümkün olmayan gurbette. Ablam kendi yuvasını kurmak için uzaklara gitti. Ablamın yokluğuna alışamadan bir de amcamı kaybettik ablamın gittiği yıl. Zannedilmesin amcam bize sahip çıkmadı diye. Biz sığamadık amcamın evine belki de yük olmak istemedik. Malum yaşadığımız yer ve imkanlar belli. Amcamı kaybettik ve bendeki hüzün arttıkça arttı. Dolayısıyla da yalnızlığım ve kimsesizliğim arttı.
Kimsesizlik zor olunca genç kızların kimsesi(!) çok olurmuş. Bekir abimi saymayın varlığı da aynı yokluğu da aynı. Kendi dünyasında yaşıyor hayatı.
Demir abim uzaklarda, ablam evlendi ve çocuk sahibi oldu. Zaten eş kaynana kaynata derken birde çocuk sorumluluğu olunca artık eskisi gibi gelemez oldu. Ve amcamı da kaybedince korunaksız hale geldim. Bütün erkeklerin gözü bende aptal değilim anlıyorum.
Semih diye biri vardı mahallemizde. Kendinisin hiç sevmezdim ancak her gün evimize geliyordu.
Ben ona Semih abi derdim hep. Çünkü abi gibiydi gerçekten Saçı sakalı ağarmış kırk üç yaşında bir adam.
Semih abi evli ve üç çocuğu vardı. Evine çocuklarına hiç bakmaz her gece dışarıdaydı. Nerde akşam orda sabah öyle günlerini geçirirdi. Karısı da çok güzeldi oysa. Ancak evine barkına sahip çıkmadığı için babası Mehmet amca sürekli tepesindeydi. Baba parası yemek kolay olmayacaktı tabi. Mehmet amca da hergün ama hergün Semih abiye fırça atardı.
Evinde huzur bulamayanlar köy kıraathanesi olan bizim evde soluğu alırlardı. Çalsın sazlar oynasın .... Yok yok ne çirkin kelime. Söylemeyeceğim işte. Kimsenin masasına meze olmak istemem.
Semih abi her gece bizde ve her gece rakı. Meze hazırlamasını da öğretti bana. Bekir’e gelmeler bitmiyor. Bekir’i sevmeler bitmiyor. Ah canım Bekir vah canım Bekir diye diye sonra beni de ortak ettiler masalarına. İlk başlarda bir iki mezelerden alıyordum sonraları bir yudum sen de al bir yudumdan bir şey çıkmaz denile denile rakının tadını bana da öğretti abilerim(!) Ben de içmeye başladım o illeti. Sonun başlangıcı hazırlamaya başlamışım da haberim yokmuş. Yalnızlığımı unutuyorum(!) Müslüm baba, rakı ve olmazsa olmazım sigaram. Hemen sarhoş oluyormuşum abim öyle söyledi.
Ben onyedi yaşında toy kızım. Bekir abim de bazı geceler nedense eve gelmez oldu. Beni Semih abiye emanet ediyordu. Semih abi de " Bekir gözün arkada kalmasın ben bacıma göz kulak olurum" diyordu. Yavaş yavaş göz kulak olmaya başladı Semih abi. Bir duble iki duble derken dokunmaya başladı bana. Yapma etme falan filanlar diye diye günler öyle geçti durdu.
Birgün Semih abi Bekir abinin olmadığı bir gece iki yetmişlikle ve dolu dolu poşetlerle eve geldi. Evine dolu dolu poşetlerle hiç gitti mi zannetmiyorum. Öykü dedi bana. Bugün felekten birgün çalacağız dedi. Kurduk masayı, mezeler hazır. Vurdukça şişenin dibine nerden bileyim o da bana vuracağını. Gece boyunca vurdukça vurmuş en mahrem yerlerime. Sabah uyandığımda herşeyim ifşa olmuş Semih abiye. Artık herşey için çok geçti. Kanım kirlenmiş Semih’in kadını olmuştum. Bana Semih umut dağıtıyordu. Bir gecede benden yirmi altı yaş büyük evli çocuklu kırküç yaşındaki Semih abi Semih olmuştu. Her gece Bekir abiyi bir yere gönderiyor ve bizde kalıyordu. Ne yaşandığı tahmin edeceğiniz gibi. Savunmasız halde sanki olan biteni kabullenmiş gibiydim.
Derken derken günler bir bir geçti ve baş dönmeleri mide bulantıları beni esir almaya başladı. Semih’in yanında da bu baş dönmeleri baş gösterince üç çocuk babası semih hemen anladı bende ne olduğunu. Bana hamile olduğumu söyledi. Korktum korktum. Sabahlara kadar ağladım. Çocuktan anne olur mu bilemedim. Göz yaşımı dindirecek bir omuz aradım bulamadım.
Hayatımı,kanımı,geleceğimi kirleten adam(!) göz yaşlarımı dindirmeye çalışıyor ve başımı omzuna alıyordu. Duygularım karışıktı bir yandan onyedi yaşında anne adayıyımdım diğer yandan bilmiyorum ne oluyordum. Bildiğim bir şey varsa herşeyden nefret ediyordum.
Gerçekten ateşle barut yanyana durmazmış. Yandık alev olduk yanan alevin içinde ben küle döndüm. Kendimize geçici bir çıkış yolu bulduk. Hamile olunca Semih ( eşi çocukları umrunda değildi ) beni kaçırdı bir yerlere. Bilmediğim yerlere gittim semihle. Küçükte bir not bıraktım abilerime. " Semihle gittim" diye.
Üç çocuklu evli barklı bir adam tüm hayatımı hayallerimi götürdü bilinmezliklere.
Günler günleri kovaladı. Bizim mahalle ağır abilerle dolu. Abiliklerini daha önce yapmadılar ya olsun şimdi onlara göre abilik yapma zamanıydı. Demir abimi çağırmışlar. Rezilliğimi(!) anlatmışlar ona bir bir.
Demir abim girdiğimiz delikte bizi buldu. Semihi de bi güzel dövdü. Kolunu bacağını kırdı. Semih artık yürüyemez vaziyette. Semihin ödediği tek bedel bu. Belki birileri onu kahraman bile ilan eder.
Demir abi elimden tuttuğu gibi eve getirdi beni. Mahallede kurulmuş bir dar ağacı. Hergün mahkemem görülüyor gıyabımda. Bekir abimi dolduruyorlar ve her gece dayak tepemde. Morarmadık yerim kalmadı. Gayri ihtiyari karnımı tutuyorum. Karnıma darbe nedense hiç gelmedi. İnadına inadına yüzüme vuruyor. Bende direnmiyorum yüzümü uzatıyorum. Bir sağdan bir soldan. Sonra tekrar sağ yanağımı uzatıyorum sonra sol yanağımı uzatıyorum. Yoruluncaya kadar payıma düşeni alıyorum. O pısırık Bekir gitti aslan geldi yerine. Döverken nasıl sövdüğünü hayal ediyorsunuz değil mi?
Ablam da geldi olanlar oldu pişmanım abla dedim. Ne olur dinle! "Bir durum daha var kimseyle paylaşamadığım". Ablama da birşeyler olmuş benim yanımda değil. Mahallenin ağır abileri onu da etkisi altına almışlar. Yüzüme bakmıyor tek kelime benimle konuşmuyor beni dinlemiyor. Oysa beni yavrusu gibi büyütmüştü. Onun kuzucuğuydum ben. Benim için geldiğini zannetmiştim ama o Bekir’i için gelmiş sonradan anladım. Mağdur olan Bekir’miş. Bekir rezil olmuş. Bekir’in namusuna halel gelmiş. Bekir adamları eve getirirken iyiydi. Bekir her gece evde rakı masalarını kurdururken iyiydi. Körpe bir fidanın yanına bütün erkekleri getirirken iyiydi. Kötü olan bendim öyle mi? Peki öyle olsun.
Peki öyle olsun dedim ya başka çarem de yok zaten. Benim daha büyük problemim var. İki aylık hamileydim bulantı ve baş dönmesi artıyordu bende. Vücudum kaldırmıyordu. Onlar görmüyordu ne olursa olsun anlatacaktım ablama.
Ve anlattım...
Gerisi karanlık. Canavar bir aletle tanıştırdılar beni eski püskü bir apartman dairesinde. Aletler canavar, yaşayanlar canavar. Bugüne kadar sevdiğim kim varsa hepsi canavar. Biricik yavrumu koparmışlardı benden. Biricik yavrun koparıldı hayattan anne dedim kendi kendime. Anne diye feryat ettim. Anneeeeee...
Annesizlik ne zormuş sahi annem hayatta olsaydı bunca travmayı yaşar mıydım?
Ağır ağabeyler yan odada şimdi . Ruhumu satılığa çıkarmışlar. Gelenekleri anlatıyorlar Bekir abime. Kulağıma uzaktan ses geliyor Bekir abime bakacaklarmış. Nerde bakacaklar? Zannedersem ölümüm tartışılıyor. Mahallenin namusunu kirletmişim onyedi yaşımda. Ben ölünce mahalle paklanacak.